Gayesizlik

Elimde sizin acıyacağınız bir hikayem yok benim. Bu hayatta tek şanssızlığım var o da ayaklarım. Beni yarı yolda bırakan, görüntü olarak yerinde olsalar dahi işlevsiz olan ayaklarım. Ailem hatırı sayılır bir servete sahip, beni olabildiğince çok sevdiler. Yani bir eli yağda bir eli balda büyüyen şımarık bir çocuktum. Belki de her türlü fırsatın önüme sunulmasıydı beni doyumsuz yapan. Ailem ne yaparsa yapsın mutlu olmadım ya da olmak istemedim. Belki de içimde yürüyemeyen, koşamayan, başkasının yardımına muhtaç olan bir adamın mutlu olamayacağına inanıyordum. Hayatımda hiçbir şeyden keyif almamak için kendimi zorlamış bile olabilirim diyorum bugün arkama baktığımda. Her şeyin başlangıcına (yeni hayatımın) gitmeden önce bazı şeylerden bahsetmeliyim.

Girişte de dile getirdiğim gibi ailem benimle her zaman fazlasıyla ilgiliydi. Belki de kendilerini suçlu hissediyorlardı. Onlara minnettarım ama yıllarca anlayamadığım bir konu vardı. Beni gerçekten seviyorlar mıydı yoksa bana acıyorlar mıydı? Bunu saatlerce düşünürdüm çocukken. Hala bir sonuca varamamış olsam da onlar bana ellerinden geldiğince yardımcı oldular.

Çocukluğum ve gençliğim çiftlik evimizin içinde geçti diyebilirim. Dış faktörlerden(insanlardan) koruyan bir kale gibiydi benim için. İçerisi beni ne kadar mutlu etmese de dışarıda ki hisleri de yaşatmıyordu. Sanki şehre inip insanların arasına karışınca nasıl anlatsam… Gerçekten aralarına giremiyordum. Evet geneli bana karşı kibardı, nazikti ve yardımseverdi ama bunların hepsinin müsebbibi beraber hareket ettiğim tekerlekli sandalyeydi. Sizlere garip gelebilir ama ben bana kötü davranılmasını, beni diğer insanlardan ayrı tutmamalarını ve herkes gibi davranılmasını isterdim.

Evet, insanlar bana çok iyi davrandığı için dışarı çıkmak istemiyordum. Şu şımarıklığa bakar mısınız? Evimin içinde en azından bazı zamanlar unutabiliyordum eksikliğimi, noksanlığımı. Eksik olan yanım neydi biliyor musunuz? Hayır ayaklardan bahsetmiyorum. Hayal kurmak… İnsanların kıymetini bilmediği bir diğer şey de bu işte. Hayal kurabiliyor olmak. Benim hayalim yoktu. Ne aşık olmayı hayal ediyordum ne de bir işe girmeyi. Ayaklarımın medikal durumu ve doktorların net açıklamaları sayesinde ayağa kalktığımı dahi tahayyül edemezdim. Bir insan geleceğe baktığında aklına yapacakları değil de ölüm geliyorsa onun bu dünyada pek de işi kalmamıştır. Ben böyleydim. Erken yaşta yaşamaktan vazgeçmiştim. İntihar etmemden ciddi ciddi korkan ailem bunun önüne geçmek için bütün önlemleri alıyordu. Bunu gerçekten anlamıyordum işte; her ne kadar günümün neredeyse tamamı mutsuzluk ve huysuzluk içinde geçse de kendimi öldürürsem beni yetiştiren, bana ufacık bir bebekmişim gibi şefkat gösteren ailemi de üzecektim. Bu fikri asla düşünmemiştim.

O mühim geceye geleyim sizi sıkmadan. Yine annemin düzenlediği aylık insan içerisine çıkıp sosyalleşme rutinimizi gerçekleştirmek için şehirdeydik.. Bir cumartesi akşamı bir esnaf lokantasında (benim ısrarlarım sonucu lüks bir mekan yerine bir esnaf lokantasıydı) siparişlerimizi vermek için bekliyorduk. Elimizdeki sınırlı menüden damak zevkime uygun bir şey ararken yan taraftaki mekanda son ses açılmış televizyondan gelen futbol spikerinin sesi menüye odaklanmamı güçleştiriyordu. Kafamı kaldırıp baktığımda 50-60 tane adamın küçücük bir mekanda televizyonun karşısında , birbirlerini ittirerek, bağırarak ve küfürler içerisinde maça kilitlendiklerini gördüm. Güldüm, kahkahalarla güldüm hem de. Ailem bu durumun normal olmadığını bildiklerinde endişeli bir şekilde yüzüme bakıyorlardı. Fakat lokantanın sahibi adam benim keyifli bir şekilde karşı dükkana bakarak kahkahalar attığımı görünce: ‘Aman abim! Sen de mi falanca takımlısın? Söylesene açayım ben sana maçı’ diyerek bir koşu küçük televizyonundan maçı açmaya gitti. Kim bilebilirdi ki o küçük televizyondan izlediğim bir maç sayesinde hayatımın değişeceğini? En azından şöyle söyleyeyim, ben bilmiyordum.

Topu alan takımın karşı kalede gol aramasını izlemek, sahada kora kor mücadele veren futbolcuları görmek ve en önemlisi sanki sahadaymışçasına maçı yaşayan tribündekiler ve yan mekanda maçı izleyenler… Renkleri hoşuma giden ve diğer rakibine göre daha iyi, daha havalı hareketler yapan ve seyircilerin çoğunluğunun desteklediği takıma bir yakınlık hissetmiştim ben de. Onlar topu her aldığında ben de sanki onlarla rakip kaleye koşuyor şutu ben çekip de kaçırmışım gibi üzülüyordum. Ailem yemeklerini bitirmişti fakat ben televizyona kendimi öyle bir kaptırmıştım ki daha yemeğin geldiğini dahi fark etmemiştim. Uzun süren baskı, birkaç başarısız denemeden sonra takımın 17 numarasının kafa vuruşuyla attığı gol sonrası ben de tribündekiler gibi kollarımı kaldırmış ve gole sevinirken buldmuştum kendimi. Uzun yıllarda yaşadığım en özel andı diyebilirim size.

O andan itibaren hayatımın bir daha eskisi gibi olmadığını söylemek isterdim ama hayatım hala aynıydı. Hala yürüyebilme şansım yoktu, hala insanlardan kaçıyor ve hala para, aşk vb. beklentilere giremiyordum. Ama artık benim de hayal kurabileceğim, benim de heyecan duyarak bekleyebileceğim ve hatta benim de artık kendim haricinde önemseyeceğim bir şey olmuştu. Futbol. Taraftarı olduğum takımın maçlarını sahadaki futbolcular ile aynı formayı giyerek izliyor ve sandalyemde bir sağa bir sola hararetli el hareketleri ile maçları takip ediyordum. Sadece o maçlar da değil rakip takımların maçlarını ve hatta sonraki hafta karşılaşacağımız takımları dahi izleyerek maçlar hakkında, takımın geleceği hakkında düşünüyordum. Maçlardan sonraları televizyona çıkıp çok şey bilirmişçesine ahkam kesen sözde ‘yorumcuları’ izliyor, zaten izlediğim maçların bir de özetlerini tekrardan izliyordum. Benim de artık bir hobi, yaşamdan zevk almak için bir aktivitem ve hayal kurmamı sağlayacak kadar sevebileceğim bir tutkum olmuştu. Akşamları kafamı yastığa koyduğumda tuttuğum takımı en büyük başarıları elde ederken düşlüyor ve bu hayalleri kurarken dahi heyecanlanıp mutlu oluyordum.

O gün o mekanda küçücük televizyondaki maçı takip eden ‘takımdaşlarımı’ gördüğümde güldüğüm anları düşünüyor ve daha da çok mutlu oluyordu. O gece orada içimden ‘ keşke ben de onlar gibi olabilsem ‘ diye geçirip kendimi onlar gibi hayal ettiğimde kahkahalara boğulmuştum. Ama şimdi üstümde forma, elimde atkı ile onlar gibi hatta belki de onlardan daha beter şekilde tutkundum bu oyuna.

Kimileri için bir topun peşinde koşan 22 adamdan ibaret kimilerine göre kitleleri uyutma aracı olan bu spor benim hayata tutunmam için bir dal olmuştu. Bu çirkin dünyada, bu acımasız dünyada beni mutlu edecek yegane şeydi belki de. Son zamanlarda futbol hakkında da çok kitap okudum ve oradan öğrendiğim bir sözle her şeyi özetleyeceğim sanırım.

‘BAZILARI FUTBOLUN BİR ÖLÜM KALIM MESELESİ OLDUĞUNU SÖYLÜYORLAR. KATILMIYORUM.BENCE ONDAN ÇOK DAHA ÖNEMLİDİR.’

-BILL SHANKLY-

26 Mart 2023 6-7 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • Yazmak nasıl bir tutkuysa futbol da öyle. Ama siz futbol tutkunuzu son derece güzel kelimelerle dile getirerek benim de okuma tutkumu tetiklediniz inanın. Çok güzel bir yazı okudum. Evet hayatta ruhumuzu bağlayacak uğraşlarımız olmazsa ruhumuz bedenimizi terk etmese bile biz uzayda yaşıyor gibi soyutlanmış olacağız dünyada. Bu anlamda bu denemeyi okurken hepimiz adına umut vadeden şeylerdi okuduklarım. Kaleminize, yüreğinize hatta tutkunuz olan futbola sağlık. :)