Güzellikler Ülkesi - 7
Ertesi sabah Kuşlar Vadisinde tam bir bayram havası vardı. Her bir kuş sırayla bir Kartal Tepesine, bir de Şahin Tepesine uğruyor ve yeni Başkartal Siyahbaşı ve yeni Başşahin Uzunkanatı tebrik ediyordu. Öğlene doğru vadiyi dolaşan Başbaykuşun papağanları da atamaları resmileştirmiş oldu.
* * *
Dikbaş o gün de bu güzel yerlerde geçirdiği diğer günlerde olduğu gibi son derece geç bir vakitte kalkmıştı. Daha doğrusu güzel sevgilisi Nezafet tarafından kaldırılmıştı. Yalnız diğer günlerden farklı olarak bugün kendini o kadar mutlu hissetmiyordu. İçinde anlam veremediği bir sıkıntı vardı.
'Ben biraz etrafı gezmek istiyorum Nezafet.'
'Ben de geleyim.'
'Kusura bakma, ben biraz yalnız kalsam olur mu? Çok sürmez dönerim.'
'Peki.'
Uçmaya başladı. Her gün yaşadığı duyguları tekrar yaşayabilmek için etrafına şöyle bir baktı. Gerçekten de çok güzel bir yerdi. Bir aydır buradaydılar ve hakikaten güzel günler geçiriyorlardı. Fakat nedense bugün ruhu daralıyordu. Göle inip yüzmeye karar verdi.
Bir müddet yüzünce biraz rahatladı ve düşünmeye başladı. 'Acaba burası mı daha güzel, yoksa Kuşlar Vadisi mi?' diye sordu kendi kendine. Tabiat olarak pek de farkları yoktu aslında, hatta belki Kuşlar Vadisi daha güzeldi denebilir. Öyle ya o kadar kuş o vadiye yerleştiğine göre orada da tartışılmaz bir güzellik vardı elbette. Yalnız burayı daha güzel yapan elbette Nezafetin varlığıydı. Peki Nezafete benzer bir kuğuyu Kuşlar Vadisinde bulamaz mıydı? Önce hiçbir güzelin Nezafet gibi olamayacağını düşünse de sonradan 'niye olamasın ki?' dedi kendi kendine. Nezafeti ilk gördüğü an onu şu an sevdiği kadar sevmemişti. Kuşlar Vadisinde hiçbir kız kuğuya evlenme amacıyla yaklaşmamıştı ki. Şu bir gerçekti ki Başkuğunun yakışıklı oğlu olarak en güzel kıza ulaşması son derece rahat bir şeydi. Zaten bütün kızların gözünün onun üzerinde olduğunu bilmeyen yoktu.
İçlerinde güzel olanları da vardı. Onlardan biriyle Nezafetle olan yakınlığı kursa belki de aradan bir bu kadar gün geçince onu da Nezafet kadar sevecekti. Üstelik annesi, babası ve kız kardeşiyle beraber olacaktı. Peki neden o vadiyi terk etmişti? Bunu bilmeyen mi vardı ki, elbette Güzellikler Ülkesi için. Oraya ulaşmışlar mıydı peki? Hayır. Yolculuktan vaz mı geçmişlerdi? Kesinlikle hayır, sadece biraz dinleniyorlardı, hazır oldukları anda yola çıkacaklardı. Peki ama bu hazır olmanın ölçüsü neydi, hangi durumda hazır olduklarına karar vereceklerdi? İşte bu son sorunun cevabını veremedi. Aslında yolculuğa hazır olmaya bir gidişat da yoktu ortada. Gün geçtikçe buraya daha fazla bağlanıyorlardı. Sorular beynini rahatsız etmeye başladı. 'En iyisi bu konuyu bir de arkadaşlarla konuşayım.' dedi kendi kendine.
Beştakla Dikbaşı güzelce dinledikten sonra söze başladı.
'Bak Dikbaş, bence o zamanlar bizim yanlış bir anlayışımız vardı. Güzellikler Ülkesini bulmak bir nesillik bir iş değil bence. O ülkeyi belki de bizim yavrularımız bulacak. Yani mesela yumurtaların içinden çıkacak olan benim yavrularım, belki de onların yavruları.'
'Hangi yumurtalar, sen evli misin?'
'Haberin yok mu?'
'Yok elbette, hayırlı olsun.'
'Sağ ol. Ben senin haberin olduğunu sanıyordum.'
'Neyse, tekrar hayırlı olsun. Biliyorum böyle bir zamanda uygun bir soru değil ama biz yola devam etmeyecek miyiz?'
'Ben öyle bir şey söylemedim. Ben sadece yavrularımızı bu şuurla yetiştirmemiz gerektiğini ifade ettim. Yoksa, tabii ki yola devam edeceğiz. Fakat aceleye gerek yok. Eğer biz neticeye varamazsak onlar bizim yolumuzdan devam edecekler.'
'O halde ne zaman yola çıkacağız?'
'Hazır olduğumuz zaman.'
'Ne zaman hazır olacağız?'
'Bilmem onu zaman gösterecek.'
'Ben şu an hazırım Beştakla ve yarın sabah yola çıkmayı düşünüyorum.'
'Ne, yarın mı?'
'Evet yarın. Belki yanlış yapıyorum ama artık korkmaya başladım Beştakla, yanlış anlama ama buraya alışmaktan korkuyorum. Güzellikler Ülkesini unutmaktan korkuyorum. Neyse ben şimdi uçuyorum, Sağlıcakla kal. Eşine benden selam söyle.'
'Güle güle, söylerim. Yarın sabah ha?'
Dikbaş oradan Tatlısedanın yanına uçtu. Her zamanki gibi Güllükte akşama buluşacağı sevgilisi Gülendam için şiir yazıyordu.
Dikbaş Tatlısedanın yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca o sıralar ona aynı soruyu soran her kuşun duyduğu cevabı içinden kelimesi kelimesine takip ederek dinledi.
'Güzeller güzeli güzelim Gülendamıma yeni bir şiir yazmaya çalışıyorum. O güzelliği tarif etmek o kadar zor ki inan dilim yetersiz kalıyor.'
'Kolay gelsin.'
'Sağ olasın Dikbaş.'
'Tatlıseda... Senin şiirlerinde son zamanlarda biraz değişiklik olduğu dikkatini çekmedi mi?'
'Sen de fark ettin değil mi? Çok şükür arkadaşlarım arasında şiirden anlayan biri varmış. Gerçekten şiirlerim sanatsal açıdan büyük ilerleme kaydetti. Bunun en büyük sebebi felsefe farklılığı azizim. Önceleri sanat halk içindir diye düşünenlerdendim, fakat şimdi anladım ki sanat sanat içindir. Seviyesizlerin anlamasına ne gerek var ki? Mesela bak şu şiire
Üzme beni Gülendam
Naziktir kanatların
Kartallar uçamaz bulutlu havalarımda
İnat etme Gülendam
Dayanamazsın
Serin bir Ocak gününde
Gülendam
Deryalar çiselerken üstüme
Beşer beşer çıktım everestleri
Kutuplarda aşkın kavurdu bedenimi
Ekvatorda meltemdi ismin
O ismin ki
Özenle nakşettim gönlüme
Evet güçlüydüm Gülendam
Görene kadar seni
Bir gecede alaşağı ettim gulyabanileri
Bulutlar titrerdi de üstüme
Yine de vuslata yetmedi
Üzme beni Gülendam
Gövden incedir
Ormanlar yıktım sellerimle
Diretme artık Gülendam
Sensiz anlamsız bu şiir
İşte dostum şiir budur ve bu şiiri yazana bülbül derler. Sanat olmalı sanat, anlıyorsun değil mi?
'Baban böyle şiirler yazmazdı.'
'Babamı işe karıştırma. Babam iyi bir kuş ve faziletli bir bülbül, ama şair olarak pek iyi değildi.'
' Önceden sadece Güzellikler Ülkesi hakkında şiirler yazardın. Şimdi niye değiştin?'
'Ben burada gerçek sanatı anladım Dikbaş. O şiirler şiir olarak beş para etmezdi.'
'İnan bana o şiirler güzeldi Tatlıseda. Haydi sanat olarak gerilerdi diyelim. Ama tesirliydiler. Hatırlamıyor musun, marşını on defa okumuştuk. Gülendam senin şiirlerini neden beğeniyor sence? Sanat açısından daha iyi şiirler duymadı mı hiç? Bu bölgede senden daha iyi beste yapan hiçbir bülbül yok mu?'
'Olabilir tabii.'
'Var dostum var, olabilir değil. Kaç tanesinin bestesi gagadan gagaya dolaşıyor. Senin bestelerini seviyor, çünkü sen onu övüyor ve bestelerini onun için yapıyorsun. Ama Gülendam herkes için o kadar güzel bir kuş olmadığı için her kuş Gülendamın aldığı zevki alamıyor haliyle o bestelerden. Belki de birçok kuş bu yüzden sanatına beklediğin kadar değer vermiyor.'
'Hakaret ediyorsun ama.'
'Öyle bir niyetim yoktu. Sana öyle bir his verdiğim için özür dilerim. İstediğin kadar özür dilerim, yalnız beni dinle. Yola çıkmamız lazım. Güzellikler Ülkesi bizi bekliyor.'
'Bilmiyorum Dikbaş.'
'Ben yarın sabah yola çıkıyorum.'
Dikbaş bu sözlerden sonra uçmaya başladı. Vahşipençenin yanına gitti. Önceleri sadece doyacak kadar tavşan, fare gibi hayvanları avlayan ve daha çok zaten ölmüş hayvanların etiyle beslenen Vahşipençe artık tavşan etinin yanında serçesiz yemek yiyemez hale gelmişti. Bu manzarayı gören Dikbaş sert konuştu:
'Ne o Vahşipençe, hani biz kuşlar alemine huzur getirecek ülkeyi bulmaya aday kahraman kuşlardık. Var mıydı bizde kardeş kuşlara zarar vermek. Yakında bize de sıra gelecek mi yoksa?'
'O nasıl söz Dikbaş?'
'Ne farkı var? Bu zavallı serçeler de kuş değil mi? Kuşlar Vadisinde senden korkan bir serçe var mıydı? Güya oradan bütün kuşların faydasına çıktık. Güzellikler Ülkesini bulacaktık. Peki ne oldu, hangi noktaya geldik? Önceleri diyarlarında rahat uçan, kartal korkusunu yaşamamış zavallı serçelerin korkulu rüyası oldun çıktın. Senin yüzünden uçamaz oldular.'
Dikbaş başını eğdi. Bir müddet öylece kaldı.
'Haklısın Dikbaş. Aslında genelde ölü serçeleri yiyorum ama bulamadığım zamanlarda iki sefer avladım zavallıları. Doğru be Dikbaş haklısın, ben nasıl bu hale geldim?'
'Haklıyım tabii ya. Sana yakışır mı bu?
Dikbaş Vahşipençenin ağladığına ilk kez şahit oluyordu. Önündeki etleri yiyemiyordu artık. Gözyaşları Dikbaşı yumuşattı.
'Sadece sen değil, hepimiz değiştik Vahşipençe.' dedi Dikbaş.
Vahşipençe cevap veremedi. Gözyaşlarını tuttu. Dikbaş devam etti:
'Yola çıkalım Vahşipençe. Buralar bizi bozuyor. Güzellikler Ülkesini bulalım.'
'Bulalım Dikbaş.'
'Yarın sabah yola çıkalım.'
'Olur, gerçekten ertelemeyelim artık ama Kılavuzu da ikna edip onu da yanımıza alalım. Onsuz zor olur bulmamız.'
'Doğru, ben de zaten onun yanına gidiyordum. Gel beraber gidelim.'
Birlikte Kılavuzu bulmak için göle doğru uçtular. Kılavuz oraya geldiklerinin daha üçüncü gününde o ilk gün konuştukları güzel bayanla evlenmişti ve o gün bugündür arkadaşlarından herhangi biriyle görüşmemişti. Hanımının kız arkadaşlarına liderliğin ne kadar zor olduğunu iyice belletmesi gerektiğinden günlerini bu önemli göreve vakfetmiş ve yolda yaşadığı zorlukların her bir saniyesini defalarca anlatmıştı.
Göl kenarına gelen Vahşipençe ve Dikbaş Kılavuzu aynı vazife üzerinde buldular.
'Evet gerçekten zor bir durumdu. Akbabalardan zannediyorum üçünün Dikbaşa gittiğini gördüm. Hemen üzerlerine atlayıp yere serdim onları. Korkmuş muydum? Asla. Bir lidere en yakışmayan özellik korkaklıktır.'
Dikbaş burada söze karıştı:
'Kılavuz, seninle biraz görüşebilir miyiz?'
'Kim o benim konuşmamı bölen terbiyesiz. Ha, sen misin Dikbaş. Kusura bakma, hemen geliyorum.'
Sohbet öyle sarmıştı ki yanlarına kadar gelen Dikbaş ve Vahşipençeyi fark edememişti. Birlikte az ilerideki ağacın bir dalına kondular. Söze Kılavuz özürle başladı:
'Dikbaş az önce söylediğim şeyler içinse özür dilerim. İnan seni kırmak istemedim. Ben sadece...'
'Seni dinlemiyorduk bile.' dedi Dikbaş.
Uzun bir süre Güzellikler Ülkesine yola çıkmak için ikna etmeye çalıştılar. Kılavuz da diğerleri gibi yolculuktan vazgeçmiş değildi elbette, ama henüz hazır olduğu da söylenemezdi. Biraz daha bekleyip yola çıksalardı daha iyi olurdu. Konuşmalar uzuyor, fakat bir türlü netice çıkmıyordu. Konuşmanın uzamasından rahatsız olan Vahşipençe
'Uzatmaya gerek yok Kılavuz, biz yarın sabah yola çıkıyoruz. Gelmek istiyorsan seher vakti gölün öbür yanındaki elma ağacına gel.' dedi.
'Bensiz mi gideceksiniz? Nasıl olur, ben sizin liderinizim.'
Kılavuzun bu cümlesine cevabı Dikbaş verdi.
'Sen yolculuktaki liderimizsin. Lider olarak kalmak istiyorsan yarın sabah gel yola çıkalım.'
Dikbaş ve Vahşipençe daha fazla konuşmadan uçup gittiler. Giderken sabah yolculuğa başlayacakları yeri Beştakla ve Tatlısedaya da haber verdiler. Onlar da bir takım itirazlar belirtseler de Dikbaş ve Vahşipençenin fikirlerini değiştirmeye niyetli olmadıklarını anladılar. Dikbaş yuvaya döndüğünde Nezafetin telaşla beklediğini gördü.
'Neredesin, nerede kaldın? Meraktan çatlayacaktım.'
Dikbaş özür diledikten sonra olan biteni Nezafete anlattı ve ekledi:
'Tekrar özür dilerim Nezafet ama yarın gitmek zorundayım. Seni seviyorum ve bunu sana yapmaya hakkım olmadığını biliyorum ama yarın gitmeliyim.'
Nezafetin bu sözler üzerine üzülmesini, hatta kızmasını beklerken her zamanki tatlı gülümsemesini görünce şaşırdı. Zaten onu Nezafete bağlayan en önemli şey de onun her zaman gülümsemesiydi. Evet Nezafet sadece gülümsedi ve
'Ben de seninle geliyorum.' dedi.
Dikbaş gerçekten çok şaşırdı. Böyle bir çözüm hiç aklına gelmemişti. Gelseydi de teklif edemezdi herhalde. O an anlamıştı ki Nezafet gerçekten bütün diğer karşılaştırdığı dişi kuğulardan farklıydı. Şimdi onu şüphesiz, tereddütsüz bir şekilde seviyordu ve bunu ifade eden bir sürü söz söyledi. Biraz daha muhabbet edip tatlı bir uykuya daldılar.
O sıralarda Kılavuzun hanımı eşinin kara kara düşünmesinin sebebini anlamaya çalışıyordu.
'Kılavuz, niye bu kadar üzgünsün? Sana ne söylediler?'
'Bir şey yok tatlım, sen rahat uyu.'
'Sebebini öğrenmeden uyku tutmayacağını bilirsin.'
'Ama söylersem de üzülür, bu sefer de o yüzden uyuyamazsın.'
'Şu andakinden, daha fazla üzüleceğimi zannetmiyorum.'
'Peki, söyleyeyim o zaman. Yarın seher vakti yola çıkıyorlarmış, bunu söylemeye gelmişler.'
'Nereye gidiyorlarmış?'
'Güzellikler Ülkesine.'
'Sen de gidemeyeceksin diye üzülüyorsun değil mi?'
'Evet.'
'Peki, sen niye gidemeyecekmişsin?'
'O nasıl soru, seni nasıl bırakırım?'
'Beni niye bırakman gerekiyor ki?'
'Sende mi geleceksin? Ailen, arkadaşların, her şeyin burada.'
'Sen hala bir şeyi anlamadın Kılavuz. Benim tek yakınım var artık. O da sensin. Senin iyiliğin için her yere giderim, çöle bile. Kaldı ki gidelim dediğin yer Güzellikler Ülkesi.'
'Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?'
'Elbette, zaten burası her geçen gün seni daha çekilmez yapıyor.'
'Nasıl yani?'
'Hissetmedin mi?'
'Bir şeyler hissettim ama senden dinlemek isterim.'
'Dinle o zaman. Ben seninle niye evlenmek istedim biliyor musun? İlk günkü konuşmandan dolayı. O gün tam bir lider havası vardı sende, bana karşı lakayttın. Seninle evlenmek istememin asıl sebebi daha sonra söylediğin tatlı sözler değildi yani. Fakat farkında mısın bilmem, her geçen gün o havadan uzaklaştın. Kendini beğenmiş, devamlı kendinden bahseden bir ördek haline geldin. Yanlış anlama ama çok fazla kahramanlığın olmadığı için de aynı hatıraları her seferinde yeni bir şeyler ekleyerek anlattın durdun. Mesela ilk konuşmanda akbabalar saldırdığında bir tanesini çarparak uzaklaştırdığını söylemiştin, daha sonra bu akbabayı yere serdiğini söylemeye başladın, sonra onların sayısı iki oldu, bu geceki konuşmanda ise üç akbabayı yere serdin. Kılavuz inan seni çok seviyorum. Bu yüzden seni üzmek istemem. Anlattıklarım ağır geliyorsa devam etmeyeyim.
'Hayır, harika konuşuyorsun, devam et.'
'İşte benim lider kocam. Hatalarıyla rahatlıkla yüzleşebiliyor. Sana diyeceğim dön yoluna, tekrar lider ol ve kahramanlıklarını anlatma, onları yaşa. Merak etme zaten anlatan çıkar ve başkasının anlatması senin anlatmandan daha tesirli olur. Anlatılmasa ne olur bu arada."
'Sağ olasın be tatlım, inan beni çok rahatlattın. Asıl lider sen olmalıymışsın ya, neyse. Yarın gidelim o zaman ha.'
'Gidelim. Sen diğerlerinin, ben de senin liderin olurum. Hadi şimdi rahat rahat uyu.'
'Herhalde şimdi uyuyabilirim. Çok teşekkürler güzelim. İnan bana bu zamana kadar aldığım en iyi derslerden biriydi. İyi geceler.'
'İyi geceler.'
Seher vakti elma ağacına gelen Dikbaş ve Nezafet Kılavuz ve eşini görünce çok memnun oldular ve tatlı bir sohbet başladı. Biraz sonra Vahşipençe aralarına katıldı. Beştakla ve hanımının da geldiğini görenler şaşırdı. Dikbaş:
'Hanımın da mı geliyor? Yavrularınızı ne yaptınız?'
'Yok, hanım gelmiyor, sadece yolcu etmeye geldi. Düşündük de yavrularımızın Güzellikler Ülkesinde yaşamaları daha iyi olur. Orayı bulursak ailemi de oraya götüreceğim.'
'Bu gerçekten çok iyi olur.'
Biraz daha beklediler. Artık Tatlısedanın gelmeyeceğine kanaat getirip yolculuğa çıkmaya karar verdiler. Tam o sırada uzaktan yaklaşan Tatlısedayı gördüler. O da gelmişti. Bir gün önce geç saatlere kadar beklemesine rağmen Gülendam gelmemişti.
Birlikte marşı on defa okudular. İkinci okuyuştan sonra yeni yolcular da marşa katıldılar. Marştan sonra havalandılar. Beştakla üçüncü taklasından sonra düşeyazdı.