Hayat

'Hayır Kenan, hayır! Bırak beni, istemiyorum'
'Nazlı, yapma böyle. Basit bir yüzük işte, yenisini alırız, bu da sorun mu yani?'
Kenan bu kadar kolaymış gibi söyleyince, iyice zıvanadan çıkıyorum.
'Basit bir yüzük öyle mi? Sen bu yüzükle beni yıllarca oyaladın, yıllarca parmağımda taşıdım ben o yüzüğü, sadece basit bir yüzük öyle mi?!'
'Öyle demek istemedim, yani yenisini alırız anlamında...'
'Bırak, peki anladım ben seni Kenan. Bırak beni, istemiyorum, senden artık hiçbir şey istemiyorum!'
'Bu kadar büyütülecek ne var? Bizim aşkımızı kanıtlayan şey şu yüzük mü yani? Allah'ın cezası yüzük nereye gittiyse artık!'

Caddenin ortasında şeytan aldı götürdü satamadan getirdi hesabı yüzüğü arıyorken, saçı sakalı karışmış, üstü başı paramparça olan yaşlı bir adama rastlıyoruz. Yüzüğü arama telaşından çıkıp ona doğru gidiyorum, Kenan'ı da unuturcasına... Yanına yaklaştığımda başını yerden kaldırıp, utanır gibi bana bakıyor.
'Merhaba Amca, ne yapıyorsun burada?'
'Ne yapabilirim ki? Oturuyorum...'
'Bu soğukta, öyle mi? Aç mısın?'
Gözlerinden aç olduğunu anlıyorum.
'Eğer istersen...'
Tam o sırada Kenan yanıma geliyor ve kolumdan tutup çekiyor.
'Kızım deli misin sen? Elin dilencisiyle neyin sohbeti bu?'
'Düzgün konuş Kenan. Adamın hâli hâl değil, görmüyor musun? Bu kadar mı vicdansızsın yani?'
'Herkese acırsan hâlin harap kızım. Hem yüzüğü aramıyor muydun sen? Yürü gidelim.'

Kenan beni çekiştirse de, ben gitmeye niyetli değilim. Onu itiyorum.
'Bırak beni!'
'Nereye gidiyorsun, deli misin sen? Nazlı, hey Nazlı dur!'
Kenan arkamdan bağırsa da, bildiğimi okuyup, yaşlı amcanın yanına gidiyorum. Amca beni bir kez daha karşısında görünce yutkunuyor.
'Zahmet etmeseydin buralara kadar kızım.'
'Yok olur mu öyle şey... Üşüyor musun?'
'Yok, iyiyim ben böyle...'
Cevap verirken gözlerini yere deviriyor, o an anlıyorum yalan söylediğini.
'Gel seninle bir çorba içelim amca, ne dersin?'
'Sağ ol kızım, eksik olma. Rahatsız etmeyeyim seni, hem benim...'
'Hem senin, ne?'
'Şey...'
'Paran mı yok?'
Sorduğum sorudan sonra kızarıp, başını önüne eğiyor.
'E...Evet...'
'Sorun değil amca'cığım, ben ısmarlayacağım. Lütfen gel.'
Gözleriyle ilk kez gülümsediğini görüyorum. Meraklı bakışlarla gözlerime bakıyor.
'Bunu neden yapıyorsun?'
'Çünkü insanım be amca, çünkü insanım. Bunu, insanlığım için yapıyorum.'
Yürürken koluna girmeye çalışsam da, buna izin vermiyor.
'Yok, girme koluma. Ben şey... Bayadır yıkanmadım da.'
İlk kez içim parçalanıyor. Yüzük telaşıyla düştüğüm bu yerde, insanlığımı hatırlatan biriyle karşılaşıyorum. O anda bütün her şey anlamını yitiriyor, dünyada benden daha zayıf, benden daha kötü durumda olan insanların da olduğunu fark ediyorum. Kenan arkasına bakmadan kaçmış gibi. Yıllarca birlikte olduğum, sevdiğim insan bu muymuş diye düşünmeye başlıyorum. Tek bir söz yüzüğünün bizi getirdiği durum ortada... Ben bu adamla bir de hayatımı birleştirmeye mi kalkacaktım?
'Adın ne amca?'
Gözlerime bu kez daha içten bakarak gülümsüyor.
'Hayat'
'Hayat mı, nasıl yani?'
'Adım hayat. Peki ya senin?'
'Nazlı, benim adım da nazlı... Hayat adı çok ilginç geldi.'
'Neden?'
'Bilmem, ilk kez duydum. Hayatı hep sadece yaşamak üzerine kurduğumuz için olsa gerek.'
'Ben de hayatın kendisiyim işte. Hayat...'
Gözlerine anlamsız bakarken çorbasını içmeye koyuluyor.
'Eğer doymadıysan...'
'Yok, doydum. Teşekkür ederim.'
Çorbalarımızı içip çıktıktan sonra, artık gitme vaktimin geldiğini söyleyip, nereye gitmek istiyorsa, onu oraya bırakacağımı, bir eş dost tanıdığının olup olmadığını soruyorum.
'İstersen sana buradan üstüne kalın bir şeyler alalım, üşüme'
'Yok, sağ ol.'
Her zaman bulunduğu yere, onun deyimiyle kader çizgisinin bulunduğu yere gitmek istediğini söylüyor. Ben de onu her zaman oturduğu yere götürüp, kendisine iyi bakmasını söyleyerek, yoluma devam ediyorum ki birdenbire yere bir şeyin düştüğünü fark edip, arkama dönüyorum.
'Hanımefendi, bu sizden düştü sanırım?'
Gözlerinde tanıdık, içten bir gülümsemenin hâkim olduğu kibar bir beyefendi, kaybettiğim yüzüğümü bana geri veriyor.
'Ama, ama bu... Benim... Şey, çok teşekkür ederim, ben kaybettiğimi sanmıştım.'
Gözlerine daha da yakından bakınca, iyice şaşırıyorum.
'Ama...'
'Ben hayat.'
'Efendim, nasıl yani? Yani şey...'
'Ben, hayat... Her şeyin sebebi olduğunu, sebebin de bir yaradanı olduğunu gösteren hayat... Bundan yaklaşık 15 dakika önce karşılıklı çorba içtiğin, hâline acıyıp, koluna girdiğin, yaşlı bir amca gibi gördüğün hayat... Hayatın kendisi. Yüzüğünü kaybettin, vesile oldu, yüzüğünle birlikte insanlığını ve kaderini buldun. Dış görünüşe, kire pasa önem vermedin. İnsanlığını buldun. Unutma, insanlığını kaybeden, her şeyini kaybetmiş sayılır. Sen yüzüğünü bir an için kaybettin, ama insanlığını hatırladın. Kenan'a gelince, onda baki olmayan şeyin insanlık olduğunu anladın. Bana gelince ben sadece bir görüntüden ibaretim. Şu anda da karşında yakışıklı bir beyefendi olarak duruyorum. Ama sen beni yaşlı amcadan ayırmadın, onu da benden ayırmadın. Bu güzellikte kaldığın sürece, doğruyu, doğru insanı, sana gelecek olan bütün güzellikleri bulursun, yolun açık olsun nazlı...'
Hayat bana bunları söylerken, arkasından öylece bakakalıyorum. Şaşkınlıklar içerisinde yoluma devam etmek için adım atarken onunla çarpışıyoruz.
Mavi gözlü, 1.70 boylarında, kumral... O anda onun kaderim olduğunu anlıyorum. İlk anda birbirimizi bulmanın güzelliğiyle birbirimizden özür diliyoruz, sonrası da geliyor...

5 Yıl Sonra...
Şimdi bir oğlumuz var. Hayat'ın bir mucizesi bu... Kenan'a gelince, o da insanlığını kaybetmiş, yolunu şaşırmış her hatalı kulun kaderini paylaştı. Benden defalarca özür diledi, düğün günümde bile evlenebileceğime, onu unuttuğuma inanmadı. Hayatta her zaman mucizeler varmış. Kaderimiz bizi son durağa kadar takip edermiş. Yeter ki biz onun bizi sarıp sarmaladığına inanalım.

'Anne!'
'Ne var oğlum?'
'Hayat geldi.'
'Al hemen içeri...'

26 Nisan 2013 6-7 dakika 77 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar