Güzellikler Ülkesi - 2

Gece geç bir vakitte Güçlükanat iki ölü ve iki canlı serçeyle birlikte Başşahinin mağarasına girdi.
'Efendim. Bu zavallı serçeler Vahşipençe tarafından vahşice parçalanmışlar. Bu iki serçe de olayın şahitleri.'
Başşahin serçelere döndü.
'Anlatın bakayım olayı.'
Serçeler korkudan öyle titriyorlardı ki uzun süre konuşamadılar. Sonra biri kekeleyerek söze başladı
' E, e, efendim. Bu bu bu ser serçeler kendi aralarında ko konuşurken Güzellikler ülkesine küfrettiler. O sırada oradan geçen Va Va Vahşipençe bunları duyunca çok sinirlendi ve sonra da onları öldürdü. Başkalarına ders olsun diye de yemeden gitti.'

Başşahin serçelerin titremelerinin Güçlükanatın ve onun yardımcısının onlara bakışından kaynaklandığını fark etmekte gecikmedi.
'Peki, gidebilirsiniz. Ben icabına bakarım.'
Kuşların hepsi mağaradan çıkınca Başşahin ikinci yardımcısı Uzunkanatı çağırttı. Uzunkanat girince:
'Buyrun efendim, dedi.'
'Bugün gün boyu Vahşipençe takip edildi değil mi?'
'Aralıksız efendim. Zaten bütün gün Gül Bahçesinden çıkmadı.'
'Hiç mi çıkmadı?'
'Hayır efendim, neden soruyorsunuz?'
'Galiba Güçlükanat hakkındaki şüphelerinde haklısın.'
'Benimki şüpheden öte efendim, Arkadaşlar Meclisinin varlığından ve Güçlükanatın bu meclisin bir üyesi olduğundan eminim. Ama ispatlayın derseniz maalesef ispatlayamam.'
'Şu vadide dolaşan söylentileri bir araştırsana. Hani gizli bir takım güçlerin Andelibi dinleyen gençleri istemediğine dair olanları. Belki bir isme ulaşırsın.'
'Olur efendim. Bu arada efendim, bugün öğle vakti Güçlükanata ihtiyacımız oldu. Bir türlü bulamadık.'
'Yaa. Kim bilir belki aynı saatlerde bulunamayan başkaları da vardır ha.'
'Araştırırım efendim.'
'Araştır, araştır ve kanadını çabuk tut. Biz onları tam teşhis etmeden onlar bizi fark etmesin.
Ayrıca serçeler ve diğer güçsüz kuşların etrafında güvenlik önlemlerini artırın. Sadece bizim tarafta değil. Karşı taraf için de Siyahbaşla işbirliği yapın. Galiba bir tek ondan eminiz.'
'Başüstüne efendim.'

* * *

Genç kırlangıcı babası sabah erken saatlerde kaldırdı. Herhalde ortada dolaşan söylentilerle ilgili bir şeyler söyleyecekti. Babasının geceleyin hiçbir şey söylemeden yatmasına bir anlam verememişti zaten. Daha fazla dayanamamış olacaktı ki sabahın böyle erken bir saatinde uyandırmıştı. Fakat genç kırlangıcın beklediğinin aksine babası konuşmaya çok yumuşak bir sesle başladı:
'Oğlum gel seninle biraz uçalım. Sana bir şey göstermek istiyorum.'
'Olur baba.'
Yuvadan çıkıp uçmaya başladılar. Babası söze başladı:
'Oğlum seninle ciddi bir meseleyi görüşmek istiyorum.'
'Baba Güzellikler Ülkesi hakkındaysa lütfen başlama.'
'Yok oğlum. O senin karar vereceğin bir şey. Ben sana başka bir şeyden bahsedeceğim.'
Genç kırlangıç iyice meraklanmıştı.
'Söyle baba.'
'Oğlum artık iyice büyüdün, annenle uzun zamandır düşünüyoruz, seni hayırlısıyla evlendirmenin zamanı geldi. Yanlış anlama sakın. Etraftaki söylentilerle alakası yok. Bilirsin, ben de Güzellikler Ülkesine inanırım. İnan, uzun zamandır planladığımız bir şeydi.'
'Beni zorla evlendirecek misiniz? Şu an hiç evlilik düşünmüyorum baba.'
'Hangi devirde yaşıyoruz oğlum. Nasıl zorla evlendirelim ki. Müsaade et de bitireyim.'
'Özür dilerim baba.'
'Bir aday bulduk ve biz cidden beğendik. Senin de beğeneceğini tahmin ediyoruz. Daha önceden ona haber vermiştim. Biraz ileride bir kavak ağacında buluşturacağım sizi. Bir bak. Beğenirsen ne ala, hemen evlenirsin. Yok eğer beğenmezsen, sen kendi yoluna, o kendi yoluna.'

Teklif gayet makuldü. Aslında genç kırlangıç böyle önemli bir zamanda evlenmeyi düşünemezdi ama babasının bu kadar masum bir teklifine karşı da onu kırması ayıp olurdu. Bu arada için için de göreceği dişi kırlangıcı merak ediyordu. Nasıl bir şeydi acaba? Güzel olsa evlenecek, arkadaşlarından ayrılacak ve en önemlisi Güzellikler Ülkesi yolculuğundan vaz mı geçecekti? Tabii ki hayır, ama yine de ufak bir merak kafasını kurcalıyordu haliyle. Gerçekten nasıl bir kuştu acaba?'
Az ileride babası:
'İşte yavrum, şu ağaçta, görüyor musun? Orada seni bekliyor.' dedi.
Yüreğinin küt küt attığını hissetti. Kesinlikle çok güzel bir kuştu. Gerçi güzel seçilemiyordu ama muhakkak güzel bir kuştu. Uçup yanına kondu ve çekingen bir edayla
'Merhaba.' dedi.
'Merhaba.' diye karşılık verdi güzel kuş.
Gerçekten güzel bir kuştu.
'Şey... Babam şey demişti de...'
'Biliyorum, ben de seni bekliyordum.'
Kız rahat olmasına karşın genç kırlangıcı bir heyecandır sarmıştı.
'Beni bekliyordun ha. Güzel...'
'Evet seni bekliyordum.'
Genç kırlangıç kendini biraz daha toparladı ve derli toplu cümleler kurmaya muvaffak oldu:
'Seni daha önceleri buralarda hiç görmemiştim. Bu vadiden misin?'
'Hayır, komşu vadiden.'
'Haa. Demek ki ondan.'
'Ya.'
Baba kırlangıç buraya kadar geçen konuşmaları gizlice dinledi. Uzun bir hayatın verdiği tecrübeyle gerisini dinlemenin gereksiz olduğunu biliyordu. Artık güvenle yuvanın yolunda uçabilirdi. O anda vadinin en zeki kuşu olduğunu kendisine bir kez daha ispatlamış olmanın gururunu iliklerine kadar hissetti. Diğer kuşlar kim bilir neler yapmıştı da çocuklarını bu yoldan döndürememişlerdi. O ise ne yaptı? Komşu vadiye gidip bu dişi kırlangıcı buldu ve oğluna olayın aslında onu Güzellikler Ülkesi yolculuğundan alıkoymak için bir plan olduğunu hissettirmedi. Artık dört gözle torunlarını bekleyebilirdi
.
Bu düşünceler içerisinde uçarken birdenbire karşısında bir kartal beliriverdi. Cidden çok korkmuştu. Fakat neyse ki bu kartal Vahşipençeydi. Rahat bir nefes aldı.
'Nasılsın Vahşipençe?'
'Teşekkürler, siz nasılsınız?'
'Sağol iyiyim.'

Vahşipençe o sırada Gül Bahçesine, Andelibin sohbetine gidiyordu. Giderken bir önceki sohbete getirdiği genç bir atmacayı tekrar davet ettiyse de ortalıktaki söylentilerden iyice korkan genç atmaca artık gelmeyeceğini belirtti. Vahşipençe sohbete geldiğinde Beştakla, Kınalı, Hoşavaz ve Kılavuzun önceden geldiklerini gördü. Bir miktar kırlangıcı bekledikten sonra Andelibin oğlu Tatlıseda babasını çağırdı. Andelip her zamanki gibi Güzellikler Ülkesinden bahsetti. Konuşmanın sonunda ise son söylentilere değindi:

'Arkadaşlar, başka kuşların hakkımda ne düşündükleri önemli değil. Aranızda beni çocukları ailelerinden ayıran bir kuş olarak gören var mı?'
Bu soruya cevabı Beştakla verdi:
'Efendim. Şu anda bizler cidden Güzellikler Ülkesi sevgisiyle doluyuz. Siz olmasanız da biz orayı arayacak ve bulacağız inşallah. Çünkü biz çocuklarımızın orada yaşamasını istiyoruz. Bizleri ailelerimizden ayıran siz değilsiniz, Güzellikler Ülkesi düşmanları. Çünkü siz Güzellikler Ülkesine inanmayanlara karşı sert değilsiniz.'
'Buradaki her bir kuş böyle mi düşünüyor?'
Her bir kuş 'Evet.' dedi. Bunun üzerine Andelip devam etti.
' İşte benim için önemli olan bu. Fakat benim için diğer önemli bir şey de sizlerin emniyetiniz. Bugün Kuşlar Meclisi toplanacak. Bu yüzden yarın bir değerlendirme toplantısı yapacağız. Sonra da sohbetleri bir müddet keseceğiz.'
O sıralarda derenin hemen batı kenarındaki çınar ağacında Kuşlar Meclisi toplandı. Başkan Başbaykuş dalına kondu. Aşağı dallarda Başşahin, Başkartal, evcil kuşları temsilen Başgüvercin, güzel sesli kuşlar adına Başsaka, göçmen kuşları temsilen Başleyşek, kimi temsil ettiği bilinmeyen ve şu ana kadar hiçbir fikri duyulmayan Başkarga bulunuyordu.

Toplantının başlarında vadideki yiyecek sıkıntısı ve buna bulunabilecek çareler konuşuldu. Sonra Başkartalın isteği üzerine Andelip ve arkadaşları hakkında konuşulmaya başlandı. Başkartal Andelibin aileleri böldüğünü, genç kuşların beyinlerine hiç olmayan bir ülke hakkında fikirler sokup onları toplumdan soyutlanmış tanınmaz kuşlar haline getirdiğini, yakında güçlü kuşlara da ulaşabildikleri taktirde zararlı eylemler yapabilecekleri hakkında güvenilir bir kaynaktan bilgiler aldığını belirtti. Vahşipençe tarafından öldürülen serçelerden hiç bahsetmedi. Bunun iki sebebi vardı: Olaydan bu kadar kısa bir sürede haberdar olması Başşahini şüphelendirebilirdi ve ayrıca plan başarıyla uygulandığına göre Başşahin bu olaydan zaten bahsedecekti.

Başbaykuş bu konuda başka fikri olan olup olmadığını sorunca Başsaka söz aldı. Başsaka geçenlerde bir atmacanın zavallı bir güvercini parçaladığını, zaten bu tür batıl inançların da böyle olaylara reaksiyon olarak yayıldığını ve işte bu yüzden de bu tür inançların önüne geçmenin tek yolunun da her bir kuşun bilinçlendirilmesinden geçtiğini belirten kuşçul bir yaklaşım sergiledi.

Başbaykuş Başşahinin fikrini sordu. Başşahin:
'Eyleme geçmemiş bir düşünce suç teşkil etmez.' dedi.

Bunu duyan Başkartal şoktaydı. Güçlükanat mı aldatmıştı, yoksa Başşahin mi inanmamıştı. Bunu daha sonra öğrenecekti ama şu anda yapabileceği hiçbir şey yoktu.Başbaykuş bu konu hakkında şu an itibariyle bir şey söylenemeyeceğine, daha iyi araştırılıp sonra karara bağlanması gerektiğine karar verdi ve toplantıyı kapattı.

Başşahin dört korumasıyla birlikte Şahin Tepesine uçtu. Korumlar mağara girişinde nöebete durdular. İçeri giren Başşahin Uzunkanatı onu bekler halde buldu.
'Haberler mi var Uzunkanat?'
'Evet efendim. Dün o saatlerde Başkartal, başyardımcısı Pikedalış, Başleylek bulunamamış. Siyahbaş yerindeymiş tahmin ettiğiniz gibi. Keskinbakış hakkında malumat bulamadık.
'Peki Yaygaga hakkında bir şey biliyor musun?'
' Onun hakkında da malumat yok. O saatlerde onu arayan olmamış.'
'Bu kuş da çok garip. Sanırım benden nefret ediyor, fakat şu ana kadar hiçbir falso yapmadı.'
'Belki de siz yanılıyorsunuz efendim.'
'Hiç sanmıyorum ama her zaman dediğim gibi. Eyleme geçmemiş düşünce suç teşkil etmez.'
'Doğru efendim... Her zaman diyorsunuz.'
'Peki söylentilerin kaynağı hakkında bir şey bulabildiniz mi?'
'Ha, evet efendim. O konuda bir isme ulaştık aslında. Kaypak isminde bir saksağan. Herkuş ondan bahsediyor.'
'Konuşturabildiniz mi?'
'Etrafında devamlı kartallar geziyor. İlk bakışta koruma amaçlı görünmese de sanki devamlı kontrol altında. Yaklaşamıyoruz.'
'Mutlaka konuşturun.'
'Olur efendim.'
Yaygaga Başşahinin üçüncü yardımcısıydı. Hiç konuşmuyor denebilecek kadar az konuşurdu. Bakışları devamlı sertti. Ne düşündüğünü anlamak neredeyse imkansızdı. Fakat gerçekten de Başşahini ve Uzunkanatı sevmez bir hali vardı. Bu yüzden Güçlükanat onu severdi. Suskunluğuna karşın şu ana kadar başaramadığı iş yok denecek kadar azdı.

Başkartal mağarasına geldiğinde derhal Pikedalışı çağırttı. Durumu anlattıktan sonra:
'Güçlükanat bizi satmış olamaz değil mi?'
'Sanmam efendim. Bir kere olayın sadece Başşahinin mağarasındaki bölümünde yalnızdı. O zamana kadar hep bizim arkadaşlarla çalıştı ve plan aynen uygulandı. Sonra Başşahinin yerinde gözü olduğunu çok iyi biliyorsunuz.'
'Haklısın galiba. O halde Başşahin bir şeyler hissetti. Bunu akşam Güçlükanata haber verelim. Bu arada Kaypaka ulaşabilirler, iyice araştırın. Kaypakm etrafında dolaşan şahinler görürseniz Kaypakı gizli bir yerde öldürün. Vadiye biraz daha korku salmanın zamanı geldi artık. Başördeğin yuvasını dağıtın. Bir de öksüz bir keklik vardı. Neydi ismi?
'Kınalı efendim.'
'Her neyse, onu da bu gece öldürün.'
'Olur efendim.'

Devamı var...

27 Eylül 2011 10-11 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar