Güldürme Beni! 4.Bölüm

Jun Hee, brandayı açıp dışarı çıktı. Cebindeki sigara paketinde kalan son sigarayı çıkarıp bu gibi esen rüzgâra rağmen, elinin duldalığında ateşlediği çakmakla yaktı ve yavaşça dudaklarına götürdü. Çektiği ilk nefesi ciğerlerinden tekrar dışarı verirken bir tane daha çekti. Sigarasını tuttuğu elini hafifçe yana indirirken, ayakları da soğuk hava yüzünden yerde tepinmeye devam ediyordu. İşte tam bu sırada sırtına yediği okkalı bir yumrukla gerisin geri önünde durduğu büfenin içine savruldu. Vuran kişi hırsını alamamış olacak ki Jun he ne olduğunu bile anlayamadım bir tepikte karnına aldı. Tabi bu arada içeriden çığlık çığlığa bu olaya tepki veren müşteri, olası bir şahit yazılma korkusu yüzünden Jun he dayak yemeye devam ederken büfeden çıkma telaşın düşmüştü bile.

Sang Wook ise; elinde ki büyük kepçeyi içinde ki erişteyle birlikte yere fırlatıp Jun He'nin yanına geldiğinde başında duran kadın hala tepik savurmaya devam ediyordu. "Sen kimsin? Kimsin ha? Nasıl olurda benden o evi almaya çalışırsın?" Kadın cırtlak sesiyle bağırırken, Sang Wook kadının yanına gelir gelmez arkasından yakalayıp belinden sararak büfenin başka bir tarafına savurdu. Kadın savrulmanın şokuyla kolundan düşen çantayı bulmaya çalışırken, Sang Wook ise önce yerde ki Jun He'ye eğilerek nasıl olduğunu kontrol edip daha sonra sinirle ayağa kalkarak "Ajumma (Korece Teyze), Sen ne yaptığını sanıyorsun? Derdin ne senin?" diye kadına bağırmaya başladı. Kadın ise hala yaptıklarını haklı çıkarma telaşında olduğu için "Bu kaltağın yeni dostu sen olmalısın? Söyle ona, o evi, benden almasına izin vermeyeceğim. Hele bir daha o eve gel. Gör o zaman seni nasıl öldürüyorum. ." deyip yeni perma yaptırdığı saçlarını eliyle düzelttikten sonra Jun He'ye doğru okkalı bir tükürük savurup büfeden çıktı.

O büfeden çıkarken Jun He ise dudağından akan kanı koluna siliyordu. Biraz önce tepeleme dolu olan dükkânda Sang Wook ve ondan başka hiç kimse kalmamıştı. Sang Wook kolundan tutup yavaşça ayağa kaldırdı Jun Hee'yi ve hiçbir şey sormadan boş taburelerden birine oturtup "Sen bumda bekle." diyerek hızla büfeden ayrılıp karşı kaldırımdaki eczaneye gitti. O eczane'den ilk yardım için bir şeyler alırken Jun He'de üvey annesine sinirle ve küfürler yağdırarak söyleniyordu. "Deli. Pis fahişe. Babamdan kalan evi sana ve dostlarına yedireceğimi sanıyorsan yanılıyorsun. O evi senden alacağım." Aslında Jun He'nin tek derdi evi sattırıp aldığı parayı ikiye böldükten sonra yarısını üvey annesine vererek o kadının yüzünü bir daha görmek zorunda kalmamaktı. Ama kadın bu kez çok ileriye gitmişti. Hem onun yüzünden Sang Wook'un da iş yeri dağılmış müşteriler kaçıştığı için en azından bugünlük hâsılatın yerinde yeller esmişti. Kendi yüzünden başka birinin daha zarar görmesi daha çok canını sıkmıştı Jun He'nin.

Sang Wook dükkâna geldiğinde, Jun Hee'de eline atkısını almış boynuna geçiriyordu. Sang Wook "Nereye? Bu halde nereye gidiyorsun?" diye sormasına rağmen ilk başta cevap vermese de Sang Wook önüne bir set gibi durunca "Çekil önümden. Gidip o kadına haddini bildireceğim. Öldüreceğim o kadını." diyerek içinde ki nefretin ne kadar büyük olduğunu belli eder tarzda konuşunca, Sang Wook yıllar önce kendi yaptığı hatayı hatırlayıp "Öldürmenin bu kadar kolay olduğunu sana kim söyledi. Eğer öldürünce her şeyin biteceğini sanıyorsan durma git. Ve öldür. Ama öldürene kadar içini acıtan ve bir müddet sonra hayatından kaybolacak bu kadın, eğer onu öldürürsen ne olur biliyor musun? " diye sordu. Jun Hee; Sang Wook'un neden böyle konuştuğunu bildiği için "Hapis yatmaktan korkmuyorum." dedi ve paltosunu giymeye devam etti. Sang Wook ise, Jun Hee sormamasına rağmen konuşmasına devam etti. "Öldürdükten sonra bitmeyecek bir kâbus olur. Her an onu öldürdüğün anı yaşarsın. Ölürken ki bakışları, gözleri asla gitmez gözlerinin önünden. Ve ne kadar suçlu olduğuna inansan da bir daha kendini affetmezsin." deyip Jun Hee'nin yanına gelip kolundan çekerek "Şimdi otur şuraya ve şu yaralarına bakalım. "dedikten sonra taburelerden birinin üstüne oturttu yeniden.

Jun he, gerçekten öldürmek maksadıyla gitmiyordu ama o kadını görünce nevrinin döndüğü de bir gerçekti. O nedenle Sang Wook'un dediği gibi sakinleşmeyi beklemek daha mantıklı geldi. Bu arada az önce duyduğu sözlerden Sang Wook'un derin sessizliğinin ve dün gece ki bitmez gözyaşlarının arkasında yatan asıl nedeni de daha iyi anlamıştı. Sang Wook; sönmek üzere olan sobaya bir kaç odun daha attıktan sonra eline az önce tezgâhın üstüne bıraktığı ecza poşetini alıp, Jun He'nin tam karşısında ki tabureye gelip oturdu. Poşetten çıkarttığı suyu Jun Hee'ye uzatıp bunu iç ve ağzını çalkalayıp geri tükür dedi. Jun He'de uysal bir çocuk gibi denileni yaptı. Sang Wook; tıpkı annesinin küçükken Jun He yaralandığında yaptığı gibi nazik ve ilgili bir sesle yardım ediyordu Jun He'ye ve bu da ister istemez Jun He'ye özlemini çektiği aile sevgisini yıllar sonra tekrar hissettirmişti. Ağzında ki suyu dışarı çıkıp kapının yan tarafına tükürdükten sonra tekrar içeri geldi. Sang Wook ise elinde ki kremi çubuğun ucuna almış, tekrar kalktığı tabureye oturan Jun Hee'nin dudağına sürmeye başlamıştı. İkisinin de bakışları bu şefkat anlarında defalarca kez göz göze geliyordu. Ve ister istemez bu anlar yaşadıkları o tutkulu geceyi hatırlatıyordu bu sevgi yoksunu iki gence.

Tıpkı en iyi sevişmelerin en büyük kavgaların ardından yaşandığı gibi ikisi de o an da birbirini deli gibi istemeye başlamıştı. Tek sorun ilk hareketin kimden geleceğiydi. Sang Wook dalıp gittiği dudaklardan gözlerini çekip önünde duran ilk yardım malzemelerini poşetine koyarken Jun He'de ayağa kalkıp açık duran brandayı indirip kapıyı daha da sıkı kapattı. " Bu saatten sonra gelen olmaz nasılsa." diye söylenmeyi de ihmal etmiyordu. İki elini de pantolonunun arka ceplerine sokup tam büfenin içine döndüğü an da ise Sang Wook'ta elinde ki yara bandı çöpünü atmak için kapı ağzında ki çöpe doğru yaklaşmıştı. İşte tam o anda Jun Hee'yle yeniden göz göze gelince ikisi de sadece bir salise düşünüp hızla birbirlerinin bedenlerine yaklaştılar. Sang Wook; tutkuyla dudaklarına yapıştığı genç kızın, üstünde ki montu çıkarmaya çalışırken, Jun He'de Sang Wook'un üstünde ki kazağı çıkarmanın derdine düşmüştü. Ama bu arada dudaklarını asla birbirlerinden çekmiyorlardı.

Paltoyu, atkıyı, bluzu, onun içinde ki gömleği, Jun He'nin iki kat üst üste giydiği bluzları bir bir çıkardılar, büyük bir telaş ve tutkuyla. Sang Wook'un üstünde sadece kot pantolonu, Jun He'de ise sutyeni ve kot pantolonu kalmıştı. Sonra Sang Wook hızla Jun He'yi belinden kavrayıp kucağına aldı. Jun He'de bacaklarını Sang Wook'un sırtına doladı. Şimdi daha da hızlanmıştı öpücükleri. Ve değdiği her yeri yakan cinstendi tutkuları. Sang Wook kucağında tuttuğu kadının bir müddet ayakta öpüp okşamaya devam ettikten sonra hemen arkalarında bulunan mutfak tezgâhının yanına geldi. Kucağında ki kızı bırakmadan tezgâhın üstünde hala durmakta olan yumurta kartelini, ketçapı, su dolu sürahiyi yarım peçete paketini eliyle kenara çekiştirirken düşen yumurtaların ve kırılırken şan gırt diye ses çıkaran sürahinin akıbetini ikisi de umursamıyordu. Tek dertleri bir an önce birbirlerinin bedenlerinde içlerinde ki acıyı, tutkuyu, hırsı ve hayattan alamadıkları o zevki alabilmekteydi.

Tezgahın üzerine yatırdığı kızın aşağı doğru sallanan bacaklarından tek hamlede çıkardığı kot pantolonunu büfenin içine fırlatıp atarken Jun Hee'de Sang Wook 'Un ellerini kendi bedenin de gezdiriyordu. EN sonunda kızın üstünde alan sutyeni de tek hamlede çıkarıp artık bir bütün olmak için önlerinde bulunan son kırıp attılar. Bir saat kadar sonra ikisi de üstlerini giymiş, Sang Wook kırılan yumurtaları toplarken Jun He'de ortalığa pas pas yapmakla meşguldü. İşleri bittikten sonra Sang Wook "Gidelim artık." deyince Jun He'de "Tamam. " dedi ve birlikte büfeden dışarı çıktılar. Çok ilginçti ama ikisi de onca soğuğa rağmen üşümüyorlardı. İçlerinde sanki yanmaya başlamış bir ateş vardı ve bundan ikisi de memnundu. Büfeden çıkıp yürümeye başladılar. Sang Wook evine gidiyordu peki ama Jun Hee. İşte bunu Jun Hee bile bilmiyordu. Henüz maaşını almadığı için saunaya gidecek parası da yoktu. Ve hayatta en nefret ettiği şey birine kene gibi yapışmaktı. Belki Sang Wook'la ilişki yaşamamış olsa onun evinde kalmayı isteyebilirdi ama şimdi bunu isterse en sinir olduğu şeyi kendisi yapmış olacaktı.

Sang Wook ise ortalığı toplarken Jun he'nin ağzından dayak atan kadının ve neden böyle bir şey yaptığını öğrendiği için az çok durumu tahmin edebiliyordu. Dün kendisi hastayken bile "Param olmadığı için cüzdanından para aldım" dediğini bildiği için parasının olmadığını biliyordu. Jun Hee ise en fazla gider büfede yatarım diye düşünüp her zaman ki otobüs durağının oraya gelince "İyi geceler." diyerek durdu. Sang Wook ise ellerini montunun cebinden çıkarmadan Jun He'nin montundan çekiştirerek "Bu gece bende kal." dedi. Jun he ise kendisine acıdığını düşündüğü için "Gerek yok. Ben kalacak bir yer bulurum." deyip geri çevirdi. Ama Sang Wook'un geri adım atmaya niyeti yoktu. "Gece yine hastalanırsam. Bu gecede ben de kal yarın sana uygun bir yer buluruz." deyip Jun He'yi ardı sıra çekiştirmeye devam etti. Jun he bu durumdan rahatsız olsa da Sang Wook'un onu gücendirmemek adına kendi durumunu öne sürmesi ve hatta bugün üvey annesi onu döverken kadını büfenin bir ucuna fırlatışı çok hoşuna gitmişti. Sang Wook'un ardından sırıta sırıta yürümeye devam etti.

Beraber eve geldiklerinde sabah yaptıkları kahvaltının çöpü sehbanın üstünü şenlendirmeye devam ediyordu. Ama olsun. Bu iki yalnız kovboy belki de birbirini bulmanın hazzına bu gece bir kez daha varacaktı. İkisi de yalnızdı. Ve bir şekilde aileleri onları terk etmişti. İkisi de yalnız olmayı seviyor ve fazla konuşmuyordu. Ve ikisinin de saklamak istediği acıları vardı. Ama kader onları bir şekilde bir araya getirmişti. Her yol bir sona çıkardı nasıl olsa. Belki de hayatlarında ilk defa sonunu düşünmeden ve bir son belirlemeden birbirlerini tanıyor olmanın sıcağıydı Ocak ayının bol karlı ve kuzey rüzgârının insanı delecek kadar soğuk olan gecesinde içlerini ısıtan şey.

4.Bölüm Sonu...

01 Mayıs 2013 10-11 dakika 22 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar