Güneş Tutulması

Yağmur rüzgarın eşliğinde dans eder gibi savruluyordu. Soğuktu hava. Kesif bir koku sinmişti genizlere. Ne yağmur, ne toprak, ne is kokusuydu...ölümün kokusu sarmıştı her yanı.
Kalabalığın sessiz yürüyüşünü genç bir kızın feryatları ürkütüyordu. Bağırmaktan çatallaşmış, öfke rengine bürünmüş ses rüzgarla birlikte çarpıyordu kulaklara:
--hayııır götürmeyin onuu, karanlıktan korkar, gömmeyin onuuu.
Hiçbir feryat yoktu ki durdursun bu gidişi ve değiştirsin sonu.
Dualarla indirildi naaş çukura. Kürekler bağırlarına aldıkları toprakları akıttılar üzerine, yavaş yavaş kapandı son perde, başka bir sahneye açılan ilk perde olarak.

Genç kızın sesi kısılmıştı iyice ama hiç susmamıştı:
--gömmeyin, toprak atmayın üzerine, böcekler vardır, yılanlar vardır korkar o, gömmeyin noooluuurrr...

Kalabalık çekildi hızla, kaçarcasına. Hızını azaltmış yağmur ve daha bir keskinleşen soğuk kaldı kabristanda...birde sessiz mezar taşları.

***

Taziyeye gelenlerle dolup taşıyordu ev. 30 yıllık eşinin yasını unutmuş kızının derdine düşmüştü Salih Bey. Sakinleştirici verilmişti genç kıza, başucunda babası, koca bir yatakta yatıyor babasının elini tutmuş bırakmıyordu:

--Niye öldü baba, niye öldü annem, niye ölüm yaratılmış?

Kızının sözünü kesti baba:

--sus kızım isyan etme, hikmetinden sual olunmaz
--ben sual ederim dedi genç kız öfkeyle.

Baba sustu anlamıştı ki ısrar ederse kızı daha çok hırçınlaşacak Allah korusun küfre giden sözler sarfedecekti. Az önce kuran okuyan kadınların yanına dalmış bir cüzü alıp parçalamıştı zaten.
--hadi uyu biraz.
Genç kız kendi kendine mırıldanmaya başladı, ne dediği anlaşılmıyordu yavaş yavaş gözleri kapandı ve derin bir uykuya daldı. Yanaklarında bir damla yaş uyanıktı hala ve süzülüp aktı.

***


Çok bunaltıcı bir hava vardı. Nefes almakta zorlanıyordu, sanki havadaki oksijeni çekiyordu birileri. Burnunun direğini sızlatan iğrenç bir koku midesine dalga dalda bulantı veriyordu. Mahşeri bir kalabalığın ortasındaydı. Her yer insandı. Görüntüleri çok korkunç kadın ve erkekler birbirlerini itekleyip duruyorlardı. Hemen hemen herkesin yanında tekerlekli sandalye ve bu sandalyelerde oturan iki büklüm olmuş çok yaşlı insanlar vardı. Gerçi herkes çok yaşlıydı ama sandalyede oturanlar hilkat garibesini andırıyordu. Ter ve çürük kokusu bu insanlardan geliyordu, çürük et kokusu.
Yanındaki yaşlı adama ürkekçe sordu:
--bu kalabalık ne bekliyor, neden toplandınız burada?
--birazdan güneş tutulacak
--tutulsun, bu hasta ve yaşlı insanlar ne yapacak tutulmayı görüpte
--300 yılda bir tutulur güneş ve sonrasında ölüm tozu yağar
İrkildi genç kız:
--ölüm tozu mu?
--evet ölüm tozu bu insanlar ölmek için bekliyorlar, tabi bizde
Duyduklarına inanamıyordu:
--kim ister ki ölmeyi?
Acı acı güldü yaşlı adam, gülüşü bile o kadar yorgundu ki:
--sen ister misin 300 sene yaşamayı, bu kadar yaşlanmayı, bak bu benim annem, konuşamıyor, yürüyemiyor, her yanı çürüdü, nefes alırken bile yoruluyor, her gün yalvarıyor ölmek için.
Ateş düşmüş gibi yandı genç kızın içi. Yanındaki yaşlı kadına bakmak bile başını döndürüyor, düşmemek için kendini zorluyordu.
Birden bir uğultu koptu. Hava kararmaya başlamıştı. Ve insanlar hep bir ağızdan bağırmaya başladılar
--geliyooor, geliyooorr birazdan ölüm tozu yağacak.

Ellerini kulaklarına götürdü. Sesler çok korkunçtu. Bilhassa sandalyede oturan en yaşlılar bağıramıyor böğürtüye benzer sesler çıkarıyorlardı. Herkes ölüm tozu altında ıslanmak için yarışıyorlardı. Bağırmak istedi genç kız, sesi çıkmadı, boğazını tıkadı bir yumruk, nefesi kesilir gibi oldu, boğazını yırtarcasına san bir gayretle bağırdı:
--hayııııırrrr

***


Salih Bey kızını omuzlarından tutup silkeledi:
--Aslı Aslı kızım kendine gel.
Kan ter içinde kalmıştı genç kız, gözlerini açtığında bir çift korku topu parlıyordu gözbebeklerinde. Sesi kör bir kuyudan çıkar gibi derinden geliyordu:

--ben nerdeyim?
--evdesin kızım, ben yanındayım korkma.
--onlar nerdeler?
--onlar kim?
--onlar işte yaşlı insanlar
--kimse yok kızım, kabus gördün herhalde.

Kabus kelimesiyle kendine geldi, ' rüyaymış' diye geçirdi içinden.
Gözlerini yumdu tekrar, o korkunç yüzler bir bir geldi gözünün önüne, ölümü bekleyen , acizliğin içinde kıvranan insancıklar. Derin bir nefes aldı, ohh o iğrenç koku da yok olmuştu. Gözlerini açtı, babasının yüzünü seyretti bir müddet, sonra yaşlı adamın elini tuttu:

--baba mezarlığa götür beni, anneme dua etmek istiyorum.

Sesinde huzur veren bir teslimiyet vardı.

07 Mart 2011 4-5 dakika 3 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar