Gider Gibi Kalışlar
Karanlığın duvarlara işlediği, zeminin pislikten görülmediği - hatta belki renginin bile unutulduğu- pencerelerin gün ışığı alma vazifesini kirden resme bıraktığı bir yerdi adamın yaşadığı, yer demeye bin şahit isteyen. Adam, yaşamak demiyordu oysa nefes almanın zorundalığıydı çektiği.
Duman altınında altındaki odada temiz olan ve berraklığını kaybetmeyen tek şey adamın kalbiydi. Mekân kötüydü, tartışmasız. Kötü kelimesi utanırdı, içler acısı daha uygundu tarife.
Birinin gittiği anlaşılıyordu, diğerininse kaldığı. Kalanın içi gibiydi burası, harabe.
Kadının gidişi sinmişti oraya, buraya, şuraya. Sinmemişti aslında bulaşmıştı. Belki de bulaşmamıştı, yapışıp kalmıştı adeta.
Bir sigara daha yaktı adam. İçmek için değildi yine bu seferki. Kendi gibi içi yanan bir şeye daha ihtiyaç duymasıydı, acının dansında eşlik edecek biriydi aradığı. Sigara, yanıp biterdi. Peki ya adam? Yandıkça yanardı o; bitmezdi, bitemezdi, nasıl bitsindi? Ne kadar çok şey bırakmıştı kadın ona hatırlamak için. Unutulmaya müsaade etmezcesine, unutulmak istememişti belki de.
Ellerini yüzüne kapamış vaziyette oturuyordu adam, huzursuz bir yatak üzerinde. Çökmüştü omuzları, tek çöken omuzları değildi. Adam da çökmüştü, göz altları eşliğinde. Ağlamak istemiyordu. Erkekler ağlamazdı. İçinden geçirdiği bu tabuya inat düştü gözünden bir damla, isyankâr bir edayla.
Saçı sakalı birbirine karışmıştı adamın. Oysa aklı, tüm bu karışıklığın ve serkeşliğin karşısında kadınla ilgili her şeyi en taze haliyle hatırlıyordu. ??Hatırlamak'' demek istedi adam ama çıkan bir hıçkırık oldu ağzından. Kalp kırıktı, giderken kadının saçı da kırıktı, adam da hafif kırıktı aslında, mutfaktaki tek bardakta kırıktı. Adamın kırıkları toplamaya mecali yoktu. Olmazdı, olamazdı, nasıl olsundu? Erkekler ağlamaz diyene okkalı bir küfür savurdu adam. Zamanında kadın da ?'Seni seviyorum''larını savurmuştu, rüzgâr da kadının saçlarını savurmuştu, adam da kadın gidince savurmuştu kendini.
Hatırlamak olmasa...
Bitti sigara, hissedilenleri hissedercesine tüttü sonu. Duman altınında altına bir kasvet daha çöktü. Adam da biraz daha içine çöktü.
Tık tıkır tıkırt...
Hava da asılı kaldı, tıkırtı. Başını kaldırmadı adam, gömüldüğü sessiz yakarıştan. Duymadı aslında, duyamadı, nasıl duysundu ki kulağına hala kadının sesi çalınırken? Sahi sesi ne güzeldi kadının. Sesinin rengi vardı kadının, mordu. Derin ve tok.
Tık tık tık...
Duydu bu sefer adam. Kalkmaya hali olsa bakardı. Hırsız olsa çalınacak bir şeyi yoktu. Kaybedecek bir şeyi de yoktu zaten. Dipteysen eğer daha fazla düşemezsin, derlerdi ne de olsa.
Tıkırtılar yaklaştı. Bu tıkırtıların bir ruhu vardı, yaşanmışlık taşıyan, yorgun, bıkkın.
Tık tık tık...
Tam önünde bitti, ses. Adam ağırdan sattı kendini. Ağırdan almalıydı, almak zorunda kaldı, tükenmişlik eşliğinde.
Gelmişti kadın. Hafiften unutulmaya yüz tutanların tozlarını silkelemek için dönmüştü. Anıları tekrar
gün ışığına kavuşturmak için doğmuştu.
Ayağa kalktı adam. Uzun olsa da kadından, çökmüş haliyle daha bir ufak görünüyordu sanki. Biri daha sürünerek geçiyordu unutma yolundan, sonunun olmadığını bile bile. Unutmak yoktu, alışmak vardı yalnızca. O'nsuzluğa alışmaktı, meşakkatli yolun sonu.
Ağlamıştı kadın. Adama eşlik etmişti hiç fark etmeden. Bakıştılar. Adam yine kayboldu bu deniz yeşili kuyunun içinde. Dipsizdi kuyu. Kadın sadece bakmadı, gördü aslında bu gece siyahlığında, gidişini.
Uzandı kadının zarif, kalemvari elleri. Yavaşça tırmandı adamın sırtını. Özlemin dokunuşunu sezdi adam parmak uçlarında. Adam ağırdan aldı uzanışını, hayalse eğer hemen dağılsın istemedi. Büyüktü adamın elleri, acı sinmişti ayasına, yokluğuyla titremişti, gözyaşının tuzunu yemişti.
Sıkıca sargın ama bir o kadar da vurgun bir ifade kaldı bedenlerinde. Kadın adamın kokusunu içine çekti. Adamsa kadını içine çekti, bütünüyle.
Artık birbirlerine dönemezlerdi çünkü aslen kalpleri birbirlerinden ayrılmamıştı. Ayrılık yoksa dönüşte yoktu. Vuslat, onların ilacı değildi, bir zehirdi boğaz yakan, yaka silktiren, yıkan.
Çizerdi adam, yazardı kadın. Bu yüzden fantastik bir çizgi romanda buluşmuşlardı. Boyadı adam, onları. Buluttan balonları doldurdu kadın. Sonra bitti çizgi roman. Kadın üfledi bulutları, dağıttı nefesiyle. Son yazdı kadın. Yazdığı sonda kaldı. Adamsa silemedi boyadıklarını, karalayamadı çizdiklerini. Kadın vardı çizdiklerinde. Karalamadı, karalayamazdı, nasıl karalasındı?
Boynunu öptü, adamın nefesi. Gür siyahlığa daldırdı ellerini, biraz daha çekti kadını içine, biraz daha bütün oldular. Telaşsız halde boynundan yukarı çıktı dudakları adamın. Kulağında durdu kadının. Sakince, kısık boğukluğuyla fısıldadı adam. ?'Bizden gidemezsin.''
Yutkunamadı bile kadın, biliyordu çünkü. Denemişti defalarca gitmeyi. Gider gibi her defasında daha fazla kalmıştı. Misafir olduğunu düşünerek ev sahipliğini unutarak denemişti. Deniz yeşili dipsizlik bir incisini kaybetti. Yanaklarından süzülemedi, adamın yanağına çarptı incisi.
Elleri iki yana düştü, iki tarafın. Kadının dudakları aralandı. Adamdan sonrakilerin dokunduğu teni acıdı. Dengesini kaybetti. ?'Ama...'' dedi kadın. Devamını getiremedi çünkü ?'Sus!'' dedi adam. Kadın yokken yanına düşenlerin umutsuzluğuyla haykırdı.
Arkasını döndü ve yine gitti kadın. Bu sefer daha çok adamla kaldığını bile bile. Koridorda topuklu ayakkabının tanık oluşu yankılandı. Kapı kapandı yavaşça. Adam değiştirmemişti kilidi. Değiştiremezdi, nasıl değiştirsindi? Adının ardı misali biliyordu adam tekrar döneceğini.
Kalırken kadın aslında adam da onunla beraber gitti. Dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. Elbet gider gibi kalışlarının sonu olacaktı. Biliyordu adam ?'Bizden gidemezsin.''
Hüzünlü bir hikaye hayatın içinden dolu dolu yaşanmışlıklar. Kutlarım seni Nurefşan yürekten...😅