Gece Çalınan Islıklar - 2

Mektubunu okuduktan dört gün sonra cevap yazma gereği duyduğum için kendimi suçlamıyorum. Dile kolay dört koca gecenin o can yakan yalnızlığını taşıyan yüreğim yeni yeni kendini toplayabildi.Yazdıklarında sana sonuna kadar katılıyorum, aslında değil midir ki insanı mutlu kılan hayatı boyunca tek bir insan,tek bir düşünce,tek bir arzunun kendisini benimsemiş olması.

Bazen yazdıklarını garip buluyorum; öyle ki bir ismi ana rahminde büyütebilme mücadelesi veren sıska bedenin, bir de mektup yazma zahmetinde bulunuyor ya ah gel bir de sen şu yüreğime sor. Yazdıklarını yeni bir dua metni haline getirdim, özellikle sabahları ilk işim , işaretlediğim yerleri okumakla geçiyor, bu ne kadar iç açıcı bir durum olmasa da ne yapalım, insan bazen boş duvara konuşmaktansa, yüreğinin inceliklerinin gizlenmiş olduğu sözcüklerde kendini bulabiliyor.

Sana yaşadığım serüvenleri anlatmak isterdim; oysa en güzel serüven aşk bahçesinde tutuşan ellerimizin, karanlığı yırtarak gideceği yolda cesaretle yürüyebilmesidir. Bu yüzden buradaki olup biten her şeyi anlatacak olsam mutlak içinde sana dair bir gerçekle yüzleşebiliriz. Yine de seni içinde bulunduğun o yarı karanlık serüvenden koparamam.

Dün gece sarhoştum , gerçi hemen hemen her gün sarhoşum ama dün gece daha bir önemliydi kendi adıma, uyandığımda pikeyi sarıp sarmalamışım bedenime, gece miydi, gündüz müydü, bilmiyorum, ama bildiğim bir şey baş ucumda oturuyor olmandı, suretin oldukça tanıdık bir bakışın dışında gizemli bir yoldan gelen kadını andırıyordu,elini tutmak istediğimde cayır cayır yandığını hissettim bedenimin ve birden kayboldun işte.
Ama niçin, nasıl geldiğinin hiç farkında değildim.
Kendime gelir gelmez gün ışığından beri seni ne kadar bilinç altıma yerleştirdiğimi düşündüm, oysa hiç!...

Bizim şu can çekişip ölen AŞK'ı anlatmak istiyorum sana.

Bir akşam o çok sevdiğimiz yağmura yakalanmıştı, sonra öksürmeye başladı, bir süre sonra öldü. Cenaze merasimine gerek duymadan gömdük onu toprağa. sen boğazın düğümlenmiş halde konuşamayarak sürekli ağladın, bense sıradan bir günmüş gibi gülümsedim , öldüğünde rengi soluktu, bakışlarında ne bir sıcaklık ne de umut vardı.

Şafak vaktine yakın yitirdik onu sevgili. Bizi gören herkes sormaya başlamıştı neden ve niçin öldüğünü, ne bunu anlatacak güç ne de söz kalmıştı heybemizde.

Sen tekrar evine yol aldın. Herşey bıraktığın gibi yerli yerinde duruyordu. Yattığın yatağında hafif toz bulmak mümkündü, öylesine yırtıcı öylesine kahredici bir acıya kapıldın ki bunu bana anlatma gücün dahi yoktu. Geldiğin ev aşkına ve sevdiğine bir yuva olmuştu, geride bıraktığın küçük bir odanın sessiz ıslıklarını dinlemek istedin bir süre, bunun imkansız olduğunu anlayınca düğümlenen boğazın çözüldü ve haykırışları dile geldi. Dokunduğun her yer benim ellerim kadar sıcak değildi, yaşayan ve seni yaşatan o korkunç yalnızlık uzun süre yaralarını kanatmakla meşguldü, hasretin bilmem kaçıncı gününde gülümseyen yüzüm yavaş yavaş suratsızlaşmaya başlamıştı benim de, ve ne mutlu sana ki yasını doldurmaya yakınken elinde büyüteceğin bir parça varolacaktır.

Şimdi sen bu satırları okurken ister misin el ele tutuşalım?
Uzat ellerini, sıcak ve güçsüz parmak uçların dokunsun ellerime...
Eminim ki korkmayacaksın fakat ısrarla seni bir yere götürmek istiyorum, bunu geri çevirmeyeceğini biliyorum. Şu karşı tarafı görüyor musun? Tek bir ay ışığının olduğu yer? İşte orası mezarlık. Yaklaşıyoruz, bulabilecek miyiz bu kadar ölü aşk içinde kendi mezarımızı?

Karşısındayız gördün mü?

Şunlar yazıyor ölen AŞK'ın mezar taşında;

''Herşey yeniden başlıyor...''

Üzerinde bitmiş ağacı görüyor musun? Yaprakları yeşil, biz bunu gömerken hiç birşey yoktu üzerinde, oysa şimdi bir ağaç filizlenmiş. ne mükemmel şey!

Bir sigara yakıyorum sen ve kendi adıma derin nefes eşliğinde içime çekiyorum, gök yüzü karanlık, insansız bir yer korkunç olmalı, fakat yanımda olmak seni korkutuyor olamaz öyle değil mi?
Çılgınca bir şey yapıp başında uyuyalım mı? Burada kalmak yasak değildir ya? Dilersen gel şu başıboş bedenimizi ölü aşklar içinde dolaştıralım.. Buraya iyi bak birazdan geri dönmek istediğimizde kaybetmeyelim..

Yürümek ne güzel şey seninle, halen eskisi gibi adımlarını dikkatle atıyorsun, arada bir başını omzuma koyacağın düşüncesine kapılıyorum, sanırım kutsal mekanda bunu yapmak doğru olmaz. Yaşayan onlarca kent ve insandan daha kalabalık burası öyle değil mi? İnsanlar yürüyebilirken arkalarında bıraktığı bu mezar taşından ibaret cenazelerine neden sahip çıkmıyorlar? Öyle ki onlar için her şey oracıkta bitmiş olmalı, belkide bu yüzden seni buraya getirmek istedim, diğerleri gibi içimizi acıtan anıların ölü de olsa resmini göre bilmek umuduyla.

Şu bakımlı mezarlara bak, ne kadar da yüksekler, bunlar defalarca aşık olup ölülerini üst üste koyanlara ait olsa gerek, şu ölüler ölen aşklar, aşağıda neyle besleniyorlar dersin? Peki bizimkisi? Yapayalnız kalmış duvar dibinde, kendini gizleyecek bir yer aramışa benziyor.

Geriye gidelim mi? Ölümüzün başına...

Onun mezarını şimdi nasıl bulabiliriz? Onca mezar içinde? Ay büsbütün bulutların gölgesine sığınmışken, nasıl bir aydınlık yaratabiliriz ki gidelim ona...

Ellerimizle mezarların üzerindeki yazıları ayırdetmeye çalışıyoruz, bu ne korkunç şey her yerde çökmüş mezarlar, her tarafımızda kanadı kırık ölü kuşlar. Artık benim yürüyecek halim kalmadı, şuraya oturalım mı? Birazdan hava yeniden aydınlanacaktır.

Kalbinin çırpınışını dinliyorum, ne güzel atıyor böyle, sessizlik içinde bir tek senin yüreğinin sesinin olması ne güzel bir şey! Kulağıma gelen bu muhteşem melodi bana oturup saatlerce konuştuğumuz bir kent akşamını hatırlattı. Şimdi ise ölmüş aşkımızın mezarını bulamayacak kadar körüz!

Ayağa kalkma vakitleri gelmişcesine diriliyor aşklar yerinden, korkudan kollarıma sarılıyorsun, başını göğsüme gizliyorsun ve sıkıca sarılıyorsun, kaldır kafanı ve gör utancımızı..

Konuşmaya başlıyor ölüler duyuyor musun?

İçlerinden biri:

''Buraya imkansız olan aşk gömüldü
Üç ay kadar yaşadı
iki namuslu gence ait burası
merasimde dahi bulunmadılar''

Şimdi aynı ölü aşk gerçek olanı söylemek istiyor bize, uzun uzun gözlerimizin içine bakıyor, dikkatle elindeki ağaç dalıyla toprağa birşeyler yazıyor, okuya biliyor musun?

''Burada yaşayabilecek bir aşk gömüldü,
300 Gün yaşadı,
İki aşığa aitti,
Erkek kadını aldattı ve öldü aşk..
Kadın ağladı erkek uzağa kaçtı.''

Bunları yazan usul usul yuvasına geri döndü, görüyor musun diğerlerini de her birinin elinde ağaç dalı ve taş üzerindeki yalanları örtbas ederek gerçekleri yazıyorlar. Anlıyorum ki hiç biri masum değil, ölenlerin çoğu mutlak bir gerekçeyle gömülmüşler.

Acaba bizimkisi ne yazdı? O çok sevdiğimiz değer verdiğimiz şeyin doğrusu ne olabilir? Bunu görebiliriz ama nasıl?
Şu gözleri sana benzeyen kim olabilir? Yavaş yavaş yaklaşalım ona.

Yine aynı yazı;

'' Her şey yeniden başlıyor''

Elindeki çamurla onu kapatıyor...
Ne yazabilir sence? İmkansız aşkın kurbanlarıydı mı?

Birşeyler yazmaya başlıyor ;

Bu-ra-da bir ağaç büyüyor
Yaprakları yeşermiş,
İki kahramanı başına gelmiş,
birazdan uzatacaklar ellerini ağaca,
Ve gülümseyecek onlara..

Yaklaştıralım mı?
Uzat elini..
Elimiz toprağa dokunuyor ve sonrasında ağacın dallarına.
Yapraklarında beliren sureti görüyor musun?
Ah bu küçük bebekte neyin nesi?
Gözlerini görüyor musun ne kadar güzel;

Bir şeyler söylüyor ama ne?

Sen annelik iç güdüsüyle kulak ver, duya bilirsin mutlak söylenilenleri..

'' Ağacın kökleri çoktan sarmış yeryüzünü, siz ölü aşk mezarında değil, sizinle doğacak bebeğin dünyasına geldiniz''..

Şimdi yarı cansız dalan gözlerimizi bu öyküden kim uyandıracak?

20 Haziran 2011 7-8 dakika 26 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar