Hasan Dayı

Bir zamanlar bizim köyde bir hacı amca vardı. Hacı amca öyle çalışkandı ki sabah erkenden kalkar akşama kadar bıkmadan, usanmadan tarla, bahçe işlerinde çalışır akşam geç saatlerden sonra kilometrelerce uzaktaki yayla evine dönerdi.

Köy ile, çalıştığı tarlaların arası en az altı kilometre gidiş ve geliş on iki kilometre, köyden yaylanın arası daha da fazla üstelik dik yokuş ve kayalık hem de gecenin karanlığı üstüne üstlük birde tarlada ilkel şartlarda çok ağır işlerde çalışıp yorulmasına rağmen yaklaşık otuz kilometre yolu her gün çekmek zorundaydı, ben çocuktum hacı amca bazen vakit bulduğu zaman bizim eve gelirdi. Bazı hareketleri tuhafıma gelirdi. Meselâ hacı amcanın oturduğunu hiç görmedim istirahat ederken hep yatardı. Ben uzun oturuyorum derdi, eskiden su içmek için bakır taslar olurdu. Benden su istediğinde o tas ile verince kızardı. Bununla doyulur mu büyük bir şeyle ver derdi. Bu hareketleriyle onu değişik biri olarak görürdüm, o zamanlar bizim köylerde traktör yoktu. Başka yerlerde traktör görenler hacı amcanın çalışkanlığından dolayı lakabını traktör koymuşlardı.

Hacı amca bu kadar yükün altında ezilirken birde evlilik sıkıntısı vardı. Bize göre sıkıntı gibi görünürdü ama tabi kendine göre nasıldı bilinmez çünkü hacı amca üç kadınla birden evliydi. Kadınlarla kavgalarına çok gülerdik. Kadının ikisi çok uysal görünürdü ama diğer birisi ise her kavgada bağırarak ve çeşitli küfürlerle hep köy meydanına doğru koşardı. Herkes bu duruma alışmıştı, hacı amcanın eşinin birinden çocuğu yoktu onu bıraktı,diğer hanımların birinden dört ve birinden de üç çocuğu vardı. Çocuklar babalarından çok annelerine çekmişlerdi. Uysal hanımın çocukları uysal diğerleri ise haşin mi haşindi. Uysal olan en büyük erkek ağabeyleri dağda davar güderken aniden ölüvermişti. O zaman doktor yok, ilaç yok, bazıları böcek sokmuş dedi bazıları ise zehirli ot yemiş dedi öylece ölüm nedeni bilinmeden mezara gömülmüştü,onu hiç unutamıyorum çok küçüktüm ama çok seviyordum herkes severdi, zaman geçti diğer çocuklarda büyüdü zamanla bazıları evlendi. Ayrı, ayrı ev sahibi oldular. Bu arada hacı amcada ölmüştü.Tabi bende büyüdüğüm için bunları daha iyi anlayabiliyordum. Uysal dediğim hanımın ikinci oğlu Hasan bir akrabasının kendi gibi uysal bir kızı ile evlenmişti. Babadan kalan tarlalar paylaşılınca herkese çok az bir toprak düşmüş buda onların karınlarını doyurmuyordu.

Hasan dayının iki erkek üç kız beş çocuğu ile yedi nüfus perişan durumdaydı. Hasan dayı yaz mevsimini başka illerde iş bulduğu yerde tarla işlerinde çocuklarından uzaklarda çalışarak geçirirdi, bu arada bende artık askere gidip geldikten sonra başka ile gidip bir fabrikada iş bulmuştum, Hasan dayı benim çalıştığım memlekete tarla işlerinde çalışmaya gelirdi. Geldiğinde bana da uğrardı her gelişinde bana bir iş bul diye yalvarırdı. Benim öyle bir imkânım yoktu. Zaten fabrika işinde çalışmaya kendinin de güveni becerisi yoktu. Yaşı benden çok büyüktü ama eli ince işlere hiç yatmıyordu, onun en çok istediği bir binada kapıcı (bina görevlisi) olabilmekti. Bunun için birkaç tanıdığına baş vurmuştu. Ama hiç kimsede bunun iş yapacağına inanamıyordu. Bir gün kendi imkânı ile bir binada iş bulabilmişti. Çalışıyordu onu görmeye gittiğimde öyle üzülmüştüm ki o çocukların kısa sürede hasta olacağını düşündüm. Bina çok eskiydi kalorifer tertibatı çok düzensiz ve eski olduğundan her taraf kömür dumanı ile dolmuştu sağlık için çok zararlıydı. Bütün aile kalorifer kazanı ile aynı yerde yatıyorlardı. Ben on dakika zor durabilmiştim. Burnum, boğazım tıkanmıştı, hemen oradan ayrıldım ama hiç aklımdan çıkmıyordu, Hasan dayı katlanmak zorundaydı, açlığın neler yaptıracağını düşünüyordum. Bir gün duydum ki Hasan dayı daha iyi yeni bir binada aynı görevi bulmuş çalışıyordu. Hasan dayı öyle azimliydi ki iyi niyetliliğini gören bazı varlıklı kişilerinde yardımlarıyla çocuklarını okuttu. Kimi öğretmen, kimide mühendis oldu. Kendisi ve eşi emekli oldular. Birkaç adet daire sahibi oldular. Hasan dayı köyde iken bir gün merkeple dağa oduna gitmişti. Üzerindeki kırk yamalı çok eski bir ceketi vardı. Onu dağda unutmuştu. Vah ceketim kayboldu diye o kadar üzülmüştü ki günlerce unutamamıştı. Bu durumunu gördükçe hep o günü hatırlarım.

Dürüst ve azimli çalışanın kurumaya yüz tutmuş bir çiçeğin suyu görüp yeniden açması gibi mutluluk veren başka ne olabilir ki?.

16 Kasım 2011 4-5 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar