Hoca Kızı
Staj gördüğümden izin alamamıştım o gün. Analığım, 'Git ananda kalırsın.' demiş, babacığım o koyu kahve gözlerini yere dikerek susmuştu. 'Her zaman yaptığı şey.' diye düşünmüş, kahretmiştim yine.
- Kapı kilitli, dışarıda kaldım anne!
- Çilingir bul, kapıyı açtırt...
Uzun bir sessizlik... Bir karabulut sarıyor gökyüzünü; oysa aylardan ağustos. Cehennem sıcağı bir öğlen... Ağustos ayında, buz gibi bir esintide kalıyor çocuk kalbim.
Eve geçerken, her akşam kahvenin önünden geçmek zorundaydım. Mahallenin bıçkın delikanlısı Yavuz, her akşam 'Hoca kızı' diye ardımdan bağırırdı. Şimdi gülümsüyorum; ama o zaman, 'Babam bunu duyarsa halim nice olur?' diye düşünürdüm. Oysa bir gün işime yarayacakmış da ben bilememişim.
Kafam yerde, adımlarım hızlı, çilingirin olduğu istikamete yürürken; arkamdan gelen ayak seslerini duyduğumda, adımlarım daha da sıklaştı. Pürtelâş daldım içeri:
- Amca, kapıda kaldım; yardım eder misiniz?
Kapının açıldığını duymamıştım.
- Raco baba, hocanın kızıdır arkadaş. Mahallemizden yani... Anlarsın ya...
Arkamı döndüğümde şaşırmadım; zira sesinden tanımıştım. Bıçkın lakaplı Yavuz...
- Sen kim oluyorsun da benim yerime konuşuyorsun?
- Eyvallah! Bugünkü fırçamı da yedim sultanım...
Birden yanaklarımın al al olduğunu hissettim. Bana gülümseyince öfkem bir kat daha arttı. Ayaklarımı hızla yere vurdum. Yol göstermek için çilingirle beraber çıktım dışarı. Peşimdeydi, biliyordum.
İki gün sonra o müdahalenin nedenini anlayacak ve yüzüne söylemesem de, artık ona kızmama kararı alacaktım.
Kapı çilingirin ellerinde açıldı ve içeri girdim. Analığım çok pis bir kadındı. Önce 'Oh!' dedim; madem yoktu sabah ezanına kadar evin tüm işlerini yapmalıydım. Çamaşırları merdaneli makineye attım. Bir sağa, bir sola şanzımanlı diye reklamları bile vardı.
Tüller yıkandı; çocuk aklı ya camlar silindi, asıldı. Eve temizlik kokusu sinmişti. Hatta lekesi çıkmayanları çöpe atmıştım.
Zamanla, bunları yapmamın nedenini düşündüm. Asıl neden bu değildi. İçimin acısını unutmaktı gayem. Başarılı olmuş muydum? Hayır!
Hayatımın en büyük hatası Zehra idi belki de... Mühendis olan komşumuzun çocuklarına bakan yabancı uyruklu bir kadındı Zehra. Kardeşim dediği Uğur'la kalırdı. Adam yurtdışına, şehir dışına gittiğinde çocuklara bakardı. Güya... Güya diyorum çünkü eve gelenlerin, çıkanların haddi hesabı yoktu. Meğer hem çocuklarına baktığı adamla yaşıyormuş, hem kardeşim dediğiyle, hem de eve giren çıkan sayısız erkekle...
Benim hatam nerde mi? 'Akşam sinemaya gideceğiz, hadi sen çocukla kal.' dediğinde kalmam hataymış. Daha büyük hatalardan ise beni Bıçkın kurtardı.
Babamlar bir ay gelmedi. Neler mi oldu bir ay içinde? Yenimahalle'nin en canlı yerinde oturuyordum. Komşu kızlarıyla yürüyorduk sık sık. Kanımız kaynıyordu. Babamın tüm yasakladıklarını yapabiliyordum. Mini etek bile almıştım. Akşamları giyiyor, makyaj yapıyor, çekirdekle dondurma yiyorduk Fatoş ve Mehtap'la. 'Ne kadar eğlenceliymiş' diyordum. Babam niye bana bunları yasaklıyorsa...
Tam kapıdan çıktım, Zehra seslendi.
- Hadi sen de gel!
- Nereye?
- Sorma, yürü!
Bıçkın geldi o an...
- Aloooo hocaaaaaa!
- Hayırdır Bıçkın?
- Senin çilingirle ne işin var?
Arabanın içine bir baktım...
- Aaaaaa!
Bir adım geriledim. Zehra'nın elimden tuttuğunu, 'Karışma kıza serseri!' diye çığlığını duydum. Korkmuştum. 'Komşular duyar, susun, babama derler' diye ağlamaklı oldum.
Bıçkın, 'Yürü o......' dedi onlara. O lafın üzerine arabaya binip uzaklaştılar. Yaprak gibi titriyordum. Ne olduğunu anlamamıştım.
- Bıçkın?
- Sus ve Yunus Emre Parkı'na yürü, arkandayım.
Ayaklarım birbirine dolaşıyordu. Ne oluyordu? O adam neden arabadaydı? Zehra abla neden ısrar etmiş ve neden o kötü lafa bir şey demeden binip gitmişti?
- Gel Elma Şekeri, otur yanıma.
Yanaklarım kızarmıştı yine...
- Ya sen kimsin...
Eliyle dudağımı kapattı.
- Ben, şu an senin geleceğini kararmaktan kurtaran mahallenin abisiyim...
Zehra'nın gerçeklerini anlattı. Ve çilingirin niyetini...
- Teşekkür ederim.
- Hocaaaa sus! Mahallenin namususun; kafanı kimseye kaldırıp bakmadın. Hoca yok ve sen o yokken bile onun kızısın. Bakma başkalarına. Seni Allah boyamış, sil şu yüzündekileri.
Mendil çıkarttı. Gözyaşlarımın ısladığı mendille yüzümü sildim. Elini öpecektim; ama izin vermedi. Yine ben önde, O arkada yürüdük. Eve girip ışığı yakana kadar bekledi.
Artık akşamları bana 'Hocaaaaaaaaaa' diye bağırmasına kızmıyor, kafamı kaldırıp gülümsüyordum. Ve bir gün, elinden hiç eksik olmadığını gördüğüm tespih geldi aklıma. Gümüş bir tespih aldım. Kahvecinin çırağını çağırıp ona vermesini söyleyerek eve hızla girdim.
Ertesi gün... O tespih elinde...
- Eyvallah Hoca...
SEVDALİNKO
(MAZİ İÇİMDE BİR YARADIR)
Cok hos bir hikayeydi. Kaleminize saglik
örnek bir öykü.. yavuzların tükendiği bir devirde.. tebrikler..