Güldürme Beni! 6.bölüm

O gün market dönüşü ikisinin arasında teklif edilmemiş olsa da daha önce bedenleri defalarca kez birleşen bu çiftin kalpleri de birleşmeye başlamıştı. Beraber aynı evin içinde güle oynaya geçmiyordu belki hayat en azından her zaman. Ama gene de birbirlerinin yaralarına iyi geldikleri bir gerçekti. Jun He'nin babasından kalan tek evi üvey annesine kaptırması içine otururken, Sang Wook'un da kendi ailesinin yüz çevirmesi yüzünden yaşadığı sıkıntılar bu iki genci daha da yakınlaştırmıştı birbirine.

Birbirlerinin geçmişleri hakkında, eğer ortada bir konu yoksa asla soru sormuyor, biri derdini diğerine dökmek isterse de sabırla metanetle dinleniyordu. Sanki kusursuza yakın herkesin yaşamak isteyeceği bir aşkı onca problemin, maddi sıkıntının ve de diplere gömülmüş acıların içinde yaşıyorlardı. Belki adına aşk deyip canım, cicim, bir tanem, seni seviyorum diye sözlere dökmüyorlardı pek ama; bakışları, dokunuşları, arzuları, gülümsemeleri bile onları tanımayan insanların ilk bakışta anlayabileceği bir durumu gözler önüne seriyordu. Onlar birbirleri için yaratılmış ve birbirlerini daha iyi anlamak için onca sıkıntıdan geçmiş bir sürü yaftayla etiketlenmiş gibiydiler.

Market alışverişini yaptıktan 2 hafta kadar sonra büfeye gelen biri onların içlerinde yanan kıvılcımı körüklemeye yetip artmıştı bile. Jun He elinde paspas her zaman ki gibi büfenin içini paspas yaparken müşterilerde birer ikişer içeriye gelmeye başlamıştı. Sang Wook 'Elini çabuk tut. Hadi!' diye söylenirken Jun He o gün içinde olan sıkıntı yüzünden bir türlü işe konsantre olamıyordu. Her zaman sıkıntılarını kendi kalbinin derinliklerine gömdüğü için pek de fazla diline döküp Sang Wook'a da anlatmıyordu ama üvey annesi aklına her geldiğinde delirecek gibi oluyordu.

Sang Wook büfede bitmiş ve acil kullanması gereken birkaç malzemeyi almak için büfenin 50 metre ilerisinde ki markete giderken Jun He'de elinde ki paspası kapının arkasına koyup gelen müşterilerden sipariş almaya başladı. İşte tam o sırada büfeden içeri giren oldukça güzel ve genç bir kadın boşta kalan son tabureye de oturup 'Soju lütfen.' Dedi ve çantasından çıkardığı telefonu masanın üstüne koyup etrafı gözlemeye başladı. Onun aklından neler geçiyordu bilinmez ama Jun He o kızı görür görmez hiç sevmemişti. Hani bazen ilk bakışta hoşlanmadığımız ve ilerde ne yaparsa yapsın sevmeyeceğimiz insanlar olur ya işte öyle bir elektrik yayıyordu kız etrafına. En azından büfenin içinde hayran gözlerle kızı seyreden müşterilerin aksine Jun he öyle düşünüyordu. Zaten oldum olası mükemmel görünen insanlardan nefret etmişti.

Belki kendi hep kusurlarını dışarı vurduğu için beklide asla mükemmel olamayacağını bildiği için. Ya da en gerçeğe yakını kimsenin kusursuz olamayacağını daha küçük yaşlarda anladığı için böyle insanlar ona hep samimiyetsiz gelirdi.

Kızın önüne soju ve yanında meze olarak da sarı turplardan getirip bıraktı. Kız hala etrafına bakınırken Jun He'ye bir şey söyleyecek oldu. Ama az önce içeri giren kişiyi görünce yüzüne yayınlan 'İşte!' diye sevindiği her halinden belli olan gülümsemeyle 'Tamam. Bir şey istemiyorum.' Dedi ve Jun He'yi gönderdi. Jun He ise zaten çatacak yer aradığından Sang Wook'un yanına gidip 'Nerde kaldın sen? Müşterilere tek başına yetişmek kolay mı sanıyorsun?' diyerek söylenirken Sang Wook yüzünde tatlı bir gülümsemeyle 'Beni özledin. Müşterileri bahane ediyorsun değil mi?' deyip elinde ki malzemeleri yerlerine koydu ve eriştelerini pişirmeye başladı. Büfenin içine arkası dönük olduğu için küçücük yerde kimlerin olduğunu görmemişti ama müşteriler azalıp ortalık sakinleşmeye başlayınca haliyle o da ocağın altını kapatıp büfede ki boşalan masaları Jun He'ye yardım ederek toplamaya başladı. İşte o an da büfenin en köşesinde ki masa da tek başına hala içmeye devam eden kızı görüp elinde ki tepsiyi büyük bir şangırtıyla yere düşürdü.

Jun He tam o sırada büfeden çıkan son müşterilerin hesaplarını kapatıyordu. Müşteriler çıkarken o da elinden düşürdüğü tepsiyi titreyen ellerle toplamaya başlayan Sang Wook'un yanına gelip 'Ne oldu? Derdin ne senin?' diyerek yardım etmeye başladı. İkisi de yere eğilmiş kırılan bardak ve tabakları toplarken birden yanların da beliren kişinin ayakkabılarıyla burun buruna gelmek Jun He'nin hiç de hoşuna gitmemişti. Görüyordu acil bir iş vardı sanki iki dakika daha beklese ne olurdu ki bu uyuz kız? Sang Wook başını kaldırmadan toplamaya devam ederken Jun He yavaşça ayağa kalkıp ' Ben yardımcı olayım.' Dedi ve ardına hiç bakmadan kasanın yanına doğru yürümeye başladı. Ama arkasına döndüğü anda kızın peşinden gelmeyip yere eğilerek Sang Wook'a yardım ettiğini görünce 'Bu ne ya!' diye söylenerek onları seyretmeye başladı.

Sang Wook hiç tepki vermeden öylece duruyordu çömeldiği yerde. Hatta kırıkları toplamayı bile bırakmıştı. Onun yerine adını bile bilmediği bu kız topluyordu kırık parçalarını. Birden kızdan gelen 'Ah!' sesiyle Sang Wook yere doğru eğdiği bakışlarını kızın yüzüne çevirdi ve ikisi de göz göze geldi. Jun He o zaman anlamıştı. Bu kız resimde gördüğü kızdı. Geriye doğru bir adım attı. Sanki gidebileceği bir yer varmış gibi. Ama o an en son istediği şey orda olmaktı. Sang Wook önlüğünün eteğine topladığı kırıkların yere tekrar dökülmesini umursamadan ayağa kalkıp kızı omuzlarından tutarak ayağa kaldırınca Jun He artık iyice gerilmişti. Sang Wook ise kızı boş taburelerden birine oturtup hızlı bir şekilde Jun He'nin sağ yanında asılı duran ecza dolabına gelip oradan aldığı yara bandı, pamuk ve tendir diyot ile tekrar kızın yanına geldi. Kızın parmağında ki yaranın üstüne tendir diyotu sürüp pamukla temizledikten sonra yara bandıyla kapattı. Jun He ise 'Bu ne be? Sanki ameliyat yapıyor.' Diye içten içe söylense de her zaman ki yırtıklığı sanki tatile gitmiş gibi onların yanına gidip ne oluyor diye sormaya hiç yeltenmiyordu.

Gerçi karşısında cereyan eden manzarada kızın değil kendinin fazlalıkmış gibi göründüğünü düşünmesi ise çok fazla bir zaman almadı. Ayakları durduğu yerde durmuyor sağ bacağını hafifçe sallıyor ve sol elinin başparmağının tırnağını hafifçe kemiriyordu. İçinde ki merak duygusunun yerini çoktan kıskançlık almaya başlamış gibiydi. Ama her zaman ki Jun He'ye dönüşmesine çok fazla zaman almadı.

O montunu alıp çıktığında sanki kimse fark etmemişti bile. En azından Jun He öyle düşünüyordu. Karşı caddede ki küçük dükkâna girip bir paket sigara ve çakmak istedi. Daha sigarayı bırakalı iki gün olmasına rağmen gene büyük bir özlemle yapıştırdı dudaklarına sigaranın şarap kokan pamuğunu. Soğuk havaya aldırmadan dükkânın önünde sigarasını içmeye ve büfeyi göz hapsinde tutmaya devam ediyordu. Peki, o bu haldeyken büfede neler oluyordu. Sang Wook Jun He'nin gittiğini ilk an da fark etmişti ama durdurmak istememişti. Sonuçta bu kızla yarım kalan bir meselesi vardı. Ve neden yıllar sonra karşısına dikildiğini merak etmekten alamıyordu kendini.

Tabureden kalkıp ecza dolabından aldığı şeyleri yerine koydu. I Ma ise hala tek kelime etmeden taburesinde oturmaya devam ediyordu. Sang Wook derin bir nefes alıp unutmaya çalıştığı kötü hatıraların içine yeniden dalacağını bilse de taburede oturan kıza yüzünü dönmeden oldukça soğuk ve mesafeli bir ses tonuyla 'Neden geldin?' diye sordu. I Ma ise hiçbir yanıt vermeden ayağa kalkıp hızlı adımlarla hala sırtı kendine dönük olan Sang Wook'un yanına gidip koltuk altlarından iki elini birden uzatıp başını da sırtına yaslayarak sarıldı. 'Seni özeldim. Hem de çok. Ailemin korkusundan hapishaneye gelemedim. Ama seni ne çok sevdiğimi benim yüzümden birini öldürdüğün an anladım. Ne olur geri dönmeme izin ver. Beni affet.' Dedi ve birkaç damla yaş döktü gözlerinden. İşte tam o anda ise Jun he sinirle büfeye girip bu konuşmaya şahit oluyordu. Duyduklarına inanamaz gözlerle önünde cereyan eden görüntüye bakarak ve adımlarını biraz daha sert atarak I ma'nın yanına gelip saçından tuttuğu gibi Sang Wook'un sırtından çekip 'Defol!' dedi sadece. Ama bu kelimenin söyleniş biçiminden bile altında binlerce küfür yattığı belliydi.

Kız az önceki mülayim tavırlarından ve pişman ifadesinden birden bire sıyrılıp 'Sen! Sen de kimsin?' diye sorunca, Jun He kendinin bile tam olarak bilmediği bir sıfatı kıza söyleyip söylememekte kararsız kalmış bir halde Sang Wook'a bakıp duraksadı. İşte tam o an da ise Sang Wook araya girip 'Seni ilgilendirmez. Git ve bir daha da buraya gelme.' Diyerek tekrardan arkasını döndü. Sang Wook çok iyi biliyordu. Bir zamanlar bu kızı ne kadar sevmiş olursa olsun artık 23 yaşında toy bir delikanlı değildi. Ve I ma eğer başka seçeneği olsa hapisten yeni çıkmış bir adama gidip bunları söyleyecek bir kadın asla olamazdı. Aslında haklıydı da.

I ma girip çıktığı barlarda yellozluğu yüzünden düzen tutamamış ve tıpkı kendinden beklenilen gibi bir adamla dost hayatı yaşamaya başlamıştı. Ailesi, arkadaşları herkes yüz çevirdiği içinde o adamdan ayrıldıktan sonra en azından geçenlerde kulağına çalınan 'Sang Wook hapisten çıkmış. Hatta kendisine bir büfe açmış. Durumu da gayet iyiymiş.' Lafı olmasaydı tutup da buraya gelecek bir değildi. Sadece kısa süreliğine başını sokacak bir yer arıyordu. Ne bu adamın ilk aşkı olduğu umurundaydı ne de 7 senesine mal olduğu. Tekrardan konuşmaya ve az önce ki vicdan kıpırtısından kendine pay biçmeye çalıştı I Ma. Ama Sang Wook sadece bir anlık gafletle yapmıştı her şeyi. Kolay değil 7 senesini uğruna heba ettiği kadını tekrardan karşısında görüyordu. Ve bir zamanlar onu gerçekten sevmişti.

Sang Wook şimdiki yaşamı ve geçmişiyle kısa bir hesaplaşma yaşarken I ma ise saçından yeniden tutup onu dışarı atmaya çalışan eli dişlerinin arasına aldığı gibi can havliyle geri çekilmesine neden oldu. Sang Wook; Jun He'nin içten gelen çığlığını duyunca arkasında olan biteni fark edip girdiği mazi kuytusundan aniden çıkarak koşar adım gidip birbirine giren bu iki kızı ayırdı ve Jun He'Ye dönüp 'Sen git. Ben hallederim.' Diyerek Jun He'nin hiç beklemediği bir şey yaptı. Genç kız şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi 'Ben değil, gitmesi gereken o!' dese de Sang Wook 'Hemen git buradan.' Diyerek bu kez de sesini yükselterek bağırdı. Bu arada hala kollarının arasında Jun H'yle olan kavgayı ayırmak için sırtından çekip kollarının arasına aldığı I Ma vardı.

Jun He Sang Wook'un gözlerinin içine bakıp 'Ne halin varsa gör.' Diyerek mutfak tezgâhının yanında duran sırt çantasını alarak koşar adım büfeden ayrıldı.

Peki ya ondan sonra ne oldu? Jun He o gece eve bir daha dönmedi. Saunada sabahladığı o gece günün ilk ışıkları doğana kadar hep Sang Wook'un kendine bağırdığı o an geldi aklına. 'aptalım ben. Neden güvenmek istersin ki birine. Bu müstahak işte sana.' Diye söylendi durdu. Sabah ilk iş gidip Sang Wook'un evinden eşyalarını almaya karar verdi. Ve düşündüğü gibi de yaptı. Evin kapısını anahtarla açıp içeri girdiğinde ise şüphelerinde haklı olduğunu gösterir bir manzara vardı karşısında. Yatağın üstü hiç bozulmamış Ve Sang Wook eve hiç gelmemişti. Birden aklına o küf kokulu otel odası geldi. Orada geçirdikleri o ilk gece. Yüzünde oluşan acı bir gülümsemeyle. 'Ne bekliyordun ki?' diye söylenip evde olan birkaç eşyasını alıp cebinde ki anahtarı da yatağın yanında ki plastik sandalyenin üstüne bırakıp evden ayrıldı.

'Her zaman olduğu gibi hayat bir kez daha yeniden başlıyor benim için.' Diye düşünüyordu. Yürüdüğü uzun ve karlı yol boyunca. İlk kez birini sevmeye çalışmış ama gene insanlara güvenilmemesi gerektiğini anlamıştı. Acı da olsa.

6.bölüm sonu

08 Mayıs 2013 12-13 dakika 22 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar