Güzellikler Ülkesi - 5

Sabah güneş doğmadan Andelip genç kuşları kaldırdı ve konuşmaya başladı:
' Kahramanlarım! Sizleri uzun bir yol bekliyor. Bazen yol uzun olur da yolculuk kısa sürer. Yol tamamlanmadan yolculuk biter. Yolculuğun kısa sürmesinin iki sebebi olabilir. Bir yerde ölüp kalmak kahramanlığa mani değildir, fakat sıkılıp dönmek... Yolun sonuna kadar sebat göstermeniz lazım. Yolda ölen de kahramandır, hedefe varan da. Ben hepinizin hedefe ulaşan kahramanlar olmanızı dilerim. Yolculuğunuzda ilkin Akbabalar Dağından geçeceksiniz. Başakbabaya hediye verin, Kuşlar Vadisinden geldiğinizi ve gezmeye çıktığınızı söyleyin. Güzellikler Ülkesinden asla bahsetmeyin. Çünkü onlar Güzellikler ülkesine düşmandırlar ve oraya gittiğinizi anlarlarsa sizi öldürmeleri durumunda Kuşlar Vadisinden hiçbir kuşun sizi korumayacağını bilirler. Ayrıca oradan geçerken sakın acele etmeyin. Acele ederseniz akbabaları şüphelendirirsiniz. Sonra bir iki gün insanların olduğu yerlerden geçeceksiniz. Buralarda yorgunluğunuzu düşünmeden uçun ve dinlenmelerinizi emin yerlerde ve kısa yapın. Yolculuğun bundan sonraki kısmında...'
Sözün burasında Andelip anlaşılmaz bir şekilde sustu, bir müddet düşündü ve sonra devam etti:
'Bazen karanlığın karanlığından çok, aydınlığın aydınlığı korkutur beni. Karanlıkta ilk başta gözler görmez, bir müddet sonra ise eşya yavaş yavaş seçilmeye başlar, fakat aydınlıkta gözler kamaşır ve bir şey görünmez. Kara günler kuşu yoluna bağlar ve nefret edilmesi gereken kötülüklere karşı nefretini artırır, ya beyaz günler, ya beyaz günler... Yolculuğa çıkmadan önce Tatlıseda size Yolculuk marşını okumak istiyor. Sonra yola çıkarsınız. Yolculukta lideriniz Kılavuz olacak. Hayırlı yolculuklar.'

Tatlıseda Yolculuk marşını okumaya başladı:
Güzellikler Ülkesi kokunu aldım senin
Bilirim sende güneş başka bir aydınlatır
Suların çağlıyor rüzgarın ayrı bir serin
Güllerin bizleri ta uzaklardan çağırır

Ben hep güzelliği sevdim güzeli severim
Babam da güzel anam da arkadaşlarım da
O halde Güzellikler Ülkesi benim yerim
Tutma beni dostum yolculuk var uzaklara

Marş gerçekten hepsini büyülemişti. Yola çıkmadan önce tam on kez okudular ve yola koyuldular. Beştakla havada beş takla attı, Tatlıseda fazla uçamayacağı için Vahşipençenin üstüne çıktı.
Genç kuşlar gözden kaybolunca Andelip uzun zamandır zorlukla tuttuğu gözyaşlarını bıraktı. Daha önceden arkadaşları için yapmış olduğu besteleri ağlayarak okumaya başladı. Zaten gece boyunca hiç uyumamıştı. Herhalde hayatının son anlarını yaşıyordu. Etrafta söylentiler yayıldığından beri onu hiç bırakmayan hüzün artık dayanılabilecek dereceyi aşmıştı.
Güneşin ilk ışıklarım müteakip Başkartal Siyahbaşm mağarasına girdi. Siyahbaş onu selamladı. Başkartal:
'Siyahbaş olanlardan haberin var mı?'
'Var efendim.'
'Biz kartallar olarak eskiden beri Güzellikler Ülkesi saçmalıklarını etrafa yayanlar hakkında ağır cezalar düşünüyorduk, fakat nedense Başşahin buna hep karşı çıkıyordu. Şu anda yeni bir Başşahin görev başında ve o da bizi destekliyor. Senin de tahmin edebileceğin gibi bu durumda Başbaykuş da kabul edecektir.'
'Evet efendim, bundan en ufak bir şüphem yok.'
'Senin oğlun da bu gruptaydı değil mi?'
'Evet efendim, maalesef öyle bir salaklık yaptı.'
Başkartalın yüzü birden ciddileşti ve alçak bir sesle Siyahbaşın kulağına
'Onların hepsini bugün öldüreceğiz. Ne diyorsun?' dedi.
'Siz nasıl uygun görüyorsanız öyle olsun efendim. Ben de oğlum içlerinde olmasına rağmen bu gruba karşıyım. Yasını tutarım ama size karşı gelmem.'
'Güzel. O halde bilesin biz işe başlıyoruz.'
Başkartal mağaradan dışarı çıktı. Siyahbaşa tabii ki hiç inanmamıştı. Aslında dün gece onu da öldürmeyi düşünmüşlerdi ve hatta Pikedalışa bu konuda görev bile vermişti. Fakat Pikedalış Siyahbaşı çok iyi hazırlanmış bir şekilde buldu. Ayrıca diğer yardımcıların askerlerinden de bayağı taraftar topladığını yaptığı araştırmalar sonucu öğrenmişti Pikedalış. Bu yüzden bu işi şimdilik tehir ettiler.

Öğlene doğru Başbaykuşun tellal papağanları Kuşlar Vadisinin her tarafında Andelip ve arkadaşlarının vadiye zararlı faaliyetler yaptıklarının tespit edildiğini, cezalandırılacaklarını, görenlerin Başkartal veya Başşahine haber vermeleri gerektiğini, haber vermeyenlerin veya saklayanların onlarla aynı cezaya çarptırılacaklarını duyurdular.
Biraz sonra Gül Bahçesine Andelibi öldürmeye giden bir grup kartal onu ölü olarak buldular. Andelip yegane tesellisi olan arkadaşları gidince hüzne teslim olmuş, yüreği bu acıya dayanamamış ve Gül bahçesinde can vermişti. Akşama kadar yapılan aramalar sonuç vermeyince Başkartal genç kuşların Güzellikler Ülkesine gitmek istediklerini, kendileri tarafından da aranmakta olduğunu bildirmek üzere Başakbabaya bir elçi gönderdi. Elçi Vadi sınırlarını geçince Siyahbaşın askerleri tarafından öldürüldü ve kurtların olduğu bir yere bırakıldı. Böylece Başkartalın askerleri onun cesedini bulamayacak ve öldüğünden ancak iş işten geçtikten sonra haberleri olacaktı. Böyle vahşi bir ortamda ise bir kartalın ölmesi gayet normal bir şeydi.

* * *

Vahşipençe hariç bütün kuşlar Başakbabanın yuvasına girdiler. İçeri getirilen hediye tavşanı Vahşipençe avlamış ve önemli bir kuralını bozmuştu. Fakat bu hatayı Güzellikler Ülkesi için yaptığını düşünerek teselli buldu. Yalnız Siyahbaşın oğlu bir kartal olarak bir akbabaya hediye takdim edemezdi. Böyle bir şeyi ne kendi ne de babası kabul edebilirdi. Bunu çok iyi bilen arkadaşları da içeri girmesi için ısrar etmediler.

İçeride Başakbaba hediyeyi verenlere memnuniyetini ifade eder bir baş ifadesinden sonra
'Nereden geliyor ve nereye gidiyorsunuz?' dedi.
Cevabı Kılavuz verdi:
'Biz Kuşlar Vadisinden geliyoruz. Bildiğiniz gibi ben göçmen bir kuşum ve her yıl uzak diyarlara giderim. Hatıralarımı arkadaşlarıma anlatınca 'Bizi de biraz gezdirsen olmaz mı' dediler. Ben de onları kıramadım. Birlikte birkaç yer gezip vadimize geri döneceğiz.'
'Sizin oralar hakkında birtakım dedikodular kulağıma geldi. Bazı genç kuşlar Güzellikler Ülkesine gitmek istiyorlarmış. Bu dedikodular sizin de kulağınıza geldi mi?'
'Neresi dediniz, ne Ülkesi?'
'Güzellikler Ülkesi.'
'İlk defa duyuyorum.'
'Anlaşıldı. Yolunuz açık olsun, hayırlı gezmeler. Oğlum bu gençlere yolu göster.'
'Hayır, gerek yok, ben bir ördeğim. Yolu biliyorum. Nezaketiniz için teşekkürler.'
'Peki öyleyse hayırlı yolculuklar.'
Genç kuşlar dışarı çıkınca Başakbaba oğluna döndü ve
'Bunlardan şüphelendim oğlum, Düzenbaza söyle şunları bir araştırsın, dedi.'
'Niye şüphelendin baba?'
'Meşhur bir konudan haberdar olmadığını söyleyen bir kuş her zaman yalan söyleyen bir kuştur.'

Genç kuşlar Andelibin tavsiyesine uyarak yavaş hareketlerle Akbabalar Dağını şöyle bir gezip derenin kıyısında güzel bir yeşillik alana kondular. Kılavuz
'Arkadaşlar geceyi burada geçirelim. Yarın sabah yola çıkarız.' dedi.
Gece derenin sesi tatlı bir melodi gibi geldi kulaklarına. Bu tatlı melodi diğer bütün kuşlara sadece tatlı bir uykuyu ilham etmesine karşın Tatlısedaya üç yeni beste yaptırdı. Fakat en son bestesinde gülle zakkumu aynı mısrada kullanınca uykusunun geldiğini anladı ve o da diğerleri gibi uykuya daldı.
Kınalı her zaman olduğu gibi güneşin doğmasıyla birlikte uyandı ve etrafı şöyle bir gezeyim diye uçmaya başladı. Hava gerçekten nefisti. Tam bu havanın tadını çıkarıyordu ki birden bir ağlama sesi duydu. Sesin geldiği yere gidince tek ayağı üzerinde sıçrayıp uçmaya çalışan, fakat sadece tek kanadını kullanabildiği için uçamayan bir akbaba gördü. Zavallı bir türlü uçamıyordu. Kınalı akbabanın yanına kondu.
'Ne oldu sana böyle, kim yaptı bunu?'
'Lütfen sen kendi işinle uğraş.'
'Ama bilmek istiyorum, belki yardımım dokunur.'
'Senin mi? Bir kekliğin ha. Bu devirde akbabanın akbabaya faydası yok, nerede kaldı bir keklik akbabaya yardım etsin.'
Sonra yaralı akbaba kısık fakat duyulabilecek bir sesle
'Ah şimdi Güzellikler Ülkesinde olacaktım ki.' dedi.
Bunu duyan Kınalı çarpılmışa döndü ve
'Sen ne dedin?' diye sordu.
Akbaba korku içinde
'Hiç, hiçbir şey söylemedim.'
'Hayır hayır bir şey söyledin.'
'Hiçbir şey söylemedim.'
'Dostum, benden sana zarar gelmez.'
'Yaa, gelmez. Sonra gidip onlara haber ver de beni tekrar öldüresiye gagalasınlar değil mi?'
'Kimlere?'
'Kimlere olacak, benim pis, inançsız arkadaşlarıma. Yani diğer akbabalara.'
'Onlar neye inanmıyorlar ki?'
'Eee uzun ettin ama. Güzellikler Ülkesine, var mı diyeceğin. Kanadından ne geliyorsa ardına koyma.'
'Sen inanıyor musun?'
'Dostum, şaka mısın sen. Neden bu haldeyim zannediyorsun?'
'Güzellikler Ülkesine inandığın için mi?'
'Elbette. Dostum, ben tam bir Güzellikler Ülkesi fanatiğiyim, aşığım ona ve en büyük maksadım oraya gitmek. Fakat gel gör ki bir tane bile yol arkadaşı bulamıyorum.'
'Dostum gerçekten şanslı günündesin.'
'Nasıl yani?'
'Yani bugün buldun.'
Akbabanın gözleri sevinçten parlıyordu
'Yoksa sen...'
'Evet ben ve birkaç arkadaşım oraya gidiyoruz.'
'Beni de alır mısınız?'
'Ne demek, tabii ki.'
'O halde biraz sonra yanınızdayım, dedi ve uçmaya başladı.'
Kınalı arkasından bağırdı:
'İyi de nerede olduğumuzu bilmiyorsun ki. Saf kuş, sevincinden iyice şaşırdı, neyse bakalım, inşallah bulur.'
Biraz sonra olan biteni arkadaşlarına anlatan Kınalı sevinç çığlıkları beklerken sinirli yüzleri görünce şaşırdı. Kılavuz korku içinde:
'Derhal kaçıyoruz.'
Uçmaya başladılar. Kınalı olanlara bir mana veremiyordu. Hem o zavallı akbabayı niye beklememişlerdi? Beştaklaya yaklaşarak
'Niye böyle acele ediyoruz?' diye sordu.
'Gerçekten bu kadar saf mısın, yoksa rol mu yapıyorsun?'
'Beştakla ama kızdırıyorsun bak. Size anlattığım olayda garip olan ne var ki?'
'Peki, o halde anlatayım benim Güzellikler Ülkesi aşkıyla dolu saf kardeşim. Sen onu ilk gördüğünde akbaba uçamıyordu değil mi?'
'Evet.'
'Peki ya yolculuk için hazırlanmaya giderken?'
'Doğru ya, bu benim dikkatimi niye çekmedi ki?'
Beştakla bir şey söylemeden sadece bir müddet manalı manalı baktı.
'Ben gidip arkadaşlardan özür dileyeyim.'
'Yahu deli misin? Sen çabuk uçmaya bak, birazdan bizi yakalarlar.'
Gerçekten de birazdan akbabalar göründüler. Kahraman kuşlarımızın her biri Vahşipençe gibi uçamadıkları için de gittikçe yaklaşıyorlardı. Kılavuz
'Dayanın, birazdan onların bölgesini geçeceğiz.' dedi.
Her biri var güçlerini kullandılar ama akbabalar sınıra yakın bir yerde onlara yetiştiler ve aralarında kavga başladı. Vahşipençe öne atılarak üç akbabayı saf dışı bırakmayı başardı, Beştaklaya yanaşan bir akbabayı Kılavuz çarparak uzaklaştırdı, Dikbaşın başka kuşlara pek bir faydası olmadı ama kendine de dokundurmadı. Yalnız Kınalı ve Hoşavaz yaralanarak yere düştüler. Bu arada diğerleri de sınırı geçmişlerdi. Kendi bölgelerinde bir kartalla savaşan akbabaları gören iki genç kartal derhal kavgaya karıştı. Bunun üzerine akbabalar kayıplar vererek geri kaçtılar.

Biraz ileride bir göl kenarında konakladılar. Hiçbirinin gagasından en ufak bir söz çıkmıyordu. Çok üzgündüler ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kılavuz
'Nereye düştüler?' dedi.
'Akbabalar bölgesinin dışında bir köye.' dedi Dikbaş.
Derhal köye doğru yola çıktılar.

Bu sırada Kınalı ve Hoşavaz yaralı bir şekilde yerde yatıyorlardı. Düşerken birbirlerine sarıldıkları için aynı yere düşmüşlerdi. Uçmaya çalıştılarsa da bu gayret sadece daha fazla kan kaybetmelerini sağladı. Çaresiz beklemeye koyuldular. Biraz sonra köyün çocukları onları gördü. Bir tanesi Kınalıya yaklaşarak
'Vah zavallı, yaralandın mı? diyerek onu eline aldı ve okşamaya başladı.'
Kınalı Hoşavaza doğru kanatlarını uzatıp bir müddet bağırınca çocuk arkadaşlarına
'Korktu zavallı, dedi ve ekledi.'
'Korkma kınalı keklik, korkma. Senin yaranı sarıp tekrar uçuracağım.'
Çocuklar Kınalıyı alarak oradan uzaklaştı. Giderken Hoşavaza bir iki taş atarak yarasına bir iki yara daha eklemeyi de ihmal etmediler. Hoşavaz bir kez daha babasının haklı olduğunu görüyordu. Acaba şimdi onu bu halde görseydi ne yapardı babası, elbette ki çok üzülürdü. Belki de gurur duyardı. Yooo hayır, kesinlikle üzülürdü. Hiçbir baba böyle bir durumda gerçekçi olamazdı.

Arkadaşlarını aramaya çıkan kuşlar Hoşavazı akşam üzeri ölü buldular ve uzun bir süre başında ağladılar. Daha sonra Kınalıyı aradılarsa da kanatları boş ilk konaklama yerlerine döndüler. Kılavuz
'Kınalıyı insanlar almış ve şu anda tedavi ediyor olabilirler. En iyisi burada birkaç gün bekleyip öyle yola çıkalım. Vahşipençe ara sıra köye bakmaya gider.'

Ertesi gün Vahşipençe defalarca köyün üstünde uçtuysa da yerde koşan bir tavşanı bile gören gözleri Kınalıyı görmeye muvaffak olamadı. Diğerleri ise gölün etrafında oyalanıp üzüntülerini unutmaya çalıştılar ve mümkün olduğunca insanlardan kaçtılar. İkinci ve üçüncü gün de aynı şekilde geçti. Artık bulacaklarından ümitleri kesilen kuşlar üçüncü gün oraya bazı avcıların uğramasını da hesaba katarak ertesi gün yola çıkmaya karar verdiler. Sabah Vahşipençe bir kez daha köye bakacak ve döndüğünde yola çıkılacaktı.
Sabahleyin kararlaştırıldığı üzere Vahşipençe köye doğru uçtu. Diğerleri umutsuzca bekliyorlardı. Biraz sonra Vahşipençe yine yalnız gelecek ve yola çıkacaklardı. Fakat Vahşipençe biraz sonra gelmedi. Hatta uzun bir süre gelmedi. Öğleye doğru kuşları iyice telaş sarmıştı. Ya ona da bir şey olduysa? Hiç biri böyle bir şeye ihtimal vermek istemiyordu ama vakit de geçiyordu. Bu bekleyiş ikindiye doğru son buldu. Ufukta kendilerine doğru gelen iki kuşu görünce sevinç çığlıkları attılar. Evet Vahşipençe Kınalıyı getiriyordu. Biraz sonra yanlarına gelen Vahşipençe durumu şöyle özetledi:
'Sabah uçarken Kınalının aşağıda uçmaya çalıştığını gördüm. Yanında insanlar olduğu için yaklaşamadım. Öğleden sonra yükseklerde uçtuğunu görünce hemen alıp yanınıza geldim. Buyurun arkadaşımız sapasağlam karşımızda.'

Hepsi sevinç içinde 'Hoş geldin' dediler.
'Hoş bulduk, Hoşavazı gördünüz mü? Ne oldu ona?'
Az önceki sevinç dolu yüzler yerini hüzün dolu yüzlere bıraktı. Hepsi boyunlarını büktüler. Kınalı meseleyi anladı
'Öldü değil mi? Bütün bunlar benim suçumdu. Keşke onun yerine ben ölseydim.'
Beştakla arkadaşını teselli etti
'Kınalı senin bir suçun yok. Belki biraz düşüncesiz davrandın ama senin yerinde herhangi birimiz de olsaydık belki aynı hatayı yapardık. Bizlere bu hataları biz yaptırıyoruz.'
'Nasıl yani?'
'Yani mesela ben, uzun zamandır hep sizlerle yaşamışım. Sizin dünyanızda yaşıyorum. Bu dünyada yalan yok. Bu yüzden ben de o kuşu görseydim onun bir sahtekar olduğunu anlamayabilirdim. Hem Hoşavaz şimdiden kahraman oldu. Biz ise kahraman olmak için daha ne kadar yol kat edeceğiz Allah bilir.'
'Çok doğru söyledin Beştakla. İnan, beni bile rahatlattın.' dedi Dikbaş.

Kılavuz artık yerinde duramıyordu.
'Pekala gençler, haydi bakalım, bu kadar sohbet yeter. Artık uçuşa geçmenin vakti geldi. Güzellikler Ülkesi bizi bekliyor.'
Arkalarında bir kahraman bırakarak uçmaya başladılar. Ertesi gün hava gerçekten çok sıcaktı. O yüzden dinlene dinlene uçmaya devam ettiler. Bir ara uçarlarken Dikbaş başına bir şeyin damladığını hissetti. Böyle sıcak bir havada yağmur olamazdı elbette. Yukarı bakınca Kınalıyı gördü. Evet Kınalının yarası tekrar açılmış, kan damlamaya başlamıştı ve zavallı keklik gittikçe irtifa kaybediyordu. Dikbaş arkadaşlarına seslendi:
'Hey arkadaşlar, Kınalının yarası açılmış.'
'Ne!' diye bağırdılar hep bir gagadan.
Hemen aşağıda ormanlık bir yere indiler. Kınalının uçacak durumu yoktu. Çaresiz beklemeye başladılar. Fakat biraz sonra bir kaplan geldi. Vahşipençe diğer bütün kuşların uçmalarını istedi. Onlar da Kınalıyı görebilecek emin bir ağaç dalına kondular. Vahşipençe Kınalıyı savunmak için kaplana vur kaç yapmaya çalışsa da yapabileceği pek bir şey yoktu. Kaplan Kınalıyı yedi. Sonra da diğer kuşların bulunduğu ağaca saldırdı.
Vahşipençe diğerlerine bağırdı.:
'Hemen buradan uzaklaşalım.'
Tatlıseda her zamanki gibi Vahşipençenin sırtına yattı ve bütün kuşlar oradan uzaklaşıp ileride bir çayırlığa kondular. Orada bir müddet ağladıktan sonra çaresiz tekrar yola çıktılar.
Akşama doğru başlayan rüzgar kısa sürede fırtına şeklini aldı. Fırtınanın şiddeti artınca kuşlar birbirlerine sarıldı. Fırtına onları savuruyordu. Artık ümitleri kalmamıştı.

Devamı var...

30 Eylül 2011 16-17 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar