Harikalar Diyarı

Tahta merdivenleri çıkarken yanımdaydı sanki. Onunla gelişimizi anımsadım. Yolu biliyordum. Neyin, nerde olduğunu... Kadınlara ait bölümdü. Yazmalar aynı köşedeydi. Açık ve üst üste değil, dürülüydü. Namaz kılmıştık onunla. Namaz kılmalıydım.

O zamanlar gözyaşının abdesti bozduğunu sanırdım. Gözyaşlarımın dinmesini beklemiştim. Kendimi toparladığımda alabildim. Yine ağlamamalıydım, burnumun direği sızlasa da. Sonradan öğrendim ki namazda dahi Allah için ağlanırsa, abdest de namaz da bozulmazmış.

İlk kez bir camiden içeriye girmiştim. Beynim bir gidip geldi, namaza durduğumda! Nasıl kıldım, neler okudum, bilmiyordum. Sadece dünyadan vazgeçtim. Herkesten, her şeyden...

En çok mevki isterdim. Okulumu bitirmek ve gireceğim işte yükselmek... Tamamıyla vazgeçtim.

Aklımda sadece, Tezveren Sultan'ın dahi hayran olduğu Hacı Bayram Hazretleri vardı. O, nasıl bir kuldu? Nasıl güzel bir insandı ki Allah beni ona yönlendirmiş ve ulaştırmıştı? Ne yapmıştı da böyle güzelleşmişti? Neler yapmıştı da Allah'ın makbul kullarından olmuştu? Hangi işleriyle mübarek bir zat haline gelmişti? İster istemez bunlar geçti aklımdan.

Namaz bitti. Dua etmek için ellerimi kaldırdım, avuçlarımı açtım, o anda emindim ki ne istersem Allah verecekti. Beni ta Antalya'dan Bursa'ya, Bursa'dan buraya getiren:

_ 'Dile benden ne dilersen!..' diyor gibiydi. Aklım fikrim, bu işin nasıl olduğundaydı. Hiç gelmediğim yeri, avucumun içi gibi bilmek... Gelmeden gelmek, rüyamdan sonra, gerçek hayatta da...

Öylesine silindi ki tüm dünya, gözümde, sadece Hacı Bayram Hazretleri kaldı. Namaz boyunca sağ yanımda benimle namaz kıldığını hissettiğim Tezveren Sultan dahi yoktu. İki kişiydik evrende. Evren, caminin bahçe duvarlarının içi kadardı. Beynimin içindeki beklentilerin hepsi aralandı ve tek arzu öne çıktı:

_ 'Ya Rabbi! Hiçbir şey istemiyorum Senden! Sadece bu kulun gibi güzelleştir beni de! Yuğ, yıka, temizle, arıt! O nasıl böyle bir mevkie geldiyse, beni de yükselt, yücelt! Bana da onun gibi olmayı nasip et! Beni onunla yaşat ve onunla haşret!' diye dua ettim.

Oysa okulumu bitirmek, maliye müfettişi veya banka müfettişi olmak istiyordum. Vazgeçtim. O denli önemini kaybetti ki bir anda dünya ve içindeki her şey! Müfettişlik sıfırlandı. Sıfır nötr olsa da o da bir değerdi. Kariyerimin hiçbir değeri yoktu.

Henüz Peygamberimden habersiz bir Müslümandım. Bir Tezveren Sultan?ım vardı. Bir de Hacı Bayram'ım... Duam bitince oradan çıktım. Rüyamdaki gibi merdivenlerden indim. Babam camiden çıkmış, beni beklemekteydi. Birlikte sola döndük. Türbenin kapısında kocaman bir kilit asılıydı. Pencereden baktım, içerisi karanlıktı.

Demek ki büyüklerin huzuruna öyle pardır küldür gelinmiyordu. Babam bekçisini aradı. Yoktu. Kapı açılamadı. Oysa:

_ ' Camiye bağış yapacağım!' diyecekti ve bütün kapılar açılıverecekti.

Para, altın anahtardı. Maymuncuktu. Her kapıyı açıyordu. Rehber şahsiyetler de altın anahtarlardı. Onlar da kalplerin kapılarını açıyorlardı. İnsana; insanı, ağacı, kuşu taşı, çiçeği böceği, tüm yaratılanları, dolayısıyla Yaratan'ı sevdirmeye çalışıyorlardı. Menteşeleri paslanan kalp kapılarını aralıyorlar, rutubet kokulu küflü kalpleri havalandırıyor, dört odasının da pencerelerini ve perdelerini sonuna kadar açıp, içeriye güneşi alıyorlardı. Günahlar, mikroplar gibi kırılıyor, yürekler genişliyor, büyüyordu. Büyüyordu insanlar, yüceliyordu.

Türbedarı aradık. Yoktu. Bir süre bankta oturup konuşarak bekledik. Hayatımın en enteresan olaylarından birinin ilk ve ruhani bölümü bu mekânda cereyan etmişti. İkinci bölümü gerçek hayatta böyle mi nihayetlenecekti? Oysa bu kadarla kalmasını, noktalanıvermesini hiç arzu etmiyordum. Bitmemeliydi bu masal âleminin büyüsü. Yeniden başlamalıydı, Peri Masalları'ndaki gibi ya da... Ankara'ya ilk gelişimde, okumaya yeni başladığımda babamın bana aldığı rengârenk resimli, parlak kapaklı, o kalın masal kitabındaki gibi... Hani başımı kaldırmadan okuduğum, okumalara doyamadığım, hayatımın en güzel kitaplarından biri olarak çocukluğuma rengârenk, süslü bir imza atan Peri Masalları... İçindeki masallar adedince hayatlar yaşatmıştı bana. Beni, büyülü masal diyarlarına, sihirli ülkelerin harika güzelliklerine götürmüş, birbirinden güzel, ilginç, esrarengiz olaylara tanık etmiş, hatta her bölümünde bambaşka kişiliklere sahip şahıslarla güldürmüş, heyecanlandırmış, eğlendirmiş ve her masalın nihayetinde mutlu sonla sevinçli dakilalar yaşatmıştı.

Ankara'nın her yerini karış karış dolaşmamıza rağmen, etrafla hiç ilgilenmediğim, annemden uyarı almadan sağa sola, vitrinlere dahi bakmak istemediğim, gözlerimi satırlarından ayıramadığım sihirli masal kitabındaki küçücük dünyama gökkuşağı mutlulukları getiren, beni maceradan maceraya sürükleyip, hayretten hayrette düşüren olayların benzerlerini yaşamaktaydım. Bursa'da, Fomara'da karşıma çıkan teller, şehrin savunmasının yapıldığı Tophane ve o kule... Gözetleme Kulesi belki de... Ovaya tamamıyla hâkim bir nokta...

Ben, çocukluğumdaki kadar mutlu bir şekilde o diyarlarda dolaşmak istiyordum, yeniden. O zamanki gelişimde daldığım gibi hayal âlemine, ruhsal boyuta geçmek istiyordum ve başımı kaldırıp bakmamak sağa sola...

Öyle bir kitap okumalıydım ki yeniden, beni gerçek dünyanın tüm kirliliklerinden arındırarak, çoklarının sanal sandığı gerçek âleme götürsün, bin bir gece masalları sunsun bana her bölümünde, her masalında bir başka zatın harika yaşamı bulunsun. Asırlar arası yolculuklar yapayım zamanda. Bir sayfasını açında Şam'da oluvereyim, bir sayfasını açınca Bağdat'ta... Kerbelâ Çöllerinin kızgın kumlarına batarken, dizlerime kadar, Leyla'larda Mevla arayan Mecnun'ları yakan ateşlerde yanayım! Öyle bir seyahate çıkayım ki mânâ âleminde, beni kimse durduramasın! O kadar ki Evliya Çelebi çıkıp gelse mezarından, kıskançlığından çatlasın!..

_ 'Baba hatırlıyor musun, Ankara'ya seninle ilk geldiğimizde bana bir kitap almıştın. Adı, ?Peri Masalları' idi. Paramparça olana kadar elimden düşürmemiştim. Sonunda dağılmıştı da kurtulmuştu benden. Sonra yapıştırıp kaplamış, okul kitaplığımıza göndermiştin.'

_ 'Hatırlayamadım. Öyle mi olmuştu? Sana bir pul defteri almıştım buradan. Bana ısmarlamıştın. Onu hatırlıyorum. Sonra postaneye abone etmiştim seni. Mücevher gibi saklardın pullarını.'

_ 'O değil. O zaman sen annemle gelmiştin buraya. İlkokul dördüncü sınıftaydım. On yaşında başladım pul biriktirmeye. Seçim arasıydı. Genel başkanla görüşmeye gelmiştin. Ben, emekli olduğun zamanki gelişimizden bahsediyorum. Hani Anıt Kabir'e de gitmiştik. Annemin ikinci gidişiydi. Sırf benim görmem için gitmiştik. Annem yine dayanamayıp, hep ağlamıştı.'

_ 'Emekli olduğum zaman... İkramiyemi almaya gelmiştim. Hatırladım.'

_ 'Ulus'ta, Atatürk Heykelinin önünde resim çektirmiştik.'

_ 'Hatırlıyorum. O resim radyonun önünde epeyce kalmıştı.'

_ 'Demek, hayatımın ilk kayda değer kitaplarından birini hatırlayamadın. Bana dünyaları satın almıştın sen. Fakat nereden bileceksin? Senin için bir iki liralık kitaptı. Aldın ve unuttun. Benim için bir değil, masallar adedince harikalar diyarıydı. Ankara'dan ve içindeki sizin ilgilendiğiniz her şeyden değerli...'

_ 'Ben öğretmenim. Çocuk dünyasını gayet iyi bilirim, öyledir.'

_ 'Ben de seni üç kere seviyorum. Üç misli... Bir kere babam olduğun için. Bir kere de öğretmen ve en çok da arkadaşım olduğun için...'

_ 'Bana, benden bir şey isteyeceksin gibi geliyor. Kitap mı? Kitaptan söz açtın da...'

_ 'Yanılmıyorsun. Sıdık Naci EREN'in ?Yüce Veliler ve Anadolu Evliyaları' isimli kitabını almanı istiyorum.'

_ 'Buralarda olur mu?'

_ 'Başkentte olmayacak da nerede olacak? Yazma aldığımız yerde de dini kitaplar vardı. Belki o da vardır.'

_ 'Belki... Alırım tabi ya bulmak mesele... Senin öyle bir kitabın vardı. Arada bize de okuyordun.'

_ 'O, senin bana aldığın ikinci ?Peri Masalları' isimli kitap gibi yetersiz, kalitesiz, ticari amaçla basılmış, baştan savma yazılmış, dışından içeriği belli bir kitap... Bu dediğim, gerçekten zevkle okunacak, değerli bir kitap... Bursa Şehir Kütüphanesi'nde gördüm. Sadece Abdülhakim Arvasi Hazretleri'yle Necip Fazıl'ın arasında geçenleri okudum. Bir de Gönenli Mehmet Efendi'yi... Çok hoşuma gitti, çok!'

Türbedarın geleceği yoktu. Birilerine sorduk. "Cuma günleri ziyarete açılır." dediler. Zaten perşembeydi. Ertesi gün tekrar gelmek niyetiyle kalkıp, oradan ayrıldık.

Hac malzemeleri falan satılan, yazma aldığımız yer, yolun sağındaki ilk dükkândı. Raflarda; esanstan kurşun kaleme, yazmadan defter kitaba kadar her şey vardı. İçinde yok yoktu ama aradığım kitap yoktu.'

Rehber şahsiyetleri okumak istiyordum. Mutlaka kapağıyla, cildiyle, harflerinin puntolarıyla, dizgisiyle, baskısıyla çok güzel bir kitap ve güvenilir bir kaynak olmalıydı.

Hacı Bayram Camii'nden çıkınca uğradığımız üçüncü kitapçıda bulduk aradığımızı. Sıdık Nacı EREN'in, ?Yüce Veliler ve Anadolu Evliyaları' isimli kitabıydı. İlk sayfasında, kitabın isminin altında, ?Cumhuriyet Sonrası Tasavvuf Büyükleri' yazısı vardı.

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 63

06 Temmuz 2010 8-9 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar