Herşeye Rağmen
Bir ilkbahar günüydü. Capcanlı günlerden biriydi yine. Kuşların cıvıl cıvıl ötüşü, kuzuların melemesi, atların şahlanarak kişnemesi fazla uzak sayılmazdı. Bütün bunları kalbimin derinliklerinde duyuyordum sanki. Mümkün mü ağaçların çiçek açtığını görerek tüm bunları kalpte hissetmemek?
Belki de bu kadar hayat dolu ve heyecanlı olmamın sebebi, çok istediğim Gazi Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği`ni kazanmamdı. Evet, çok istediğim bir şeydi burayı kazanmak. Hayallerimin gerçekleşmesi beni başka hayallere sürüklüyordu artık. Daha okula başlamadan, bana ?Öğretmenim? diyen öğrencilerimle beraberdim. Ah ne güzel duygudur kim bilir? Hayali bile güzel olan şeyin tabiî ki kendisi de güzel olurdu.
Öğrencilerimle -hayalimdeki- haşır neşirken ben, öğretmenliğin doruklarına çıkıyorken ben. Birden ?Murat Candan? diye sesleniverdi bana öğretmenim. O güzel hayallerden sıyrılmak pek kolay olmamıştı benim için. Birden irkilmiştim. ?Ne oluyor? dercesine etrafıma bakındım öylece. Sağ olsun yanımda oturan arkadaşım öğretmenimizin yoklama aldığını söylemişti. Ben de ?buradayım? dedim bir çırpıda. O güzel hayallere dönmek istiyordum bir an önce. O hayaller bana sınıfta olduğumu da unutturmuştu zaten. Aklım başımdan gidiyordu hayal kurarken. Öğretmen olduğum zaman ne yapacaktım ben? Heyecanımı yenebilecek miydim acaba? Ya da bütün heyecanını bitirmiş, robot gibi bir öğretmen mi olacaktım? Hem de hiç sevilmeyen bir öğretmen. ?Hayır, hayır olamaz.? diye bağıracak oldum birden. Derste olduğumu fark ettim. Sustum. İçimde yankılanmaya devam eden ?Hayır, hayır olamaz.? seslerine rağmen sustum. Gerçekten çok ürkütücüydü bu hayal. Nerden girmişti öğrencilerimle arama? Hâlbuki ne güzel şeyler yaşıyordum öğrencilerimle. Ama öğrencilerimle benim arama giren bu hayale hak veriyordum bir yandan. Çünkü dikkat edilmezse olabilirdi böyle bir şey. Olduğu zaman da buzdan hayaller gibi eriyip gidiverirdi bütün hayallerim. Yoksa kurduğum bu güzel hayaller buzdan mıydı? Ama güneş gibi hayaller kurmak için çaba sarf ediyordum. Güneş gibi sıcak, içleri ısıtan hayaller...
Daha okulun ilk günüydü daha. Hayaller, bir suçluyu bulmaya çalışan dedektif gibi peşimi bırakmak istemiyordu. Böyle hayal kurarak, düşleyerek nasıl bitecekti bu okul? Nasıl öğretmen olacaktım? Öğretmenlik günleri gelmezdi ki böyle.
Hayallerle başladığım okulumdan mezun olmama sadece bir hafta kalmıştı. Ama hayaller ağlayarak annesinin peşine takılan bir çocuk gibi benimle gelmişti bu güne kadar. Dört yıl geçmişti göz açıp kapayana kadar. Bir hafta hiç geçmeyecek gibi geliyordu bana. Öğretmenlik bir türlü nasip olmayacak gibi. Ne olursa olsun, benim kaderimde öğretmenlik
yazılıydı. Ben: Murat. Murat`ın yazgısı: Öğretmenlik. Böylesineydi benim kaderim. Mutluluk vericiydi böyle bir kader. Bayramlarda avucuna küçük bir şeker konulan çocuğun mutluluğu gibiydi. Böyle bir mutluluk yoktu yeryüzünde. Bu mutluluğu tüm hücreleriyle hissetmeliydi insan. Aynı benim gibi...
Akşam yatağıma yatarken heyecan doluydum. İçim kıpır kıpırdı. Acaba gözüme ne zaman uyku girecek de uyuyacağım diye düşünüyordum. Çünkü mezun olma gününe gözlerimi açacaktım. Hayalini kurduğum öğretmenliğe gelmişti sıra. Heyecanlı bekleyiş yavaş yavaş sona eriyordu. Belki de öğretmenlik daha heyecanlı geçecekti. Heyecan bitmek bilmeyecekti kim bilir? Hayali heyecan verici olan şey illa ki daha da heyecanlı olurdu. Öylece uyuyakalmıştım. Nihayetinde sabah olmuştu. Gün daha yeni doğmuştu yüksek dağların ardından. Güzel bir güne daha uyanmıştım yeniden. Hem de günlerin en güzeline. Mezun oluyordum artık. Hayaliyle yaşadığım mezuniyet kapıya dayanmıştı. Mezuniyet kapıya dayanır da, kapıyı açıp buyur etmez miyim hiç? ?Hoş geldin mezuniyet, safalar getirdin bana.? demiştim uzun süredir görmediğim bir dostuma dercesine.
Okulun önüne gelmiştim. Son günümdü artık okulumda. Arkadaşlarımın heyecanı gözlerinden okunuyordu. Benim durumum onlardan farklıydı sanki. Ama bugün daha farklıydı. Arkadaşlarımın heyecanı da eklenmişti heyecanıma. Sanki arkadaşlarımın yerine de atıyordu büyük umutlar taşıyan küçük kalbim. Nasıl dayanıyordu bu küçücük kalp kocaman şeylere? Aklımı kurcalayan bu soruları düşünürken diploma sırası bana gelmişti. Diplomamı alırken kalbimin yerinden çıkıp ?Ben almak istiyorum.? dediğini fark ettim. Haklıydı kalbim. Bunun heyecanıyla yaşamıştı o da. Ona haksızsın diyerek haksız yere zindana atılan Yusuf`tan daha fazla haksızlık etmiş olacaktım. Neyse ki hak vermiştim ona. Dayanma gücü havsalamın alamadığı kadar büyük olan küçük yüreğime. Derin duygular içinde de olsa almıştım sonunda diplomamı. Öğretmenliğin ilk adımı oluyordu bu.
Okul bittikten sonra ilk atanacağım yeri merak içinde bekliyordum eve geç kalan çocuğunu bekleyen bir baba misali. Beklediğim an gelmiş, atanacağım yer belli olmuştu. İlk görev yerim Şanlıurfa`nın Kayaözü İlköğretim Okulu olmuştu. Birkaç gün sonra öğrencilerimle beraber olacaktım. Şimdi de bunun heyecanı ve telaşı çevrelemişti etrafımı. Tatlı bir telaştı bu. Hazırlıklarımı yapıyor; oradaki öğrencilerimi, okulu ve neler düşlüyordum. Düşlerin sonunda da sevinçle doluyordum. Kurduğum düşleri gerçekmiş gibi yaşıyordum. Çok yakında gerçek olacaktı kurduğum düşler. Bütün yüreğimle inanıyordum buna. Tüm güzellikler etrafımı saracaktı. Hissedebiliyordum bunları.
Uzun yolculuktan sonra Kayaözü`ne gelmiştim. Beni, atandığım okulun müdürü ve bir öğrencinin babası karşılamıştı. Sıcak bir karşılamaydı bu. Umut dolu gözlerle ?Hoş geldin Öğretmen Bey.? demişlerdi. Bana her konuda yardımcı olacaklarını ve herhangi bir sorun olmayacağını söylemişlerdi. Ne kadar da hürmetkâr insanlardı. Daha hiç tanımadıkları bir yabancıya - bana ? böylesine sevgi ve saygı! ?Belki de çocuklarının öğretmenliğini yapacağım diye bütün bunlar.? diye geçirdim içimden. Ama o kadar samimiydiler ki yaptıklarında ve söylediklerinde. Hemen o düşünceyi attım kafamdan.
Beni okulun bulunduğu yere götürmüşlerdi. Şehirdeki okulları gördükten sonra bu okul gözüme harabe gibi görünmüştü. Yanında da benim kalacağımı söyledikleri küçük bir ev. Evin de okuldan pek farkı yoktu zaten. Belki çatıdan su akacaktı ve evin içi göl misali dolacaktı. Kışın üşüyecektim belki de. ?Öğrencilerim yeter bana.? diye düşündüm. Onların mutlu olduklarını, gözlerini içinin güldüğünü gördükçe benim içim ısınırdı zaten. Çatıdan su aksa da, kışın çok soğuk olsa da... Bu arada Müdür Beyin beni çağırdığını fark ettim. Okulun neredeyse bir sene kapalı olduğunu, bir türlü öğretmen bulunamadığını söyledi. Şimdi anlıyordum okulun neden böyle harabeye döndüğünü. Öğrencisiz okul olmazdı çünkü. Çiçeksiz bahçe olmadığı gibi... Köy halkının bir günde eve ve okula çekidüzen verebileceğini söylemişlerdi. İki gün sonra da derslere başlayabilecektim. Acaba öğrencilerim beni nasıl karşılayacaklardı? Uzun süredir gidemedikleri okullarına alışabilecekler miydi? Belki de dört gözle bekliyorlardı okullarının açılmasını. Hasretini çekiyorlardı belki de. Öğrenciler okullarına hasret, ben ise öğrencilerime...
Aradan iki gün geçmiş, okula gitme vakti gelmişti. Yüreğim yerinden fırlayacak gibiydi uyandığımda. Heyecan öylesine sarmıştı ki beni, bir an yere yığılıp kalacağım zannettim. Yine de ayakta kalmayı başarmıştım. Üzerimi giyinip okula gitmiştim. Öğrencilerimi görüyordum. Evet. Pırıl pırıl öğrencilerimi... Küçücük elleriyle kocaman bir geleceği taşıyan öğrencilerimi görmüştüm. Ders zamanı gelmişti. Zille birlikte sınıfa girdim. Öğrencilerimin birden ayağa kalkması şaşırtmıştı beni. Yaptıkları yanlış bir şey değildi ama alışık değildim ben böyle bir duruma. Öğrencilerimi oturttuktan sonra tek tek süzdüm onları. Tanışma faslını da bitirdikten sonra heyecanla derslerini bekleyen öğrencilerime ilk dersimi anlattım. Anlatırken bunalıyordum ?acaba yanlış bir şey yaptım mı?? diye. Soğuk terler yağmur damlası gibi boşanıyordu üzerimden. Öğretmenlik böyle bir şeydi demek...
Teneffüslerde ve derslerde bir şey dikkatimi çekmişti. Bir öğrencim. Adı Mehmet`ti. Herkes güle oynaya oyun oynarken o hep yalnızdı. Yalnızlığa demir atan Mehmet, derslerde de çok durgun bir öğrenciydi. Gün geçtikçe bu durum iyice canımı sıkmaya başlamıştı.
Sebebini öğrenmeliydim Mehmet`in kalabalık içindeki yalnızlığının. Ne olabilirdi onu böylesine durgun yapan? Bulamıyordum bir türlü. Düşünerek olmuyordu. En iyisi Mehmet`e sormaktı. Ama nasıl? Ya sert tepki verirse? Ne yapardım o zaman ben? ?Ne olursa olsun, kendimi toparlayıp nedenini Mehmet`e sormalıyım.? diye geçirdim içimden. Aklıma birden Mehmet`in kardeşi Sedat gelmişti. Sedat, iyi bir öğrenciydi. Dersleri ve arkadaşlarıyla arası iyi biriydi Sedat. Ondan öğrenebileceğimi düşündüm. Ama bu fikri hemen silip attım aklımdan. Mehmet`in kendisine sormalıydım. Öyle de yaptım. ?Neden durgunsun sen böyle Mehmet? Arkadaşlarından niye ayrısın?? demiştim sonunda. Aman Allah`ım, neler oluyordu? Korktuğum başıma gelmiş, öğrencim Mehmet avazı çıktığı kadar bağırıyordu bana: ?Sana ne? Sana hesap mı vereceğim? Öğretmenimsin diye her şeyi söyleyecek miyim sana? Git başımdan artık, git.? Mehmet`in bu bağırışı kulağımda bitmek bilmeyen bir yankı yapıyordu. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm adeta. Mehmet`ten böyle bir tepki bekliyordum doğrusu. Ne yapacaktım şimdi? Kendimi zor da olsa toparlamaya çalışıyordum. Mehmet, çoktan gözden kaybolmuştu bile. Sözünü bitirdikten sonra uzaklaşmıştı.
Ertesi gün Mehmet okula gelmemişti. Aslında böyle olacağını kestirmek zor değildi. ?Evlerine gitmeliyim. Neler olduğunu öğrenmeliyim. Mehmet`in derdini bilmeliyim.? diye düşündüm. Dersler bittikten sonra Mehmetlerin evine gitmiştim. O sırada Mehmet dışarı çıkıyordu. Beni görmemişti. Onun peşine takılmıştım. Nereye gidiyordu Mehmet? Bazı şeyleri öğrenebilirdim böylece. Sonunda mağara gibi bir yere girmişti. Neler oluyordu? ?Hayır, olamaz.? diye bağırmak istedim. Çünkü Mehmet teröristlerle beraberdi. Konuşmalarını duyuyordum. Açık bir şekilde belliydi konuşmalarından terör eyleminde bulundukları. Mehmet`in ne işi vardı burada? Mehmet bu kadar kötü bir çocuk muydu? İnanmak istemiyordum. Aklıma birden Mehmet`in kardeşi Sedat gelmişti. Oysa Sedat çok iyi bir çocuktu. Bu manzara bana Habil ile Kabil`i hatırlatmıştı. Habil Sedat`tı, Mehmet de Kabil. Mehmet`i Kabillikten kurtaracağıma inanıyordum. O da kardeşi Sedat gibi Habil olacaktı. O, Mehmet`ti. Mehmetçik olmalıydı, terörist değil...
Günler geçtikçe Mehmet okula bile uğramıyordu. Hiç yılmadan her gün onu takip ediyordum. Kurtarmalıydım onu bu bataklıktan. Çünkü ben, onun öğretmeniydim. Ona öğretmeliydim yaptığı şeyin ne kadar kötü bir şey olduğunu. Öğretmenlik sadece ders anlatmak değildi bana göre. Öğrencisinin derdini, sıkıntısını, acısını yüreğinde hissetmeliydi öğretmen. Bu düşüncelerle hareket ediyor ve Mehmet`i adım adım takip ediyordum. Yine Mehmet`in peşine düştüğüm günlerden biriydi. Usulca Mehmet`i takip ediyordum. Ayağıma bir taş takılmış ve birden yere kapaklanmıştım. Düşerken çıkardığım gürültüyü duymuştu Mehmet. Beni görünce şaşkınlığını gizleyememişti. Tepkisinin ne olacağını düşünüyordum ki eline aldığı taşı başıma fırlattı. Kaşım yarılmıştı. Elimi başıma götürdüğümde kan elime de bulaşmıştı. Ama hiç acı hissetmiyordum. Hata yaptığımı ve bu hatayı nasıl düzelteceğimi düşünüyordum, Mehmet`in ?Git buradan, git.? çığlığı kulaklarımda bitmek bilmeyen bir yankı yaparken. Mehmet çoktan gözden kaybolmuştu. Her şeye rağmen inancımı yitirmiş değildim.
İnancımı bitirmemenin meyvesini almaya başlamıştım yavaş yavaş. Çünkü Mehmet, yaptığı bütün kötülüklere ve hakaretlere sabrettiğimi görüyordu. Bu da Mehmet`in bana yakınlaşmasını sağlıyordu. Artık bana taş atmıyor, hakaret etmiyordu. Beni dinliyordu artık. Onu ikna edeceğimi düşünüyordum. Tatlı dilin yılanı deliğinden çıkaracağını biliyordum. Hem de Mehmet`in bana karşı sevgisi olduğunu hissediyordum. Bu esnada Mehmet benden özür dilemeye gelmişti. Dünyalar benim olmuştu sanki. ?Mehmet`i ikna etmenin tam sırası.? diye düşündüm. Mehmet`in özrünü sevinçle kabul edip onun ne kadar kötü bir işe bulaştığını anlatmaya çalıştım. Mehmet`in ikna olduğunu gördükçe seviniyor ve anlattıklarımı daha coşkulu dile getiriyordum. Onun bu millete ne kadar yararlı biri olacağını söylüyordum. Mehmet`in gözlerinden yaşların süzüldüğünü görünce kendimi tutamayıp ona eşlik ettim. Onunki pişmanlıktan, benimki ise sevinçtendi. Öğrencim yaptığı kötü işlerden dolayı pişmanlık duyuyordu. Her şeye sabretmeseydim sonuç kötü olabilirdi. Sabretmek gerekiyordu demek ki. İyiliğe giden her yolda sabretmek.
Aradan yıllar geçmişti. Mehmet kocaman bir delikanlı olmuştu. Artık iyi bir çocuktu Mehmet. O da Habil`di artık. Belki de o tertemiz yüreğinde Kabillik hiç yoktu onun. Mehmet askerdeydi aklımdan bunlar geçerken. Küçükken onlar için çalıştığı teröristlere karşıydı şimdi. Bu, beni öylesine mutlu ediyordu ki her düşündüğümde gözümdeki yaşlar yılların kırıştırdığı yüzümden iniyordu. Allah`ım, öğretmenlik ne güzel bir meslekmiş böyle! Bana böyle güzel günler gösterdiğin için şükürler olsun sana. Yine her günkü gibi şükrederken bir haber gelmişti. Mehmet`in kahramanca çatışırken şehit olduğu haberi! Hem de onun, şehit olmadan önce altı terörist öldürdüğü haberi. Haberi alınca ne yapacağımı şaşırmıştım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Nedenini tam olarak kestiremediğim yaşlar... Sevinçten miydi, yoksa hüzünden mi? Bir yandan Mehmet`i kaybettiğim için hüzünleniyor, bir yandan da Şehit Öğretmeni olduğum için seviniyordum.
Mehmet`i ?Şehitliğe? defnedeceklerdi. Görkemli bir tören oluyordu. Törenden sonra Mehmet`i toprağa veriyorduk. Avuç avuç atıyordum Mehmet`in toprağını. Terörist değildi o. Mehmet`ti, Mehmetçik`ti. Bunun hayaliyle yaşamıştım ben. Kötü yolda olan öğrencisini iyi
yola sevk etmeye çalışan öğretmendim ben. Görevini başarıyla yerine getiren asker edasıyla gururlanıyor ve gözlerimden süzülen yaşları siliyordum...