Gemi

Uçsuz bucaksız bir çöl... Gökyüzü mavi tonlarında, güneşe yaklaştıkça rengi açılıyor; ufuk boyunca renk sarıya dönüyor, güneş çevresinde turuncuya çalıyor... Güneş, sarı renkli canavar, ufukta... Bu canlı renklerde bir eksiklik var: Bulutlar.

Renklerin canlılıkları azalıyor, tonları koyulaşıyor ve kurak arazide alacakaranlık daha kasvetli bir hava oluşturuyor. Yağmursuz biten 127. akşam... Uzakta kuzeybatıda karanlık bir yükselti... Kale... Seçkinlerin yaşadığı robot şehir...

- Yemek hazır.
- Geliyorum.
Her gün aynı yemek... Küçüklüğümde ne güzel fare kızartmaları yerdik. Hatta bir keresinde ekmek yediğimi hatırlıyorum. Isıtmıştık da kokusu bütün mağarayı kaplamıştı, şimdi bile duyuyorum o kokuyu...
- Tabağındaki kurtların hepsi bitecek.
- Bıktım ben bunlardan.
- Ben de bıktım. Başka bi'şey getirdin de pişirmedim mi!
- Biliyorsun ki kazandıklarımı gemiyi yapmak için harcıyorum. Gemi bitmek üzere, bitince hep beraber gideceğiz bu cehennemden.
- Ben ona bineceğimi hiç sanmıyorum.
- Ne?
- Hiç güvenli durmuyor. Hem bizi vurmayacakları ne belli!
- Sana garanti ediyorum ki yaptığımız avlardan daha güvenli! Ben artık bu hayata katlanamıyorum. Buna katlanmaktansa...
- Tamam. Sen yap da bakarız. Yemeğini bitir önce.

Yemeğimi istemeyerek de olsa bitirdim. Mağarada karanlık iyice bastırdı, jeneratörü çalıştırıp ışığı yakmalıyım. Geceleri ekranda yıllar önce hazırlanmış, çöplerden bulduğum CD veya disklerdeki eski filmleri, dizileri ve belgeselleri izliyoruz. Bir de üzerinde çalıştığım bir işim var; geceleri donduğumuz, gündüzleri kavrulduğumuz, susuz, acımasız bu kara gezegenden ayrılıp medeniyet dolu Venüs Kolonisi'ne ulaşmak için bir gemi yapıyorum.

Uzay gemisi yapımına dair eski medeniyetlerden kalma birçok video buldum. Eski insanlar her şeyi videoya kaydetmişler. İyi ki öyle yapmışlar; en büyük keyfim eski insanların kaydettiği bu videoları izlemek... Özellikle eski yemek tariflerini, müzik videolarını, hayvan belgesellerini ve özellikle doğa manzaralarını seviyorum. En çok da kuşları, ormanları ve ağaçları... Üzerlerinde çeşitli meyvelerin yetiştiği, üzerlerinde kuşların yuva yaptığı ağaçları...

Venüs Kolonisi... Venüs'ün yüzeyinden 50 kilometre yukarıda, bulutların üzerinde kurulmuş gerçek bir medeniyet... Güneş enerjisi ve gezegenin yoğun atmosferi sayesinde her türlü bitkinin seralarda üretildiği ağaçların bulunduğu, hayvanları görebileceğimiz çiftliklerin olduğu bir vaha... İlk başta hiç cazip görünmüyormuş bu gezegene koloni kurmak... E tabi yüzey sıcaklığı 450 derece, basıncı Dünya'nın 90 katı olan, atmosferi tamamen karbondioksitten oluşan, gökten sülfürik asit yağan bir yer ilk başta pek heveslendirici olmasa gerek!

Gemiyi mağaramızın gizli bir çıkışına denk gelen açık arazide gizli bir şekilde yapıyorum. Bilinirse motor, basınçlı hava tüpü gibi değerli parçaları çalınabilir. O yüzden ailemden başkası bilmiyor, hatta bu işe başladığımdan beri arkadaşlarımla da görüşmüyorum. Açıkçası bu projemi bilen bir kişi daha var: Kabile reis yardımcısının kızı. Birkaç hafta önce beni çalışırken görmüştü. Ben de kimseye söylememesi karşılığında onun buraya uğramasına izin veriyorum.

- Selami!
- Kim o?
- Benim!
- Ne işin var bur'da?
- Seni görmek istedim.
- Niye?
- Öylesine... Daha gemini bitiremedin mi?
- Sana ne! Baban biliyor mu buraya geldiğini?
- Hayır.
- Benim işim var, çalışmam lazım.
- Ben de sana yardım edebilir miyim?
- Hah! Daha önce kaç gemi yaptın? Senin anlayabileceğin şeyler değil.
- Niye? Ben de kaynak yapabilirim, dikiş dikebilirim, ipleri bağlayabilirim.
- Sen beni mi izliyorsun?
- Bazen... Yardım edeyim mi?
- Of... Tamam. Şu karşıdaki ipleri bez boyunca serebilirsin.
- Şunları mı? Tamam... Ne kadar kaldı bitmesine?
- Nöbet olmasaydı çoktan bitmişti.
- İstersen babama senin nöbete gelemeyeceğini söyleyebilirim.
- Ne! Sen beni yakalatmak mı istiyorsun! Kimseye ne benden ne de gemiden bahsetmeyeceksin. Beni de tanımıyorsun.
- Üf, tamam tamam... Kimlerle gideceksin?
- Annem ve abimle.
- Başka?
- Başka kimse yok.
- Venüs'ün çok güzel bir yer olduğunu duydum. Ben de görmek isterdim.
- Venüs değil, Venüs Kolonisi... Venüs'ün 50 km üzerinde...
- Biliyorum herhalde. Ben de araştırdım. Çiçekli bahçelerin, ağaçların, hayvanların hatta yapay su alanlarının olduğu, insanların buralarda özgürce dolaştığı bir cennet...
- Babana söyle size de yaptırsın bir tane gemi!
- Onlar gitmek istemiyor.
- Benim de sizin kadar imkânlarım olsa, hizmetçilerim olsa, ganimetlerden büyük pay alsam, nöbet tutmasam, fare yesem ben de gitmek istemezdim.
- Ben gitmek istiyorum ama!
- O senin problemin.
- Sana kolay gelsin!
- Hemen gidiyor musun? Çalışmak ağır gelmiştir!

...

- Kalk! Selami kalk!
- Ha?
- Saat 6 oldu. Nöbet sırası sende.
- 6 oldu mu?
- 20 dak'ka var.
- 5 dak'ka daha yatıyım.
- Hadi kalk! Daha giyineceksin!
- Of! Tamam yaa!
İki günde bir nöbet tutuyorum. Abimle 24 saatte bir nöbeti değişiyoruz. Sabah 6'da başlayıp ertesi gün sabah 6'da bitiyor. Günde iki kez kumanya veriliyor. Tek yaptığımız herhangi bir saldırıya karşı belirli yerlerde gün boyu beklemek... Beklemek beklemek beklemek... Nöbetin güzel bir yanı da var: Hayaller kurmak... Venüs Kolonisi için gemi yapma fikri de bu nöbetlerden birinde aklıma düştü.
- Geldin mi uykucu!
- Gördüğün gibi geldim.
- Yolculuk ne zaman?
- Yakında. Çok yakında buradan kurtulacağız.
- Gerçekten inanıyor musun kurtulabileceğine?
- Tabii ki inanıyorum. Niye herkes bu kadar hevessiz! Bu şartlarda yaşamak çok mu hoşunuza gidiyor!
- Şartlar kimsenin hoşuna gitmiyor. Yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Bu yolculuk... Çok tehlikeli... Daha önce de Venüs'e gitmek isteyenler oldu ama...
- Bu bizim de başaramayacağımız anlamına gelmez.
- Neyse, uzatmayalım. Al bakalım silahı. Yarın görüşürüz.
- Tamam. İyi uykular abi.

...

Nöbet... Boşa geçen, ömrümden giden 24 saat daha... Nöbette bol vakit oluyor, o yüzden size hayatımı biraz daha anlatabilirim. Bizim kabilede her aileden en az bir kişi belirlenen yerde nöbet tutmak zorunda... Kabilenin üst yöneticilerinin aileleri hariç... Daha önce söylemedim, bizim aile üç kişi: Ben, annem ve abim. Babam yıllar önce öldü. Abimle beraber birimiz anneme yardım etmek için nöbet sırasında onun yanında kalıyoruz.

Her aile kayalara oyulmuş mağaralarında yaşıyor. Her aileye nüfusuna ve nöbet katkısına göre haftalık yiyecek ve yakıt yardımı yapılıyor. Yiyecekleri kurt çiftliklerinden, leşlerde yetişen kurtlardan temin ediyoruz. Ayrıca belirli aralıklarla komşu kabilelere ava gidiyoruz. Onlardan da yakıt, gıda, silah, cephane gibi ganimetler elde ediyoruz. Bu avlarda taşıyabildiğimiz kadar ganimet bizim oluyor. Elde ettiklerimizi sonra değiş-tokuş yapabiliyoruz ki gemim için elde ettiğim malzemelerin bazılarını buradan bazılarını hurdalardan bazılarını da çöplüklerden buldum.

En çok sevdiğim şeylerden biri de çöplükleri gezmekti. Kalede yaşayan insanların artıkları, eski insanların hatıraları, CD'ler, diskler, telefonlar... Bazen de ince kumaşa benzeyen sarımsı beyaz renkte, üzerinde yazı ve resimler olan dayanıksız şeyler buluyordum. Annem onların kitap olduğunu ve onların sayfalarının ağaçtan yapıldığını söylemişti. Eskiden o kadar ağaç varmış ki onlardan kitap bile yapıyorlarmış! Şimdi bir tanesini görmek için neler vermezdim. Artık çöplüklere de koruma sistemi yerleştirdiler, bu yüzden oralara yaklaşmamız çok tehlikeli...

...

- Hoş geldin, uykucu. Yarım saat geciktin.
- Abi... Gemi bitti!
- Bitti mi?
- Evet! Sadece balonu şişirmek ve son bağlantıları yapmak kaldı. Hazır olunca gidebiliriz. Ne zaman gidelim?
- Şey... Bilmiyorum ki. Anneme söyledin mi?
- Yok. Bu gece anca bitirdim. Geç yattığım için zor kalktım zaten. Ne zaman gidelim?
- Ben annemle konuşayım. Nöbet değişiminde bildiririm. Tamam?
- Tamam.
- Al bakalım silahı şimdi uykucu kaptan.

...

Yaşamak... Niye? Ne için? Ne kadar?

Ölmek... Niye? Ne için? Ne uğruna?

Anne, baba, oğul, kardeş... Niye? Ne için? Nereye kadar?

Kalmak... Kalmaktan daha zor gitmek... Gitmek... Gitmekten daha zor kalmak...

Gidiyorum. Yalnız... Gidiyorum, yaşamak için... Gidiyorum, ölmek için...

Arkama bakmıyorum. Arkama bakamıyorum. Eğer bakarsam... Gidemem.

Korkuyorum. Yalnızlığımı, acizliğimi, çaresizliğimi görüyorum. Öldüğümü görüyorum.

Gidiyorum, kendimi öldürmek için... Gidiyorum, kendimi yaşamak için...

...

- Güneydoğu yönünde uçan büyük bir cisim tespit edildi.
- Cismin büyüklüğünü ve özelliğini göster.
- Cisim yaklaşık 30 metre boyunda 5 metre çapında bir hava balonu.
- Ne kadar uzakta?
- Yaklaşık 6 km.
- Uçuş güzergâhı nedir?
- Güney batı istikametinde bizden uzaklaşıyor efendim.
- Üzerinde bomba benzeri bir tehdit görünüyor mu?
- Hayır efendim.
- Düşürün.

...

- Selami!
- Ne? Kimsin?
- Benim!
- Ama... Sen... Nasıl?
- Gideceğini anladım ve gizlice bindim.
- Ama... Neden?
- Sana demiştim gitmek istiyorum diye.
- Bu çok tehlikeli bir yolculuk... Benden izin alman gerekiyordu.
- İzin verir miydin?
- Tabii ki hayır!
- Demek ki doğru yapmışım.
- Of!
- Bir de sana söylemek istediklerim vardı...
- Sonra konuşalım. Önce gemiyi doğru yörüngede tutmalıyız. Sen arka tarafa geç ve şu ipleri tut.
- Tamam.
- Benim talimatlarımla ipleri kendine doğru çekeceksin.
- Tamam... Gemiye doğru bi'şey geliyor!
- Nerede?
- Arkamızda!
- Hemen yukarı tırmanmalıyız! Şu merdivenden!

...

- Hedef vurulmuştur efendim.
- Aferin.
- Efendim? İnsanlar Venüs'e gitmek istiyor. Onlara gerçeği açıklasak da böyle maceralara kalkışmasalar? Biz de onları vurmak zorunda kalmasak?
- Gerçeği mi açıklayalım?
- E... Evet efendim.
- Aslında Venüs Kolonisi'nin yıllar önce yok olduğunu? Dünya'nın su ve gıda kaynaklarının tükendiğini? Bu kurumuş, can çekişen gezegene kısılıp kaldığımızı mı açıklayalım? İnsanlığın son günlerini yaşayan bir ihtiyar olduğunu ve insanlık için artık hiç umut kalmadığını mı açıklayalım? Geri döndürülemez bir sürece girdiğimizi ve sadece sonumuzu beklediğimizi mi söyleyelim? Biraz umut herkes için iyidir. Eğer bu ufak umut kırıntısını da ellerinden alırsak, zaten canlarından başka kaybedecek şeyi olmayan insanlar bize neler yapar hiç düşündün mü? Sen kendi işine bak! Bir daha da bana böyle sorular sorma! Görevinin başına!

07 Mart 2018 9-10 dakika 11 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 6 yıl önce

    Bu günlerde 6496 yılından gelip de 2018 de sıkışıp kaldığını söyleyen var

    Uzayı bir boşluk dünyayı da merkez kabul edersek atladığımızı varsayalım 🙂 vay ki vay

    artık hiç bir şey insanları şok etmiyor gencecik şehit olanların dışında😙 vicdanlar ağlıyor hüngür hüngür