Hayırlısı Çeşmesi

Hayatımdaki her şeyin benim istediğim doğrultuda gitmesine alışmıştım. Ben neyi nasıl istiyorsam daima benim istediğim şekilde olmalıydı, başka türlüsünü bilmezdim şımarık yaşantımda. Hayatın tek kuralı isteklerin yerine getirilmesinden ibaretti benim için. Okul hayatım, sosyal yaşantım; beni ben yapacağına inandığım her şey böyle gelişmişti. Artık diplomasını eline almış olan bir öğretmen adayıydım. En yakın arkadaşlarım Beliz ile Gülten benden çok farklı bir yapıya sahiplerdi. Bölüştüğümüz kardeşlik ekmeklerince hayatın bir tadı kadar tadının değişebileceğine ve bizi farklı yönlere sürükleyebileceğine inanıyorlardı. Ben ise kadere, kaderin bize sunacaklarına hayırlısının olması gerektiğine inanmazdım. Tülin Güler ne isterse o olurdu. Liseyi birincilikle bitirmiştim, yan sınıfımızdaki küt saçlı içine kapanık Ceren ikinci olmuştu çünkü babamla konuşarak torpil halinden yararlanarak birinciliği ben kapmıştım. Aslında birincilik hakkı Ceren'e aitti. Yalnız, ben istiyordum ya; ağlaya sızlaya da olsa bu işi de kendi lehime çevirmeyi başarmıştım. Hayatım ufak rolleri hep başrole çevirmekle geçti anlayacağınız. Çünkü ben, asla değişmez kuralımla sadece isteklerimin bana bahanesiz kollarını açmaları taraftarıydım. Annemle babam da bir gün olsun bana yanlış yaptığımı söyleyip beni uyarmamışlardı ki. Yaptıklarımın doğru olduğuna inanarak yirmi iki senemi geçirmiştim. Beliz Gülten ve ben KPSS'ye hazırlanıyorduk. Babamın hatırlı dostları vardı ve puanı tutturamazsam bir şekilde halledilir diye düşünüyordum. Tam o sıralarda yaşantımı tuzla buza çeviren bir olay yaşadım. Babamı kaybettim. Birdenbire dünyam tepetaklak oldu. Şinasi Güler, herkesin saygıyla imrenerek baktığı o kocaman dağ gibi adam kalp kriziyle ellerimin arasından kayıp gitmişti. Sınava bir ay kala dünyam renk değiştirirken haliyle sınavı da her şeyi de bıraktım. Tülin Güler artık gülmüyordu. Ne demek ardımda yaslandığım o dev çınarın bir daha düşeceğim vakit beni kaldıramayacak oluşu, ne demek artık ayaklarımla tek başıma yere sapasağlam basmak?!

Gülten'le Beliz KPSS'ye girmiş, içlerinden bu sene yalnızca Beliz puanı tutturabilmişti, onu da Şanlıurfa'da bir köy okuluna vermişlerdi. Günler annemin bizi geçindirmeye çalışmak telaşı ile benim yaşadıklarımı kabulleniş sürecim arasında ilerliyordu. Gülten tekrar hazırlanmam İçin baskı yapıyordu. Kendime olan güvenimi yitirmiştim, adil miydi şu yaşadıklarım? İçime siner değildi. Erkek arkadaşım Mehmet de beni terk etmişti üstelik. O nasıl olurdu da beni terk ederdi? Peşine düşmüş, barışmanın yollarını aramış, hatta kendimi onun gözünün önünde öldüreceğime dair blöf Bile yapmıştım. Hiçbiri kâr etmemişti. Ben istiyordum onu, ben seviyordum, aslında bir zamanlar o da beni seviyordu, şimdi olmayan neydi de beni bırakıp bir başkasına gidiyordu? İstanbul'un taşı toprağı altındı hani? Neye elimi atsam kurur olmuştu, annem hayırlısının bu olduğunu söyleyerek yaşamıma bir şekilde devam etmem gerektiğini söylüyordu. Hayırlısı'nı bilmezdim ben; bugüne kadar Ne istediysem olmasına alışmıştım, kimse beni ayaklarının altına alıp çiğneyemezdi. Mehmet'in de tayinle benden çok uzaklara gittiğini Gülten'den öğrendim. Fakat nereye gittiğini bir türlü söylemiyordu. Neydi bu muamma?

Başıboş ve kendimi hiç'e sayarak geçirdiğim günlerin sonrasında uzun zamandır haberini almadığım Beliz'in düğün davetiyesi elime ulaştı. Üstelik davetiyede damadın ismini görür görmez ikisini birden yakmak isteğiyle dolup Mehmet'in memleketi İzmir'e gitmek için kendimi yollara attım. Uçak biletimi nasıl aldığımı, o ana kadar yaşadıklarımı her şeyi flu ve gizemli yolculuklarla dolu bir film gibi görmeye başlamıştım. Uçmaktaydım gökyüzüne, gözyaşlarımı da akıtarak... Yanımdaki yaşlı bayan dayanamayıp çantasından çıkardığı selpak mendili bana uzattı.

"Al kızım"
"Teşekkür ederim"
"Yol boyunca ağladın, nedir seni bu kadar üzen? Ben iyi bir sırdaşım, anlatmak istersen dinlerim."

Kahverengi gözlerime mavi gözlerinin sevecenliğini katarak bana gülümsüyordu.

"Bana ihanet ettiler"

Bu kez hıçkırıyordum. Sanki hıçkırıklarım uçağın düşmesine sebepti ve sonrası o kadar karanlıktı ki her şeyi silik silik hatırlıyordum. Kendime gelir gibi olmaya başladığım zaman herkesin dört bir yana saçılıp öylece yatıyor olduklarını gördüm. Uçak kaza yapmıştı, nasıl olurdu da bunlar yaşanırdı? Daha İzmir'e uçup arkadaşım diyerek bağrıma bastığım kızla yıllarımı verdiğim adamı diri diri mezara gömecektim ben. Sendeleyerek kalktığımda yerden, yanımdaki koltukta oturan yaşlı bayanın sapasağlam ayakta durduğunu görünce derin bir oh çektim. En azından benim gibi hâlâ nefes alan insanlar vardı.

"İyi misiniz?"
"İyiyim, sen de iyisin gördüğüm kadarıyla?"

Sakin tavırları beni şaşırtmıştı. Onun yaşındaki biri için fazlasıyla sakindi. Ölüm korkusu da mı yerleşmemişti hiç?

"Telefonum çekmiyor hay Allah..."
Ben panik halinde topallayarak yürürken o bana sakin olmamı söylüyordu.

"Teyzeciğim farkında mısınız bilmem ama uçağımız düştü ve yaralılar ölenler arasında kalmış durumdayız, telefon Bile çekmiyor ölüp gidebiliriz buralarda!"
"Hayırlısı kızım..."

O an onu öldürmek geldi içimden. Yirmi dört yaşıma gelmiştim ve yirmi dört yaşımda hiçbir zaman inanmadığım bir kelimeyi saçma kılıklı bir teyze söylüyordu. Ondan ayrılıp ağır ağır yürümeye devam ettim. Ardımdan geliyordu.

"Ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Yardım çağırmayı"
"Gerek yok kızım, onlar öldüler."

Şaşkın gözlerimle ona baktım. Gülümsüyordu.

"Çünkü vadesi doldu onların, yapacak bir şey kalmadı onlar İçin ama senin hâlâ vaktin var. Eğer istersen yeni bir başlangıç yapabilirsin."

Çatık kaşlarımı ormanın derinliklerine vermeye başlayıp onu duymazlıktan geldim. Sanırım uçağımız düşerken o da başını çarpmıştı. Birdenbire sağ bileğimden kavradı beni...

"Gel bakalım, bak sana ne göstereceğim..."
"Dur! Çekiştirmesene!"

Büyülü gibi duran minik, şirin bir ev görünüyordu. Evin tam yanında ise boşa aktığını düşündüren bir çeşme vardı.

"Bak, burası benim evim."
Uçağımızın düştüğü ve öldüğünü söylediği insanların yığınla dolu olduğu bir ormanda kurtulup böyle bir sakinliğe sahip oluşu bu yüzdendi demek ki. Deli gibi susamıştım. Çeşme'den kana kana suyumu içip düşecek gibi olurken musluğa tutundum. Sol elimi de birdenbire o kavradı.

"Sen çok garipsin..."
"Benim garipliğimi bırak da artık sen iyileştin."
"Ne, ne demek istiyorsun sen?"
"Bu Çeşme'nin adı Hayırlısı Çeşme'si... Buradan su içenler yaşadıkları her şeyin hayırlısı olduğunu kabul edip şifanın bundan geçtiğini kabul ederler. Artık sen de bırakacaksın aksın gitsin akması gereken... sen de inanacaksın olması gereken her şey hayırlısı olduğu için..."

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Öylece kalakaldım. Sesim bile çıkmıyordu, yutkundum. Öylece çöktüm olduğum yere. İçim geçmiş bayılmışım...

Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım, yanıbaşımda annem ile beni yalnız bırakmayan Gülten vardı. Annem gözlerimi açtığıma çok sevinmişti.

"Canım kızım... çok şükür kendine geldin."
"Anne, uçak... Çeşme..."
"Sakin ol kızım, kolay değil yaşadığın. Uçaktan tek sağ çıkan sen oldun."
"Ne? Teyze... o teyze..."
"Hangi teyze?"
"Yanımda oturan, hayırlısı Çeşme'si olan..."

Annemle Gülten birbirlerine garip garip bakmışlardı. Gülten sakin olmaya çalışarak konuşmaya çalıştı.
"Tülinciğim, senin yanındaki koltuk hep boşmuş tatlım. Yolcu yokmuş."
"Nasıl olur? O kadın... bana evini gösterdi, Çeşme'si vardı ben oradan su içtim. Emin misiniz?"
"Eminiz canım. Uçaktaki herkes maalesef hayatını kaybetti tek seni kurtardık şükürler olsun..."

Yaşadığım şoku atlatmam uzun sürmüştü ama Beliz'le Mehmet'e kin gütmüyordum artık; mutluluklar Bile dilemiştim, KPSS'yi kimsenin yardımı olmadan kazanmıştım ve Adana'da bir okulda Edebiyat öğretmenliğine başlamıştım. Bugüne kadar yaşadıklarım hayırlısı olduğu içindi; böyle olması gerektiği içindi. Benim isteğimin dışında ama benim hayrıma olduğu içindi. Öğrencilerim beni çok seviyorlardı, kimya hocası Deniz ile birbirimize âşık olmuştuk ve geriye dönüp baktığımda Mehmet'le iyi ki olmadık diyordum şimdi. Sınıfın penceresinden dalmış bir şekilde dışarı bakarken yaşlı kadını görür gibi oldum bir an. Sağ elimin yüzük parmağında Deniz'in bana ait olduğunu hissettiren bir yüzük taşıyordum, gülümsedim. Hayırlısı Çeşme'si diye bir şey yoktu aslında; gönül gözünü açıp bakan herkes o suyu zaten hep içiyordu...

31 Ağustos 2017 8-9 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar