Güldürme Beni! 2.Bölüm
Adam kendini çekiştiren kıza doğru kafasını hiç kaldırmadan yan gözle bakıp, kulağında takılı olan kulaklığı çıkardı. Jun Hee ise neden sözlerine karşılık verilmediğini anladığı için az önceki sinirinden eser kalmamış halde bir adım geri çekilip adamın kendisine dönmesini bekledi. Adam; tencereyi karıştırdığı kepçeyi ocağın yan tarafına koyup yavaşça arkasını döndü. Tabi döndüğü anda; nerdeyse bir hafta önce koynunda sabahladığı kadını karşısında görmeyi beklemiyordu.
İkisi de sarhoş olsalar da o gece ne halt yediklerini çok iyi biliyorlardı aslında. Jun Hee karşısında Sang Wook'u görünce bir adım daha geri çekildi. Sang Wook ise hiç istifini bozmadan elini önünde ki tezgâha dayayarak "Evet. Ne vardı? " diye sordu. Jun Hee ise bu tanımamazlıktan gelme oyunu hoşuna gittiği için aynı şekilde devam etti. "Ben, şu dışarıdaki ilan için geldim. Gece çalışacak garson arıyormuşsun?" Sang Wook "Şartları az çok biliyorsundur. Müşteri gelmeden gelir ve en son müşteri gittikten sonra gidebilirsin. Ayrıca çalışma saatleri içinde sarhoş olmak yasak, yemeğin buradan, alacağın ücrette belli zaten. En düşük ücretten başlayacaksın. Ayrıca her gün 6 şişe soju (Güney Kore'nin özel içkisi, görünümü rakıya benzeyen) götürebilirsin evine. " deyip devam etti. "Eğer şartları kabul ettiysen hemen başlayabilirsin.
Jun Hee; şöyle bir etrafına bakıp "Peki tamam. Ama önce karnımı doyurmam lazım. Sabahtan beri iş arıyorum ve canım çıktı. " deyip yan tarafında duran tabureyi çekip üstüne oturdu. "Bir tas erişte verirsen ben de kendimi toplarım." Sang Wook yüzüne takındığı alaycı gülümsemeyle en sonda ki sandalyenin yanındaki paspası ve su kovasını getirip "Önce şuraları sil. Sonra yemek yersin." deyip kendiside ocağın başına döndü. İki insanın tanışması nasıl başlarsa başlasın, hayat devam ediyordu onlar için. Ve onlar; anlara ya da yaşanmışlıklara takılıp kalacak insanlar değillerdi. Ya da öyle lüksleri yoktu.
Böylece birlikte çalışmaya başladılar. İkisi arasında o yaşanan tek gece için tek bir laf bile edilmiyordu. Jun Hee'de artık evine dönmüştü. Ne de olsa, üvey annesinin bilmem kaçıncı aşkı gene bitmiş ve her şey aslında anormal olsa da o anormal normalliğe dönmüştü, bir evin içinde tek kelime etmeden yaşayan iki kadın. Sang Wook ise; hapisten çıktığından beri otel odasında kalmaktan bıktığı için büfenin biraz ilerisinde ki tek odalı öğrenci evlerinden birini kiralamış ve kalan bütün birikmişini de büfe işine yatırmıştı. İlk gençlik yıllarında yaptığı deli fişek hareketleri, içeride geçirdiği 7 yıl, fazlasıyla törpülemişti. Ne de olsa artık hata yaparsa sonunun ne olduğunu çok iyi biliyordu. Eski arkadaş çevresinden kimseyle görüşmek istemediği içinde, hapse girmeden önce yaşadığı yere, çıktıktan sonra adım bile atmamıştı.
Jun Hee, o sabah gene evde kendine hazırladığı özensiz kahvaltıyı yiyip soluğu dışarıda aldı. Hava soğuk olsa da dışarıda kar yağışı başlasa da evdeki meymenetsiz yüze tahammül etmek istemiyordu. İşine de alışmıştı. Nerdeyse 1 ay olmuştu başlayalı. Sang Wook ile bir kadın ve erkek arasında yaşanabilecek en özel şeyi yaşasalar da o gece hakkında ikisi de yemin etmiş gibi tek bir söz ya da en küçük bir imada bulunmamışlar ve bu da aynı yerde çalışmalarını kolaylaştırmıştı. Evden çıkarken gene üvey annesiyle yaptığı münakaşa canını sıkmış olsa da kulaklığını, soğuktan üşüyen kulaklarına geçirip bitmiş olan pillerine inat sanki bir şey dinliyormuş gibi ayaklarıyla ritim tutuyor, henüz yağan karın sulu yumuşaklığında şekiller çiziyordu.
Biraz dükkân vitrinlerinde vakit öldürüp, tatil günü olmasına rağmen cebinde eve dönüş biletinden başka parası olmadığı için çalıştığı büfeye doğru yürümeye başladı. "Ne de olsa bugün kapalı. Hem karnımı doyuracak bir şeyler hazırlarım, hem de ısınmış olurum." diye söylenerek büfenin içine girip koyu yeşil brandayı tekrar aşağı indirdi. Ve kapısını kapatıp içeri geçti. Ama içerde onu pekte hoş olmayan bir sürpriz bekliyordu. Sang Wook; Jun Hee'yi karşısında görünce, sarhoş ağız "Neden geldin? Bugün tatil günü değil mi?" diye sordu. Jun Hee ise aklının pratikliğine teşekkürlerini sunarak "Dün akşam burada cüzdanımı unutmuşum galiba. Ona bakmaya geldim." dedi ve devam etti. "Ama sen neden buradasın? Ve neden bu haldesin?" İkisi de iş dışında tek kelime konuşmadıkları için biraz tuhaf bir konuşma olsa da Sang Wook bunu fazla takmadan cevap verdi. "Sakince içebileceğim bir yer aradım. "
Jun Hee; Sang Wook'un yan tarafında duran soju şişelerine bakarak "Baya da içmişsin aslında " deyince, Sang Wook elinde ki soju şişesini gösterip "Sen de ister misin?" diye sordu. İşte Jun Hee'nin arayıp da bulamadığı fırsat ayağına gelmişti. "Peki." dedi ve boynunda asılı duran sırt çantasını çıkarıp ellerini birbirine sürterek önce orta yerde yanan küçük sobaya birkaç odun daha attı. Sonra da tezgâhın yan tarafına istiflenmiş olan soju kasasından 4 tane sojuyu alıp Sang Wook'un yanına gelip, yere bacaklarını uzatarak sırtını duvara yasladı. İçtiği ilk şişenin son yudumunda belki de biraz mayhoşluğunda verdiği rahatlıkla Sang Wook'a dönüp konuşmaya başlayacağı sırada, onun sessiz sessiz ağladığını fark edince "Neyin var senin? " diye sormaktan kendini alamadı. Normalde; ne başkalarının kendisine soru sormasından hoşlanır, ne de o başkalarına, kendini ilgilendirmeyen sorular sorardı. Ama bu kez ne olduysa kendini frenlemek istememişti.
Sang Wook; elinde tuttuğu şişeyi hafifçe büküp kendine doğru çektiği dizine yasladığı eliyle sallayarak, kısık bir sesle " Hayat işte. Daha ne olsun ki?" diye bilindik sarhoş sohbetine giriş yaparken, Jun Hee; tekrardan sıkıcı ayyaş muhabbetlerine katlanamadığı için yaslandığı duvara gerileyip, önünde duran boş taburelere çevirdi bakışlarını. "Aslında bugün de çalışsak iyi olurdu. Şimdi millet soğuktan donmuş tüneyecek yer arıyordur." dedi ve yeni açtığı şişeden bir yudum daha aldı. Ama midesi artık açlık sinyalleri vermeye başlamıştı. Tekrardan Sang Wook'a dönüp "Ben acıktım. Sen de bir şeyler ister misin?" diye sordu. Ama ondan hiçbir yanıt gelmeyince elinde ki şişeyi yan tarafına bırakıp ayağa kalkarak ocağın başına gitti. İki kutu hazır ramen (güney Kore'de yenilen sulu erişte yemeği) çıkarıp, sobanın üstünde kaynayan sudan alıp hazırladıktan sonra müşteriler için hazırda bulundurdukları mezelerden üç dört tabak çeşit hazırlayıp Sang Wook'un biraz ilerisinde duran masaya yerleştirdi.
"Senin içinde hazırladım. İstersen gel bir kaç lokma bir şeyler ye." demesine rağmen Sang Wook'dan hiç ses gelmeyince o da umursamayıp kendisi kuruldu sofraya ama işte taşa dönüşmesine birkaç milim kalsa da onun da bir yerlerde kalbe benzer bir organı vardı sonuçta. En sonunda dayanamayıp, oturduğu yerden ayağa kalkarak Sang Wook'un yanına gelip "Hadi kalk. Bir kaç lokma ye. Sonra gene devam edersin içmeye. " dedi Ama gene hiçbir tepki yoktu. Bu kez ayakkabısının ucuyla dürttü Sang Wook'u. Ve aynı anda elini uzattı. Sang Wook; kendine uzatılan ele bakıp, gözünden akan en son damlayı da sildikten sonra, Jun Hee'nin elini tutmadan ayağa kalktı ve sofraya gelip oturdu. Belli, o da acıkmıştı. Hızla bir kutu rameni bitirip, sendeleyerekte olsa ayağa kalkıp sofraya birkaç şişe daha soju getirdi.
Ama tam oturacağı sırada, aldığı alkolün etkisiyle; gözünün önü karardı ve sanki ayağının altında ki yer kayar gibi oldu. İşte o anda Jun Hee; daha fazla tepkisiz kalamayıp, oturduğu tabureden hızla kalkıp Sang Wook'un koluna girdi ve yavaşça kavrayarak tabureye oturttu ve söylenmeye başladı. "Sen içmeye devam et. Ben eve gideceğim artık. Dikkat et de dükkânı yakma ama." Sang Wook ise kendine yardım eden kızın gözlerinin içine bakarak, onun kendini bırakmasına müsaade etmeden, oturduğu yerden, hala ayakta duran Jun Hee'nin beline sımsıkı sarıldı. Ve "Biraz böyle kalalım. Lütfen!" deyip kaldığı yerden ağlamaya devam etti.
Jun Hee; hiç alışkın olmadığı ve hazzetmediği bu gibi dram filmlerinden fırlamış sahnenin tam ortasında kendini bulunca "Gitmem gerek. Bırak beni hadi. Aslında sende git bence. Evin nerde? Ben seni bırakayım." deyip Sang Wook'un ellerini belinden çekerek kendi ceketini giyip, sırt çantasını da gene boynundan geçirip Sang Wook'un askıda asılı olan montuna uzandı.
Sang Wook'da itiraz etmeden ve Jun Hee'ye yardımcı oldu ve beraberce dükkândan dışarı çıktılar. Evin kapısının önüne geldiklerinde; Sang Wook artık ayakta bile zor durur bir haldeydi. Jun Hee güç bela anahtarları alıp kapıyı açtı ve içeri girdiler. Odanın içi ne çok dağınık, ne de derli toplu denecek kadar düzenliydi. Yatağın üstü açık, muhtemelen dün gece çıkardığı çoraplar yatağın aşağısında ve küçük mutfağının tezgâhı da içki şişeleriyle doluydu. "İyice alkolik bu adam. " diye söylenip Sang Wook'u yatağın üstüne bir pelte gibi bıraktı. Eliyle burnunu tutarak yerde duran çorapları alıp pencereden dışarı atıp birazda havalansın diye camı açık bıraktıktan sonra pencereyi kapatıp buza kesen evden ayrılacağı sırada nedenini kendinin bile bilmediği bir his yüzünden kapıyı kapatıp tekrar Sang Wook'un yanına döndü. Yatağın kenarından yere düştü düşecek şekilde duran yorganı elleriyle ters yönde çırpıp Sang Wook'un üstüne örttü. Şimdi gönül rahatlığıyla evden ayrılabilirdi.
Ama tam bir adım atacaktı ki, Sang Wook kolundan kavrayıp yatağın içine çekti ve "Bu gece burada kal. Yalnız kalmak istemiyorum." dedi ve Jun Hee'nin gözlerinin içine bakmaya başladı. Jun Hee ise "Kalamam." deyip doğrulmaya çalıştı. Sang Wook ise tekrardan yineledi ve öyle bir şey yaptı ki...
2.bölüm sonu