Güldürme beni! 3.bölüm
Jun Hee tam bir adım atacaktı ki, Sang Wook kolundan kavrayıp yatağın içine çekti "Bu gece burada kal. Yalnız kalmak istemiyorum." dedi ve Jun Hee'nin gözlerinin içine bakmaya başladı. Jun Hee ise "Kalamam." deyip doğrulmaya çalıştı. Sang Wook tekrardan yineledi "Sana ihtiyacım var. Lütfen gitme!" deyip Jun Hee'nin dudağına küçük bir öpücük kondurdu ve kenara çekilip ağlamaya başladı. Kız tedirgin olmuş bir halde gidip gitmemek arsında tereddüt ederken, ömründe en sinir olduğu şeyle yüz yüze geliyor olması da cabasıydı. Ağlayan bir erkek kadar sinir olduğu bir şey olamazdı. Yatağın içinde oturur pozisyona geçip eliyle, yan tarafında, sırtı dönük halde ağlamaya devam eden Sang Wook'un sırtını, tıpkı bir çocuğu sakinleştirmeye çalışırmış gibi sıvazlarken bu iri kıyım heybetli adamın neden ağladığını da merak etmiyor değildi doğrusu.
İkisi de gecenin ilerleyen saatlerine doğru uykuya dalmışlar, ama Jun Hee dikkatsizliği yüzünden açık bıraktığı camdan gelen uğultu sesiyle sabaha doğru gözlerini açmıştı. İçerisi iyice buza dönmüş, dahası yanında yatmaya devam eden Sang Wook ateşler içinde yanıyordu. Hemen yataktan fırlayıp ne yapabileceğini düşündü. İlk önce camı kapatıp, ateşler içinde ki adamın yanına geldi. Tıpkı büyük annesi Yuri'nin, kendisi ateşlenince yaptığı gibi önce üstünde ki yorganı kaldırdı. Sang Wook'u uyandırmaya çalışsa da beceremediği için "Lanet olası alkolik. Senin yanında kaldığım için aptal olmalıyım. Ölüp gitsen başım derde girecek. Uyan çabuk kendine gel." diye söylenerek ve küfürler yağdırarak adamın üstünde ne var ne yok soyup, sıra terden sırılsıklam olan iç çamaşırlarına gelince bir an duraksadı.. Ama bu duraksama anı çok fazla sürmedi ve "Nasıl olsa her şeyini gördüm." diye düşünerek onları da güç bela çıkarıp adamı tekrardan yatağa yatırdı. Bu Jun Hee'nin yıllar sonra gösterdiği ilk insanlık kıpırtısıydı. Herkese kapısını kapayalı seneler olmuştu aslında.
Banyodan getirdiği içi su dolu leğene, yatağın yanında ki valizden bulduğu iki atleti de basıp iyice sıktıktan sonra katlayarak adamın nabzının attığı yerlere bastırmaya başladı. Ama bu şekilde ateşinin düşmeyeceği kesindi. Sorumluluk almak da istemiyordu. "En iyisi açık bir eczane bulup ilaç almak." diye söylenerek evden dışarı çıktı tabi dışarı çıkmadan anahtarları cebine almayı ihmal etmeden. Kar, hızını arttırmış, insanın yüzüne sertçe vurarak yağmaya devam ederken, sabahın olmasına birkaç saat kalmışken Seul'un henüz aydınlanmamış sokaklarında nöbetçi bir eczane aramak kadar sinir edici bir şey olamazdı. Jun Hee kendi mallığına küfrederek ilerde nöbetçi levhası yanıp sönen aydınlatmayla ışıklandırılmış eczaneyi görünce kaya kaya da olsa koşmaya başladı. Ne küfrettiği adama siniri kalmıştı, ne de kendine. Eczaneden içeri girip, masasının üstüne ayaklarını uzatmış halde horul horul uyuyan eczacı kalfasını görünce, adamın bacaklarını uzattığı masaya sinirle vurup kalkmasını bekledi. Kalfa uykusundan sıçrayarak uyandığında korku dolu gözlerle uyanmasına sebep olan kıza bakıyordu. "Bana ateş düşürücü, soğuk algınlığı falan için bir şeyler ver." deyip adamın hazırladığı ilaçları torbaya koymasını bekledi. Cebinden çıkardığı Sang Wook'un cüzdanından gerektiği kadar parayı alıp son anda aklına gelen şeyle geri döndü ve "Bir de aylık ped istiyorum" dedi. Onu da aldıktan sonra iyice donmuş halde eve geri geldi.
Sang Wook ilk uyandığı anda ki kadar olmasa da hala ter içinde yatıyordu. Aldığı ilacı yanına getirip adamı koluyla kendine çekerek zorlada olsa içirdi ve tekrardan bezleri ıslatıp aynı yerlerine koydu. Şimdi tek yapması gereken beklemekti. Kaçmak hiç aklına gelmemişti. Ya da gelse bile yorgunluktan kaçmaya mecali yoktu. Sinirle ısıtıcının ayarını düzenleyip yatağın karşısında ki her yanı dökülen ikili kanepeye uzandı ve karşısında yatan adamı seyre koyuldu. Sonra birden bire aklına gelen şeyle olduğu yerden doğrulup yavaşça Sang Wook'un yerde duran valizini eline alıp tekrar kanepeye gitti. Bir gözü Sang Wook'ta diğer gözü valizde ne bulacağını merak eden gözlerle karıştırmaya başladı. Küçük valizin en dibinde bir poşetin içinde bir sürü kâğıt parçası buldu. Poşeti olduğu gibi dışarı çıkarınca adamın hapisten yeni çıkmış olduğunu anlaması uzun sürmedi. Bir an irkilse de, bu güne kadar hayatın ona öğrettiği tek şey olan "Kimseyi yargılama!" düsturu geldi aklına. Kendiside defalarca hapse düşmekten kıl payı kurtulmuş biri olarak bunu çok iyi anlayabiliyordu.
Ama poşetin içini biraz daha karıştırınca bir resim ilişti gözüne. Resimde; Sang Wook, onun yanında bir kız ve onun yanında da bir erkek daha vardı. Kız çok güzeldi. Erkek ise en az Sang Wook kadar yakışıklı. "Kim bunlar acaba ?" diye merakla Sang Wook'un yüzüne çevirdi bakışlarını ama tekrar resme bakmaya başlaması uzun sürmedi. Sonra cebindeki cüzdan aklına geldi. Parayı alırken Cüzdanın içinde de bir resim olduğu gözünden kaçmamıştı. Merakla cüzdanı açtı ve "Evet haklıymışım." deyip iki resmi karşılaştırdı. Cüzdanda ki kız resmiyle, elinde tuttuğu resimde ki kız aynı kişilerdi. İçinde ki merak dürtüsünü resme son kez bakıp valizin içine kaldırırken valizi de tekrardan yerine koydu. "Neyse ne? Beni ilgilendirmez nasılsa." Demeyi de ihmal etmeden tekrardan Sang Wook'un yanına gelip dikildi. Yatağın yanında yanan silik ışığın yüzüne yansımasıyla eskisi gibi terlemediğini fark etse de gene de ateşini kontrol etme gereksinimi duyarak elini alnına uzattı. "Evet. Ateşi düşmüş. " diyerek tekrardan kanepeye döndü ve gözlerini kapadı. Ama tam uykuya dalacağı sırada duyduğu inleme şeklinde uğultulu ama kesik kesik konuşma tekrardan gözlerini açmasına neden oldu.
"Ben... Ben... Ben bunu bilerek yapmadım... Ben suçsuzum... Yardım edin bana... Baba... Yalvarırım yardım et bana. Yemin ederim ben kasten kimseyi öldürmedim... Baba..." Sang Wook rüyasında Kim Sun'u öldürdüğü anı ve sonrasında evine saklandığında polis tarafından nasıl yakalandığını hatırlıyordu. Tıpkı o gün gibi içinin yandığı sesinde ki titreklikten belliydi. Ama ne o gün, ne de ondan sonra kimseye kasten yapmadığını kanıtlayamamıştı. Tek suçu Kim Sun askerdeyken onun sevgilisi olduğunu bile bilmeden I Ma'ya âşık olmaktı. Genç kız, Sang Wook'a başka bir sevgilisi olduğunu söylemeden onunla vakit geçirmiş, yatıp kalkmış elinde ki parasını yemiş ve Kim sun askerden gelince de tekmeyi basmıştı. Bir gün hesap sormak için I Ma'nın yanına gittiğinde Kim Sung ve I Ma 'yı her zaman buluştukları kafenin izbe duldalığında sevişir bir halde yakalamıştı. Aralarında kavga çıkmış ve bir zamanlar aynı karede resim bile çekindiği arkadaşı, üstüne doğru mutfaktan kaptığı demir levyeyle gelirken o da korunma içgüdüsüyle daha 23 yaşında ki Kim Sung'u kendinden uzaklaştırmak için itmiş ama oğlanın kafası duvarda duran binanın temel demirine girmiş ve ayakta o şekilde can vermişti.
Ve sonrası bilindik hikâye. O güne kadar mahallenin gençleriyle gününü haytalık ve çizgi romanlardan fırlama bir kabadayılıkla geçiren her gün lafta adam asıp satan bu gencin hayalperest dünyası bire bin katılarak mahallede dedikoduları ayyuka çıkarmış ve hatta Sang Wook'un öldürdüğü başkaları olduğu bile söylenmişti. Hapiste geçen 7 senenin sonundaysa Sang Wook orda biriktirdiği para ile salıverildiğinde bir daha eski mahallesine asla uğramamıştı.
Jun Hee; duydukları karşısında gene şaşırsa da ona katil olmak bile ürkütücü gelmiyordu artık. Hele de kendisi de defalarca üvey annesini, eski patronunu rüyalarında öldürmüş ve hatta bundan zevk aldığını bile fark etmiş biri olarak katil olmanın aslında bir insana çok da uzak bir sıfat olmadığını en iyi bilenlerdendi. Kanepenin üstünde üşüdüğünü fark edip ayağa kalkana kadar da bunları düşündü. Etrafı aradı ama battaniye türü bir şey bulamadığı için son çare gene Sang Wook'un yanına uzanıp yorganı üstüne çekerek gözlerini kapadı. Öğlene doğru gözlerini açtığında gene yalnızdı. Eliyle ağzının kenarlarına iz yapan salyalarını silip dağılmış saçını karıştırarak, uykudan yeni kalktığı için titreyen bedenini yeniden yorganla sarıp ayağa kalktı. Kimsecikler yoktu evde. "Bu adamın huyu da bu herhalde." diye söylendiği sırada ise kapının kulpundan gelen açılma sesiyle o yöne doğru bakmaya başladı. Sang Wook; sabah kalktığında ilaç kâğıtları ve üstündeki atletten bozma bezleri görüp gece ne olduğunu anlayınca şöyle bir etrafına bakınıp kahvaltı hazırlamak istedi. Ama evde hiçbir şey olmadığı için dışarı çıkıp gene hazır ramenlerden alarak eve döndü. içeri girdiğinde dağınık saçlarıyla evin orta yerinde Jun Hee'yi görünce "Günaydın .." diyerek yanına geldi. Hazır kahvaltıyı kendice yenebilir hale getirip ortadaki üstü gazete eskileri ve birkaç faturayla dolu masanın üstünü eliyle düzeltip kahvaltıyı oraya bıraktıktan sonra "Gel hadi. " diyerek sofraya çağırdı kızı.
Jun Hee, elini yüzünü yıkadıktan sonra biraz daha kendine gelip, sanki dün gece hiçbir şey olmamış gibi sessizce gelip sofraya oturdu ve kendisi için hazırlanan rameni yemeye başladı. Bir yandan da etrafa bakınarak "Madem burada yaşamaya kararlısın, biraz çeki düzen versen iyi olur. Yoksa kirden her türlü hastalığı kapabilirsin. " deyip yüzüne takındığı ciddi üslupla devam etti. "Dün gece ateşlendin. Bende param olmadığı için cüzdanından biraz para alıp sana ilaç aldım. İlaçlar şu çekmecenin içinde. Ortalığın kalabalığında kaybolmasınlar diye oraya bıraktım." dedi ve tekrar yemeğe devam etti. Kahvaltıları bitip saat akşam kızıllığına dönerken ikisi de evden çıktı. Açılması gereken bir büfe ve onları dört gözle bekleyen müşterileri vardı. Büfenin içine girip günlük koşturmacaya başladılar. Jun Hee öncekinden daha rahat olduğunu hissetmişti Sang Wook'un yanında. Nedenini bilmese de onun hakkında bazı şeyler öğrenmek "Kusursuz, burnu havada." diye düşündüğü adamın yumuşak karnını bilmek daha yakın hissettirmişti belki de.
Müşteriler yavaş yavaş dükkânın içini doldururken içerde pişen eriştenin buharı ve yanan küçük sobanın sıcağı içeriyi daha da sıcak bir hale getiriyordu. Jun Hee işleri biraz hafifleyince Sang Wook'a göz işareti yapıp her zaman ki gibi sigara içmek için dışarı çıktığını söyledi. Jun Hee, brandayı açıp dışarı çıktı. Cebindeki sigara paketinde kalan son sigarayı çıkarıp buz gibi esen rüzgâra rağmen, elinin duldalığında ateşlediği çakmakla yaktı ve yavaşça dudaklarına götürdü. Çektiği ilk nefesi ciğerlerinden tekrar dışarı verirken bir tane daha çekti. Sigarasını tuttuğu elini hafifçe yana indirirken, ayakları da soğuk hava yüzünden yerde tepinmeye devam ediyordu. İşte tam bu sırada sırtına yediği okkalı bir yumrukla gerisin geri önünde durduğu büfenin içine savruldu.
3.bölüm sonu