Hatıram Olmayacak
Amel Defteri’nden
Bölüm 20
İçeride bir türlü konuşulamayan o konuyu, anam daha fazla uzatmak istemediğinden olacak ki, yanıma oturup “Eee, anlat bakalım!” dedi. “Neyi ana?” dememle, “Bugün okula gitmediğini biliyorum, arkadaşlarına sordum, üçüncü derse girmeden kaçıp gitmişsin okuldan. Bir şey mi oldu?” Ben de, “Yok ana, bir şey olmadı. Bir ödevimi dün yapmamıştım, yapmayanı dövüyor hoca, ben de bunun için üçüncü derse girmedim! Bugün yapar, yarın gösteririm hocaya. Rahatsızlandım, ‘Mecbur okuldan çıkıp eve gittim’ derim. Merak etme!” diye yalan söylemiştim. Pek inandırıcı gelmediğini “Hmmm” diyişinden anlamıştım. Hava iyice kararmıştı. Ay ışığı ve evin odasının ışığı vuruyordu yüzümüze.
Onun üstelemesine fırsat vermeden aniden ona yan dönüp, “Ana, bak sana bir şey anlatacağım ama sadece anlatacağım, bana hiçbir şey demeyeceksin, tamam mı?” dedim. Kadının gerçekten telaşa kapıldığını o an hissettim, çünkü telaşla sıcak çayı eline dökmüştü. Canının yanmasına aldırış etmeden merakla, “Hayırdır oğlum, hele anlat bakalım!” dedi.
Ben de bugünkü olayı en ince ayrıntısına kadar ona anlatıp, “Ana, benim böyle bir hatıram hiç olmayacak! İmkansız!” diyerek konuyu kapattım. Kas katıydım. Bu defa ağlamadım. O da sanırım benim gibi kas katıydı ki, o da bu defa ağlamadı.
Biraz yere bakarak düşündü, sonra toparlandı. Şalvarının iplikten bağladığı bağcığını çözdü, iç cebinden bir tomar para çıkartıp “Git bakkaldan … abiden rakı al gel!” dedi. Şaşırarak “Rakı mı?” dedim. “Evet, rakı!” dedi. “Bana … abi rakı vermez ki dedim. Bibinin oğlunu …’in burada olduğu söyle, verir. Onun içtiğini herkes biliyor!” dedi. Aldım paraları, cebime sıkıştırıp bakkala koştum. Dediği gibi söyleyip küçük rakıyı alıp, artan para üstünü de cebime koyup eve döndüm.
Yengem, “Anan odada.” dedi kapıdan içeri girer girmez. Küçük bakır tepsinin üzerine iki çay bardağı, zeytin, peynir, turşu ve camdan sürahi koyup, yer sofrasının bezini şalvarının üzerine alıp beni bekliyordu. “Gel otur!” dedi. Şaşkındım, ne diyeceğimi bilemedim. “Ana…” dedim. “Gel otur karşıma!” dedi. Elimdeki rakı şişesini elimden aldı. Açtı, önce benim, sonra da kendi çay bardaklarına rakıyı dökmeye başladı. “Gel la, korkma!” diyerek de güldü. Oturmuştum karşısına.
Sürahiden suyu, çay bardağının yarısına kadar rakı doldurduğu bardaklara döktü. Hemen beyazlaştılar. Eline bardağın birini alıp bana doğru uzatarak, bardakları tokuşturduk. “Hadi sağlığına oğlum! Yarasın!” deyip yarısına kadar dikti kafasına. Biraz peynirden aldı. “Allah allah, niye bakıyorsun? Ayıp valla!” dedi. Bardağı ağzıma götürüp tadına bakar gibi küçük bir yudum alır almaz, “Öyle olmaz! Rakı öyle içilmez! Bak!” diyip geri kalanını da kafaya dikip bitirdi. Ben de onu taklit ettim, bardağın yarısını ağzıma boşalttım. Yutkunmakta zorlanmıştım. Yuttum aniden. Tadını beğenmedim ana, dedim tiksinmiş gibi yüzümü buruşturarak. Devam etmedim daha.
Anam gözlerimin içine, yüzüme bakarak, “Oğlum, her erkek babasıyla rakı içer, bu normaldir! Önemli olan anayla içmek!” dedi. O da devam etmedi, sofradan kalktı.
Söyledikleri beynimin her tarafında yankılanıyordu. Tüm nöronlarım her yöne gelişigüzel sinyal gönderiyordu adeta. Sevinçten havalara uçacaktım. Bu nasıl bir manyakça bir şey! diyip duruyordum kendi kendime.
Sabahı zor etmiştim. Her zamankinden daha önce onların evinin oraya gitmiştim. Onu bekliyordum. Anlatacaktım dün akşamı! Gözlerimin içi gülüyordu adeta. Geldi. “Hayırdır lan, bu ne telaş, bu ne sevinç oğlum?” “Biliyor musun, dün akşam anamla karşılıklı rakı içtik! Sen annenle içebilir misin?” dedim.
Anam, okuması yazması olmayan, tipik çileli bir Anadolu kadınıydı. Resmi işler olunca, pirinçten yapılmış küçük sarı bir metal, altına adının el yazısı ile kazındığı, mürekkebe banıp mühürü evrağa basardı. Ne oldu, nerelere kayboldu bu mühür bilmiyorum. Ama bu mühürü ondan bir hatıra olarak saklamak isterdim. Ama hayatı, yaşadıkları onu bambaşka bir yerlere getirmişti.
Anamın hayatına ilişkin o kadar çarpıcı, o “film gibi” olaylar var ki, bu da başka bir yazının konusu olması gerek! Mutlaka yazılmalı!
Devam edecek..
