Güzellikler Ülkesi - 4
Beştakla ve Hoşavaz genç kırlangıcı yeni yuvasında ziyaret ederek onu ve eşini tebrik ettiler. Genç kırlangıç utana sıkıla
'Arkadaşlar beni görmeyince şaşırdılar mı?' diye sordu.
'Sen şimdi bunları düşünüp de evliliğin ilk günlerini rezil etme. Daha sonra yine birlikte oluruz.' dedi Beştakla.
Bir müddet daha sohbet ettikten sonra misafir kuşlar veda ederek Gül Bahçesine doğru uçmaya başladılar. Öğle üzeri Gül Bahçesinde toplanan Andelip ve arkadaşları Kılavuzla birlikte annesi için ağladılar. Sonra Andelip Kılavuzu teskin etmek için Güzellikler Ülkesinden bahsetti. Orada tabiatın güzelliğinden daha önemli olan şeyin kuşların dostça yaşamaları olduğunu anlattı. Sohbetin sonunda Kınalı bir soru sordu:
'Efendim. Kılavuzun annesinin öldürülmesinin bizi yok etmek isteyen gizli güçlerle alakası olabilir mi?'
Kınalının ne derece temiz yürekli, saf bir kuş olduğu her kuş tarafından bilindiği için böyle bir soru sorması yadırganmamıştı. Başka hiçbir kuş böyle bir soruyu hem de Kılavuzun yanında bu kadar açık soramazdı. Yalnız şu da bir gerçekti ki Kılavuz dahil hepsi bu sorunun cevabını çok merak ediyordu. Cevabı merakla beklediler.
'Sanmıyorum Kınalı. Meclisin dünkü toplantısından bir şey çıkmadığını biliyorsunuz. Olsa olsa kendini bilmez birtakım serseri kartalların işidir. Bunun da cezasını verirler.' dedi Andelip.
Dedi demesine de aslında diğer ihtimali de düşünmüyor ve bunun sadece bir başlangıç olmasından korkmuyor değildi. Ama bu zavallı kuşlara bahsedip de onları korkutmanın ne gibi bir manası olabilirdi ki?
O sırada uzaktan bir bulutun hızla gül bahçesine yaklaştığını fark ettiler. Bulut biraz daha yaklaşınca Vahşipençe
'Bunlar kartallar.' dedi ve onlara doğru uçmaya başladı.
Diğer kuşlar korkudan dilleri tutulmuş bir vaziyette olanları seyrediyorlardı. Fakat korktukları olmadı. Vahşipençe onlarla kavga etmedi. Aksine o da onlara katılıp birlikte geldiler.
Gelenler Vahşipençenin babası Siyahbaş ve adamlarıydı. Siyahbaş Andelibi selamlayarak özel görüşmek istediğini söyledi.
'Tabii, lütfen.' dedi Andelip.
Birlikte bahçenin diğer ucuna gittiler. Siyahbaş
'Ortalık çok karışık. Çocukları büyük tehlikeler bekliyor olabilir. Her tarafta müthiş bir hareketlenme var. Dün geceki Kılavuzun annesinin olayı bir başlangıç.'
'Sohbetleri kesmemi istiyorsanız bunu yapabilirim. Eğer çocuklara bir zarar verdiğim düşüncesindeyseniz ve bunun hesabını sormak için buradaysanız...'
'Hayır hayır, kesinlikle böyle bir şey yok. Güzellikler Ülkesine inanıp inanmadığım ayrı bir konu. Fakat sizin çocuklara iyi bir ahlak verdiğinizden gayet eminim. Yoksa bu zamana kadar Vahşipençeye problem çıkarırdım. Zaten ok yaydan çıkmış durumda, sohbetleri bıraksanız, çocuklar artık Güzellikler Ülkesine inanmıyoruz deseler bile geri adım atmazlar. Benim demek istediğim şu... Maalesef buralardan hemen gitmeliler. '
'Nasıl yani?'
'Gitsinler, Güzellikler Ülkesini arasınlar. Bulmaları, ya da bulamamaları önemli değil. Fakat buralarda görünmesinler.'
'Durumun bu kadar ciddi olduğundan emin misiniz?'
'Bakın, gidecek olanlardan biri de benim çocuğum. Durum sizin tahmin ettiğinizden de daha ciddi olmasa hiç böyle bir şey teklif eder miyim? Kötü şeyler hissediyorum ve bu hissim sağlam duyumlara dayanıyor inanın. Dediğim gibi bu çocuklar bugün çıkıp Güzellikler Ülkesine küfür dahi etseler kendileri hakkında verilen kararı değiştiremezler. Burada kalırlarsa bu çocukları öldürecekler.
'Peki ne zaman yola çıkmalılar? Haydi hemen yola çıkın dersem ne düşünürler?'
'Nasıl yapacağınızı bilmiyorum. Siz zeki bir kuşsunuz. Yolunu kendiniz bulun. Fakat yarın güneş doğmadan yola çıkmalılar. Bu arada, ortada bir tehlike olduğunu hissederse Vahşipençe'nin sizi bırakıp gitmeyeceğini biliyorsunuzdur sanırım.'
'Çok iyi biliyorum. Merak etmeyin ne demek istediğinizi anlıyorum. Ben de kalmasını istemem.'
1Bu gece burada kalsınlar. Dağılırlarsa korumak zor olur. Çocuklara hissettirmeden sizi koruyacağız.1
Diğer kuşların yanına geri döndüler. İkisi de gülümsüyordu. Vahşipençe babasına gizlice
'Hayrola baba. Kötü bir şeyler mi var?' diye sordu.
'Hayır oğlum, Andelip sana her şeyi anlatır.'
Siyahbaş ve adamları gittikten sonra genç kuşlar merakla Andelibe baktılar. Andelip gülümsemeye çalışarak:
'Arkadaşlar müjde. Sizin hakkınızda iyi şeyler düşünenlerin sayısı artık azımsanamaz. Bu kuşların inançlarını boşa çıkaramazsınız. Onlar için, benim için, bütün kuşlar için artık Güzellikler Ülkesini bulma zamanınız geldi sanıyorum.'
Hepsi birlikte:
'Kesinlikle evet.' diye bağırdılar.
Çok sevinmişlerdi. Beştakla sordu:
'Ne zaman yola çıkıyoruz?'
'Yarın güneş doğmadan.'
Bu kadar erken olmasına şaşırmışlardı ama yine de önemli olan orayı bulmaktı. Ne kadar erken olursa o kadar iyi olurdu. Andelip konuşmasına devam etti:
'Herhalde böyle bir yolculuk öncesinde beni yalnız bırakmazsınız. Bu geceyi benimle geçirirsiniz.'
'Elbette.' dediler ama elbette ki asıl istedikleri son bir olsun yakınlarıyla vedalaşmaktı. Olan bitene bir anlam veremediler ama çok da kurcalamak istemediler.
* * *
İkindi vakti ördekler ve leylekler Küçük Gölün etrafında toplandılar. Başleylek de öğlen Başkartalm mağarasında aldığı taktikleri uygulamak üzere oradaydı.
Ortama tam bir miting havası hakimdi. Başördek yüksek bir taşın üzerine çıktı ve sinirli bir şekilde
'Bu yaptıklarını onların yanma koyacak mıyız?' dedi.
'Hayır.' diye bağırdı topluluk.
'Hep biz mi ezileceğiz, hep onlar mı öldürecek? Hala kartallar tarafından öldürülen yakınlarımızı gömmekten bıkmadık mı?'
'Bıktık.'
'O halde?'
'Kartallara ölüm.'
Sonra Başleylek söz aldı.
'Arkadaşlar acımız büyük, bunu ben de en derinden hissediyorum. Yalnız bir iki tane kartalın yaptığı suç yüzünden hepsiyle savaşmak mantıklı mı, sorarım size. Ayrıca o kadar gücümüz var mı? Ben az önce Başkartalm yanındaydım. Kendisi taziyelerini bildirdi. Sorumluların bulunup cezalandılacağından her bir kuşun emin olması gerektiğini söyledi. O yüzden endişelenecek bir şey yok. Fakat tabii ki acımız büyük.'
Topluluk biraz sakinleşmişti. Başördek dayanamadı:
'Ey Başleylek, hala kartalların kölesi gibi çalışıyorsun ha. Utan utan. Biraz erkek ol. Liderlik dediğin yürek ister.'
'Benim erkekliğimi sen mi sorguluyorsun? Oğlun ve hanımın kartalların pençesinde taşınırken neredeydin? Yuvadan niye kaçtın? Yuvayı dişi kuş mu korur? Tabii, yuvada erkek olmasa dişi ne yapsın? Asıl sen utan. Yuvayı sen korusaydın hanımın bugün ölmüş olmazdı.'
Bu noktada bütün kuşlar başördeğe manalı manalı baktılar. O gece sohbette olanlar Başleyleği destekleyince topluluk kartallar yerine Başördeğe lanetler yağdıra yağdıra dağıldı.
Başleyleğin başyardımcısı Uzungaga bütün olanları dikkatle izledi ve gölden en son o ayrıldı.
Akşam güneş battıktan sonra Başşahinin yanına giren muhafızı dışarıda bir şahinin önemli bir şey söylemek istediğini belirtti. Başşahin destur verinceiİçeri soluk soluğa giren şahin:
'Efendim, dün geceki olay yüzünden leylekler ve ördekler Küçük Gölde toplanıp kartallarla savaşa girmişler. Gölün etrafı ölü kuş dolu. Tam bir savaş.'
Başşahin hemen özel muhafızlarını da yanına alarak olay yerine uçtu. Göle geldiğinde herhangi bir ölü kuş göremeyince:
'Nerede bu serseri kuş?' diye sordu ama o kuş yerinde yoktu.
Sonra dört bir yandan yaklaşan kartal ve şahinleri görünce her şeyi anladı ama yapacak bir ey yoktu. Başşahin ve muhafızları kahramanca dövüşmesine kartallara birçok kayıp verdirmelerine rağmen çemberi delemedi. Bir kartalın boğazına vurduğu pençe darbesiyle yere düşen Başşahini bir sırtlan alıp götürdü.'
İşlerini başarıyla bitiren Güçlükanat ve Pikedalış bir ağacın bir dalına kondular.
Pikedalış:
'Başşahin işi tamam. Artık bundan sonrası sana kalıyor Güçlükanat. Yardıma ihtiyaç duymadığına eminsin değil mi?'
'Artık Başşahin ben olduğuma göre Uzunkanatı halletmek zor olmasa gerek.'
'Yaygagaya güveniyor musun?'
'Güveniyorum ama tam güveniyorum diyemem. Bakalım, bu gece onun için de bir imtihan olacak. Ama inan imtihanın sonucu benim geleceğimden çok onun geleceğini belirleyecek.'
* * *
Güçlükanatın ve yardımcısının mağarasına girdiğini gören Yaygaga kendini toparladı. Güçlükanat derhal konuya girdi:
'Yaygaga, uzun konuşmayacağım. Biraz önce Başşahini öldürdük. Sebebi seni ilgilendirmez. Bundan sonra Başşahin benim. Yardımcım Keskingöz başyardımcım. Eğer sorun çıkarmaz, itaat edersen benim ikinci yardımcım sen olursun. Şu ana kadar bana karşı yaptığın bir hataya rastlamadım. Bu yüzden sana bir şans veriyorum. Ne diyorsun, benimle çalışacak mısın?'
Her zaman olduğu gibi Yaygaganın yüzünden reaksiyonunu kestirmek imkansız olduğu için Güçlükanat Yaygaganın gagasını açıp bir şeyler söylemesini beklemek zorundaydı. Bir müddet sessiz kalan Yaygaga:
'Bize Başşahine itaat etmek düşer. Emirlerinizi bekliyorum.' dedi.
'Tahmin ettiğim gibi akıllı çıktın sevgili yardımcım. O halde ilk emrimi dinle. Gidip birlikte Uzungagayı öldüreceğiz. Bildiğin gibi o beni pek sevmez. Vadimizin selameti için onun ölmesi gerekmekte.'
'Başüstüne.'
'O halde neyi bekliyoruz?'
Güçlükanat ve Yaygaga askerleriyle birlikte Uzunkanatın mağarasına doğru uçtular. Mağaraya vardıklarında Uzunkanatın olayları haber alıp iki özel muhafızıyla birlikte kaçtığını öğrendiler. Diğer askerlerine savaşmadan teslim olmalarını emretmişti. Güçlükanat askerleri konuşturmaya çalıştıysa da Uzunkanatın nereye gittiğini öğrenemedi. Yalnız kendisinin çok iyi bir tahmini vardı:
'Başyardımcım. Sen bu vadiden kaçmak istersen nereye kaçarsın?'
'Beni en iyi koruyacak yere.'
'Doğru. Sence Uzunkanatı en iyi kim korur?'
'Başmartı.'
'Evet. Bence de öyle. O halde sen ve Yaygaga hemen yanınıza askerler alın ve onları yakalayın. Ben de burayı kontrol edeyim. Olmaz da, hani belki eski komutanını korumak isteyenler çıkarsa diye.'
Uzunkanatın yardımcısı ve diğer askerler kendilerini zor tutuyorlardı. Ama Uzunkanat giderken her zamanki tavsiyesini bir kez daha yinelemiş ve onları uyarmıştı:
'Yenilginin kesin olduğu bir ortamda durman seni kurtarıyorsa o gün dur. Bu, sana kazanabileceğin zaman hareket etme imkanı verir.'
Keskingöz bölgeyi en iyi bilen şahindi. Martı Adasına giden en kestirme yolda uzun müddet uçtular. Martı Adası Büyük Gölde olduğundan Büyük Gölün tamamı martıların bölgesine giriyordu. O yüzden gölün sahilinde devamlı nöbetçi martılar bulunmaktaydı. Bunu iyi bilen Keskingöz sahile yakın fakat oradan görünmeyen bir tepe üzerinde pusu kurup Uzunkanatı beklemeye koyuldu.
Biraz sonra oraya gelen Uzunkanat ve iki muhafızı önlerine çıkan şahinleri görünce doğrusu şaşırdılar. Şahinler bir anda onları havada çembere alıp döne döne çemberi daraltmaya başladılar. Yaygagayı gören Uzunkanat Başşahinin ne kadar haklı olduğunu düşündü. Fazla şansları yoktu. Çemberi bir yerden delip göle ulaşmaları lazımdı. Uzunkanat çemberin ince bir yerini görüp oraya hücum etti. Muhafızları da onu takip etti. Biraz sonra muhafızlar pençe darbeleriyle can verdiler. Uzunkanat her nasılsa oluşan bir boşluktan çemberi delerek çıkmayı başardı. Keskingöz, Yaygaga ve adamları onu takip ettilerse de yakalayamadılar. Göle ulaşan Uzungaga ve diğer şahinler derhal onlarca martı tarafından durduruldu. Bütün kuşlar sahile indi. Uzunkanat martılar tarafından çembere alındı.
Keskingöz:
'Ey martılar. O bizden kaçmış bir asidir. Onu bize geri verin.' dedi vermeyeceklerini bildiği halde.
Uzunkanat da vermeyeceklerini biliyordu. Bunun için gereksiz yere konuşmadı. Nöbetçi martıların komutanı olduğu anlaşılan bir martı çıktı ve
'Burada bekleyin. Şimdi durumu Başmartıya haber vereceğiz ve onun dediğini uygulayacağız.'
Bir martı adaya doğru uçtu.
Bir müddet sonra Başmartı özel muhafızları ile geldi. Uzunkanatı çember içinde görünce:
' Canım dostum. Nedir seni buralara atan?'
Uzunkanat Keskingözü işaret ederek
'Ona sorman lazım.' dedi.
Keskingöz:
'O artık Başşahinin başyardımcısı değil, bir asi. Onu bize geri vermeniz lazım.' dedi.
Başmartı sinirlenmişti:
'Senin kim olduğunu bilmiyorum. Fakat Uzunkanatı çok iyi biliyorum. Onu size asla geri vermem. Şimdi uçun gidin buralardan.'
'Bu aramızdaki ilişkiler açısından iyi olmayabilir. O kadar kartal ve şahinle uğraşmak zor olabilir.'
'Beni tehdit mi ediyorsun?'
'Ne haddimize. Sadece olabilecekler hakkında biraz düşünmenizi istedim. Hadi arkadaşlar gidiyoruz.'
Şahinler gözden kaybolunca Uzunkanata dönen Başmartı
'Gel benim aziz dostum. Birlikte adaya gidelim. Orada bana her şeyi anlatırsın.' dedi.
Gece geç vakitlerde Dikbaş çok tatlı bir şekilde uyandırıldı. Onu bu şekilde sadece annesi uyandırırdı ve nitekim uyandıran da oydu zaten.
'Anne, sen, bu vakitte, burada, hayrola bir şey mi var?'
'Seninle biraz görüşebilir miyim oğlum?'
'Tabii anne.'
Birlikte gül bahçesinin hemen dışındaki bir yere kondular.
'Nasılsın yavrum, sağlığın iyi mi?'
'Sağ ol anne. Sen nasılsın?'
'İyiyim yavrum.'
Bir müddet sessiz kaldıktan sonra anne kuğu devam etti
'Seni vefasız, hadi babana kızdın, annen ne yaptı ki bu kadar zamandır arayıp sormuyorsun?'
Dikbaşın gözleri yaşardı:
'Haklısın anne. Özür dilerim, böyle yapmamam lazımdı... Bu arada babam nasıl?'
'Bildiğin gibi. Yavrum, babanı yanlış anlama. O senin iyiliğini düşünüyor, sana bir şey olacağından korkuyor. Onun için böyle yaptı. Yoksa hiç seni kovar mı?'
Aslında bu söylediklerine kendisi de inanmıyordu ama o kadar iyi bir dişi kuştu ki Dikbaş babasını kötü bilirse suçu kendinde görürdü. Zaten onun bu iyi karakteri sayesinde yuva devam edebilmiş, kocası Başkuğu olabilmişti. Yoksa herhangi bir kuşun dayanabileceği bir kuş değildi kocası. Dikbaş da bunları bildiği için annesinin bu sözlerine adet olduğu üzere cevap verdi:
'Elbette anne. Hangi baba çocuğunun kötülüğünü düşünür ki?'
'Değil mi yavrum?'
Bir müddet sessizlikten sonra Dikbaş içini boşalttı
'Ben gerçekten sizi utandırdım mı anne? Gerçekten ismime layık değil miyim?'
'Babanın hayatındaki en isabetli karar sana bu ismi koymak olmuş. Öyle ki zararı kendisine bile değdi.'
'Nasıl yani.'
'Baksana bütün kuşların en ufak bir şey söylemeye çekindiği babana bile başkaldırabiliyorsun.'
Birlikte gülüştüler.
'Zarife nasıl, ağabeyini özledi mi?'
'Hem de nasıl. Onu kandırdım da geldim. Buraya geldiğimi bilse mümkün değil gelmeden bırakmazdı.'
'Ben de onu özledim. Ona benden selam söylersin.'
'Olur. Ne zaman yola çıkıyorsunuz?'
'Duydun demek.'
'Siyahbaş söyledi.'
'Güneş doğmadan gidiyoruz anne. Ama lütfen bekleme.'
'Beklemem oğlum, üzüleceğini biliyorum.'
Dikbaş sözün burasında dayanamayarak ağladı, kanatlarıyla annesine sarıldı.
'Sen dünyanın en güzel anne kuğususun. Seni böyle bırakıp gittiğim için affet beni anne.' dedi.
Annesi ağlayarak cevap verdi:
'Git oğlum git, yolun açık olsun. Belki o ülkeyi bulur, bizi olmasa da gençleri kurtarırsınız.'
Biraz sonra anne kuğu göz yaşları içinde uçarak uzaklaştı. Zavallı dişi kuş vadide olanları duyunca oğlu için çok telaşlanmış, derhal Vahşipençenin babası aklına gelip ona gitmişti. Siyahbaş uzun müddet bir şey söylememiş, fakat sonra zavallı dişi kuşun haline acımış ve oğlunun yerini iki şartla söylemişti: Oğluna olaylar hakkında hiçbir şey söylemeyecek ve gitmesine mani olmaya çalışmayacaktı. Aslında bu şartları söylemesine gerek yoktu. Çünkü şu son gelinen nokta zaten bu şartları zorunlu hale getirmişti. Şu an içi biraz olsun rahattı. En azından oğlu yaşıyordu ve koruma altındaydı.
O sırada Gül bahçesinde Tatlıseda bir sağa, bir sola kanat çırparak yolculuk marşını bestelemeye çalışıyordu.
'Nasıl oğlum, oluyor mu?' diye sordu Andelip.
'Olacak inşaallah baba. Sen yat artık, yorulmuşsundur.'
'Peki. Hadi sana kolay gelsin.'
'Sağol baba, iyi geceler.'
Devamı var...