Güldürme Beni 5.bölüm
O gece Jun Hee ve Sang Wook gene aynı yatakta sabahladı. Jun Hee içinde ki öfke ve hırs yüzünden yatağın içinde sağı sola, solu sağa katıp dursa da Sang Wook çoktan uykuya dalmıştı. Aldığı grip ilaçları uykusunu getiriyordu.
Sabah gözlerini araladığında yatağın içinden çıkmadan sağ tarafına döndü. Jun Hee'nin yanında olmadığını görünce, hafifçe doğrularak evin içinde ki tuvaletin kapısının olduğu yere çıkan küçük koridora baktı. Işık yanmıyordu. 'Nereye gitti acaba?' diye düşünerek yataktan kalktı. Karnı en son gittiği kilisenin ağır çanları gibi çalıyordu resmen. Hapishanedeyken gittikleri kiliseyi hatırladı bir an. Temizlik ve tamirat işleri için hapishane yönetimi tarafından ıslah etme çalışması olarak götürülmüşlerdi. Ama pederin onca konuşmasına rağmen Sang Wook'un aklında sadece o tarihi devasa çanların çıkardığı sesler kalmıştı.
Mutfağa gidip hazırda bir şey olup olmadığına baktı. Ama düzenli bir alışveriş yapılmayan bu evde hazır da bir şey bulmak bu devirde balkabağından at arabası yapmak gibi bir şeydi. O an fark etti. Ne ara böyle pasaklı, vurdumduymaz, savruk olmuştu ki bu adam. Hapishanede çakmağı bile milim kıpırdasa kavga çıkaran adam içinde bulunduğu eve öylesine bakıp 'Gerçekten toparlanma vakti gelmiş.' Diye düşünerek devam etti söylenmeye. 'En iyisi gidip büfede bir şeyler atıştırmak. Yoksa burada besin zehirlenmesinden ölebilirim.' Diyerek buzdolabından çıkardığı küflenmiş meze kutusunu çöpe atıp evden çıktıktan sonra da Jun He'nin tekrar gelebileceğini düşünerek kapıya 'Ben büfedeyim.' Yazan bir kâğıt iliştirdikten sonra buz gibi havaya inat yola koyuldu. Büfeye geldiğinde soğuktan buzla çevrelenmiş kapıyı zorlayarak olsa da açıp içeri girdi. İlk iş sobaya birkaç odun ve kâğıt parçasıyla tutuşturmak oldu. Soba ağır ağır yanmaya başlarken o da ocağın yanına gidip, acil sinyali veren midesini artık doyurmak için bir şeyler hazırlamaya başladı.
Bir saat kadar sonra ise Jun Hee sinirli bir halde büfeden içeri girip başında ki bereyi çıkararak öfkeyle taburelerden birine oturdu. Sang Wook ne oluğunu anlamak için ' Bir şey mi oldu? ' diye sorunca, Jun He oturduğu yerden ayağa kalkıp hala elinde tuttuğu bereyi montunun cebine soktu ve 'Ne olabilir ki? Üvey annem olacak o sürtük dün buradan gittikten sonra ev üstünde hak iddia edememem için bir şeyler yapmaya çalışmış. Babam öldükten sonra benim sorumluluğum ona verilmişti. Ve o zaman bana bir kâğıt imzalatmıştı. Meğer o kâğıtta evin bütün haklarını ona devrettiğim yazılıymış. Nerden buldu bilmiyorum ama bir adam ayarlamış ve evi sanki ona satmış gibi göstermiş. Senin anlayacağın elim kolum bağlandı. Ne yapacağımı bilmiyorum' deyip tezgâhın yanında ki kasadan bir şişe soju alarak tezgâhın kenarında ki mermere vurup kapağını çıkardı ve tepesine dikti.
'Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?' diye sordu Sang Wook. 'Hiç bilmiyorum. Avukatın dediğine göre imzaladığım kâğıt yasal açıdan geçerliymiş. Küçük yaşta imzalamış olsam da bu satış işleminden benim de haberdar olduğumu söyleyebilir ve ev satıldığında onunla beraber içinde yaşıyor gözüktüğüm içinde açılacak bir davada evin satışından aldığı parayı ikiye bölüp bana da pay verdiğini söylerse elime hiçbir şey geçmezmiş. Senin anlayacağın elimde ki son şeyi de kaybetmiş oldum.' Dedi ve sustu. Tam o an da içeri doluşan müşteriler yüzünden konuşma orada zoraki de olsa sonlanmıştı.
Jun Hee'nin yapabileceği tek şey üvey annesinden özür dileyip ondan hakkı olan parayı geri vermesini beklemekti. Ama bunun hiçbir işe yaramayacağını adı gibi biliyordu.
O gece geç saatlere kadar büfeyi çalıştırıp gene saat iki gibi ayrıldılar. Bu kez Sang Wook'un teklif etmesine gerek kalmadan Jun He tıpış tıpış onu takip etti. Eve girer girmez 'Of. Bu gece gerçekten çok soğuk!' diye söylenen Sang Wook üstünü bile çıkarmaya gerek duymadan yatağın içine girip yorganı üstüne çekti. Jun Hee ise yatağın yanından teğet geçip kanepenin yanına geldi. Sang Wook 'Ne yapıyorsun orada? Gelsene.' Diye seslense de Jun Hee onu umursamadan kanepenin üstünde ki kirli çamaşırları, gazete ve ilaç kutularını yere indirip montunu katlayarak kanepenin bir ucuna koyup içer ki odada bir önceki kalan kiracıdan kalmış olduğunu düşündüğü battaniyeyi alıp geldi ve Sang Wook'un şaşkın bakışları arasında 'İyi geceler.' Diyerek kanepeye yatıp sırtını döndü ve gözlerini kapadı. Sang Wook'tan hafifçe gelen horultu seslerinden sonra ise gözyaşlarını dökmeye başladı. İçten içe içinde bulunduğu duruma, gelmişine, geçmişine ve en çok da üvey annesine küfürler yağdırıyordu.
'Dünya gerçekten çok zalim. İnsanlar ise birer şeytan. '
Sabah uyandığında Sang Wook'u mutfak önlüğünü üstüne geçirmiş halde mutfakta bir şeyler hazırlarken bulmak ise en son aklına gelecek şeydi. Jun He'nin uyandığını fark eden Sang Wook ' Bu gün işin var mı?' diye sordu. Jun He ise 'Artık ne yapacak işim, ne de gidecek bir yerim var. Emrine amadeyim.' Deyip zoraki bir gülücükle karşılık verdi karşısında duran bu uzun boylu adama. Yenen kahvaltının ardından ise Sang Wook'un planı üzerine büyük temizlik programına geçiş yaptılar. Sang Wook önde Jun He arkada elinde bir kâğıt ve bir kalem, sanki 1000 metre kare bir evin eksiklerini yazıyormuş gibi yüzünde ciddi bir ifadeyle Sang Wook'un dediklerini eksik listesine yazmaya başladı.
Neler yoktu ki listede. Ama tabi bu liste alışverişe gitmeden önce birkaç kez daha gözden geçirilecekti. Önce evde ne kadar kırık dökük eşya varsa hepsi yavaşça dışarı taşındı. Dün gece Jun He'nin yattığı o kırık kanepede dâhil. Daha sonra da ev nerdeyse boşalmış olduğu için bu iki kimsesiz ellerine aldıkları süpürge ve paspaslarla evi temizlemeye başladılar. Ara ara birbirlerine attıkları küçük bakışlar hariç pek konuştukları söylenemezdi. Ama gözleri ne zaman birbirine değse ikisinin de yüzünde tatlı bir gülümseme peyda oluyordu. Tabi Sang Wook'un çalışırken mırıldandığı o çocuk şarkısı Jun He'nin daha da çok gülmesine ve hatta kahkaha atmasına neden olunca Sang Wook elinde ki köpüklü bezi leğenin içine fırlatıp hızla Jun He'nin yanına geldi ve şarkıyı daha yüksek bir sesle Kızın kulağının dibinde söylemeye başladı. Jun He eliyle Sang Wook'u itmeye çalıştıkça Sang Wook daha da yakına geliyordu. En son Jun He'nin kahkahaları evin dışından duyulacak hale gelince Sang Wook elinde kalan cansız köpük kabartısını Jun He'nin yanağına sürüp biraz önce ki borazan sesinin aksine daha sakin ve kısık bir ses tonuyla 'Gülmek sana çok yakışıyor.' Dedi ve arkasını dönüp tekrardan işini yapmaya devam etti.
Ama Jun He yanından geçip giden adamın siluetine bakıp bambaşka düşüncelere dalmıştı. Onun için aşk diye bir şey yoktu. Sadece tek gecelik ilişkileri olmuştu hayatta. Asla uzun süreli beraberlikler yaşama taraflısı olmamıştı. Çünkü her şeyin bir sonu vardı ve birine bağlanmak yada bağlılık yemini etmek kadar saçma bir şey olamazdı. Anne babalar bile evlatlarını çaresice bırakıp gidebiliyorlarsa kimsenin ona güven kelimesinden bahsetmemesi lazımdı. Ama şimdi önünde duran pantolonunun paçalarını dizine kadar çekmiş ve eğildiği yerden ha gayret odanın döşemesini silen bu adama karşı başka hiç kimseye hissetmediği kadar yakın hisler duymaya başlamıştı. Bunun saçma olduğunu biliyordu ama bu hissin de farkındaydı.
Temizlik bittikten sonra en yakın markete gidip mutfak için hem tabak, kaşık vs. hem de yiyecek bir şeyler almak için evden çıktılar. Hava gerçekten çok soğuktu. Ve tüm gün kar yağmadığı için yollar haddinden fazla buzluydu. Jun Hee evden çıkarken küt diye yere yapışınca Sang Wook onu yerden kaldırmıştı ama birkaç adım sonra Sang Wook'ta köşeyi döneyim derken aynı kaderi yaslayınca Jun He'nin yerden kalkması için uzattığı eli tuttu ve marketin içine girene kadar sıkıca tuttuğu eli hiç bırakmadı. Gerçi Jun Hee'de elini çekebilmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Market arabasıyla tura başladıklarında Sang Wook arabayı kullanıyor Jun He ise elinde ki listede olan şeyleri bulup arabanın içine atıyordu. Tabii arada Sang Wook'un arabanın içine attığı haddinden fazla temizlik maddesine itiraz ederken küçük tartışmalarda yaşanmıyor değildi. En son mutfak eşyalarının olduğu reyonlarının yanına geldiler ve oradan da en fazla dört kişinin aynı anda yemek yiyebilmesine yetecek kadar tabak, kaşık vs. alıp kasaya yöneldiler.
Marketten çıktıklarında ise Jun hee elinde ki poşetlerle attığı ilk adımda nerdeyse yere yığılacakken Sang Wook durumu fark edip belinden kavrayarak kendine çekti. 'Anlaşıldı. En azından kış bitene kadar el ele tutup gezmek zorunda kalacağız ..' deyip tuttuğu elin parmaklarının içine kendi parmaklarını iyice geçirip yan gözle de Jun Hee'nin tepkisine bakmayı ihmal etmeden yürümeye devam etti.
Onların yapayalnız geçirdiği senelerden sonra ilk kez ısınıyordu kalpleri. Ve onca acıdan sonra ilk kez birine güvenmek istiyorlardı. Hiçbir zaman aralarında bir teklif olmadı. Ya da yaşadıkları ilişkiyi bir kılıf altına sokmaya gerek duymadılar. Sadece yaşamaya başladıkları şeyden hiç tatmadıkları mutluluğu bulup çıkarmaktı tüm dertleri. Hiç olmayan aileleri olacaklardı beklide birbirlerinin.
Ne olursa olsun ikisi için hayat şimdi yeniden başlıyor gibiydi. Ve ikisi de çoktan dibe vurmuştu bir zamanlar. Ve artık nefeslerini tutup su yüzüne çıkmanın zamanı gelmişti belki de kim bilir?. İşte böyle başladı Jun Hee ve Sang Wook'un beraberliği hiç nedensiz, belki de bütün nedenler onları bir araya getirmek içindi. Sonuçta buluşmalarına vesile olan içinde ki acıları unutmak isteyerek dibini buldukları içki şişeleri değil miydi?
3 ay sonra;
Yağmurlu bir gecenin sonunda izbe bir motelin küf kokan yatağında birbirlerinin olan bu iki beden az sonra onları bekleyen yeni dünyaya girmek için heyecanla sıralarını bekliyorlardı.
Peki, gerçekten sonsuz dek mutlu yaşadılar sözü onlar içinde söylenebilecek miydi?
5.bölüm sonu
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.