Güneşiniz Hep Var Olsun

Havalar biraz olsun ısınmıştı. Cemreler havaya, suya derken toprağa da düşmüş; kış mevsiminin bunaltan, odaya hapseden hükümdarlığı nerdeyse bitmişti. Özlemiştim gece yatmadan önce karanlıkta balkona bir sandalye atıp oturmayı, gökyüzünün sonsuzluğunu izlemeyi.

Yerin altını göremez insanoğlu; irdeleyemez neyin var olup olmadığını. Ya gökyüzü? Gündüzü ayrı bir güzel, gecesi ayrı bir güzel...

Gün doğumundan gurup vaktine kadar el sallayan mavinin kucağındaki kızılımsı renkler, güneşin rotasını şaşırmadığı seyahatler, pamuk görünümündeki bulutların oradan oraya savrularak ettikleri danslar hangi tuvale sığar ki? Guruptan tan yeri ağarana kadar şekilden şekle giren ay, izleyene güzel bir genç kız edasıyla göz kırpan yıldızlar, suya yansımalar, rengârenk yakamozlar karanlığın mum ışıltısı muhteşemliğindeki güzelliği değil mi?

İster gündüz ister gece; bir de yağmur hafiften hafiften çiselerse... Değmeyin keyfime!

Özlemişim iyiden iyiye... Koltuk tipi sandalyemi, çay bardağında hazırladığım sade kahvemi alıp çıktım balkona. Telefonumu odada bıraktım ki; bu yolculuğumu bozamasın hiçbir ses.

Devasa bir boşluk ve o boşluktaki ışıyan yıldızları daldım seyre. Batıda ve güneyde kim bilir neler var? Bilemem... Balkonumun bana sunduğu doğu ve kuzey görüş alanımda. Rotam geniş bir alan ve bu alanı ilmek ilmek dokumakta gözlerim.

Parlayanlar ve onlara göre sönük kalanlar takıldı beynime. Dünyada yaşayan insanlar da böyle değil miydi ki? Kimisi parlar insanların ve öne çıkar, kimi gizlenerek yaşamaz mıydı? Güzelliğiyle, yakışıklılığıyla, eğitimiyle, şansıyla parlayanlar ve o fırsatı yakalayamayıp sönük kalanlar...

İşte benzerlik... Yıldızlar ve insanlar!

Elimdeki kahveden bir yudum çekerken, kahve cezvesinden çağrışımla küçük ve büyük ayılar geldi aklıma. O yana çevirince başımı, sönük kalan küçük ayının karşısında parlayan büyük ayı yıldızlarını gördüm. İşte dünya! Parlayan büyükler ve sönük küçükler... Ama bir ayrıntı vardı ki; yönü gösteren parlayanlar değil, küçük ayının ucundaki kutup yıldızı idi.

Boştu demek ki haksız parlamak. Kim bilir dünyada parlamamış nice insanlar vardı yön gösterme fırsatı bulamayan...

Daldım boşluğun daha derinlerine...

Toplu duranlar ve yalnız kalanlar vardı yıldızlar arasında. O kadar çoktu ki... Belki kimisi yalnız bırakılmıştı insanlar gibi, kimi bazı özellikleriyle toplu yaşıyorlardı. Yalnızların kıskançlığının olmayışıydı beni asıl kendine çeken. Suskun, asil, vakarlı duruşlarına hayran kaldım irdeleyen gözlerimle bakınca.

Kaybolmuştum boşlukta ilmek ilmek dokurken gökyüzünü. Ruhum, uçup gitmişti yıldızlara ve derin sohbetlerin hazzıyla bedenimi unutmuştu bile. Aslında bedenim de memnundu sanki... Kurtulmuştu ruhumun ağırlığından. Tıpkı ruhumun bedenimdeki yalpalamalardan kurtulduğu gibi...

Ben mi oraya gittim; o mu yanıma geldi? Bilmem... Bir yıldızın parıltısında buldum kendimi. Belli ki konuşmak istiyordu.

-Bir süre öncesine kadar seni her zaman görürdüm. Çoktandır yoksun. Belli ki pamuktan kara perdeler kapatmıştı aramızı. Siz ona bulut diyorsunuz ya... Perdeler kalktı ve yine buradasın. Hoş geldin...

-O kara perdeler kalkmadan da ben yanınızdaydım; ama düşüncelerimle sizinleydim. Göremezdiniz tabi ki beni.

-Hissediyordum aslında varlığını. Bunaldığını, yalnızlığa kaçmak istediğini, suskun kalmayı arzuladığını duygularım söylüyordu bana.

-Her insan yalnızlığa kaçıyor mu? Oradan nasıl görünüyor bu durum?

-Gariptir ki; siz çok şeyler beklemişsiniz bu yeni binyılın başlangıcından. O beklentiler teker teker siz gibi yaşayan insanlarca katledilince çareyi yalnızlığınıza kaçmakta buluyorsunuz. Yani demem o ki; sadece sen değil, tüm insanlarda kaçış var yalnızlığa. En önemlisi de suskunluğa...

-Ruhumu okudun sanki.

-Okumadım; hissettim.

-Beklentilerimiz çoktu. Doğru! Sandık ki; bir sihirli el dokunacak, dünya güzelliklerle dolacak. Her şey mükemmel işleyecek.

-Oysa önceleri hastalıktan, kazadan ya da savaşlardan ölürdünüz. Ya şimdi?

-Sen söyle! Ben cesaret edemiyorum. Ya şimdi?

-Şimdi zevk için öldürüyorsunuz birbirinizi. Biriniz öne çıkmak için diğerini yok etmeyi düşünüyorsunuz sadece. Hatta o kadar ileri gittiniz ki; aracınızda biri sizi sollasa durdurup öldürüyorsunuz. Ölüm kusuyor makineleriniz.

-...

-Sustun gerçekler karşısında ve güneş doğana kadar da kendine gelemezsin. Dua et ki güneşiniz hep var olsun. Sahip çıkın güneşinize. Gidiyorum...

'Güle güle' diyemedim. Dost yıldız öyle şeyler söylemişti ki; ağır tokatlar gibiydi hepsi. Haklıydı! Var olan güneş batmamalıydı.

Kendime gelemezdim; çünkü beni kendime getirmesinin şokundaydım.

03 Nisan 2017 4-5 dakika 27 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarız👑