Huzurevinde Huzur

Adı Hasan'dı, yarım asır yaşayabildiği hayatında geriye dönüp baktığı irili ufaklı mutlulukları haricinde gülümseyişlerinde kahkahalarını anımsayacak kadar hiçti. Uzun dar çizgide dengesini bozmadan yürüdüğünü sanabilen ender insanlardan biri olduğunu düşünür, ödünsüz ve gerçeklerini sindirdiği düşüncelerini savunurdu. İyi bir eğitim almış kariyerinde üst düzey yöneticiliğe kadar yükselmişti.

En son müdürlüğü yaptığı okuldan diğer bir okula tayini çıkmasını hazmedememiş emeklilik dilekçesini verip huzur bulabileceğini düşündüğü emeklilik yaşamını tercih etmişti. Oysa ondan daha yaşlı olanlar hala idareci konumunda olup, eğitime katkıda bulunmaya devam ediyorlardı, çevresinde sevilen ve saygı duyulan hasan beyin almış olduğu bu karar tepki ile karşılanmıştı.

Sert görünümündeki kişiliğinin altında okyanus büyüklüğünde duygusallığını bilmeyen yoktu, imtiyaz tanımadığı doğrularını savunurken karşısına set gerenleri ikna edecek bilgi ve yeteneğe sahipti. Karar vermeden eşi ve çocukları ile bir araya gelip konuşarak kararını açıklamış, onların şaşkın bakışlarına aldırış etmeden son noktayı koymuştu.

Emeklilik ikramiyesine birikimlerini koyarak küçük sahil kasabasında iki göz oda satın almış eşi ile birlikte huzurlu bir yaşamın ilk temelini atmıştı, kızı ve oğlu yüksek okulu bitirmiş, kızı eğitimciliği seçmiş, oğlu da yurt dışına özel bir sektörde inşaat mühendisliği yapıyordu. Yaşamında dengeleri bulmuş, huzur adını verdiği olgularını çiğnerlerinin en müstesna köşesine çekerken yaşam budur diyordu.

Aradan iki yıl geçmişti. Ağustos ayının aşırı sıcak bir günü eşi rahatsızlanmış hastaneye kaldırılmıştı, yapılan tüm müdahaleler yetersiz kalmış, kalp krizi sonucu eşini kaybetmişti. İşinden sonra 25 yıl aynı yastığa baş koyduğu eşini de kaybetmişti. Hasan bey yalnız adamdı, sonrası yoktu yaşamında, denizin dalgaları, martıların çığlıkları, balkonda yudumladığı çayının tadı yoktu.

On ay kadar anıları üzerine düşlediği zamanları yitirdi, geçmişini sorgularken geleceği neredeydi bilemiyordu. Her şeyden, her yerden uzak yalnızlığını seçti, kararını verdi. Huzurevine gidecekti. Bursa'da Uludağ eteklerine kurulmuş yeşille büyülenmiş organik yapıya sahip, serin esen rüzgarın seranatındaki bu erişilmez güzelliği seçti, yetkililerle görüştü, yapılması gereken bürokrasi işlemlerini bitirdi, haziran ayının ilk akşamı kendisine ayrılan odaya yerleşti, banyo tuvalet ve bir göz odadan oluşan sığınabildiği, huzur aradığı yere ulaşmıştı.

Oysa üst düzey yöneticilik yaptığı zamanlara akan bayram ve özel günlerde çok kez huzur evine gitmiş, orada bulunan yaşlılarla söyleşi yapıp, günün önemi gereği orada yaşayanlara hediyeler vermişti. Yaşam nasıl döngülere sebep veriyordu, bir gün burada bulunabileceğini hiç düşünememişti.

Kendini tekrar yaşamak istiyorsan ya yeni bir mekan seçeceksin, ya da mecbur olup seçtiğin yere ayak uyduracaksın. Zor oldu ilk günleri, 200 kişilik huzur evinde bile yalnızdı, en genç olanı da kendi olduğunu biliyordu. Yemek saatlerine uyuyor, sabah erken kalkıp yürüyüşlere katlıyordu. Herkes eşitlik ilkesi doğrultusunda yaşamını idame ediyordu, perhiz yemekleri yeniliyor, akşamları kural olarak konulan aktivitelere katılıyordu.

Gece kararırken uykunun mahmur zamanı duyduğu keman sesini merak eder olmuştu, çocukluğunda dinlediği nenlilerden farksızdı, içindeki ahenk duygularını okşayıp huzurun en itina yerine yerleşti yordu, meraklarında kemana bu denli arzu veren kimdi? Kim bu denli bu şehvet olgusunu sunuyordu? Her gece kemanın seranatında uyuyor, her sabah güne yeşilin güzel renginde uyanıyordu.

Kemana değil kemanın sesine aşık olmuştu. İçindeki fırtınalar bilinmeyen güzellikle savrulurken geçmişini ötelemiş geleceğe yelken açan güzelliklere tutkulu bakışlarında maviyi sunuyordu. Her gece uykularını süsleyen sesi merak eder olmuştu. Gün batımı kararan güne gebeleşmiş alacakaranlığın serinliğinde oturduğu banka geçmişinin sorgusunu bir bir silerken aynı ses uzak olmayan yakınlıkta kulağına darbeler vururken başını kaldırıp baktığı yerde elli yaşlarında bir bayanın boynuna dayadığı kemanı ahenkle ses verişini gördü.

Usulca oturduğu banktan kalktı, keman çalan kadının yanına oturdu, kemana şarkılarıyla eşlik etti, ardı ardına çalan ve söylenen şarkılar geceyi büyülüyordu, yıldızlar daha güzeldi, rüzgar serin esiyor, duygular yürekleri süslüyordu, gece gök kuşağından daha renkli olmuştu. Keman sesi susmuştu, sözcükler savrulurken gözbebekleri kemane güzelliğine bürünmüş, küçük dokunuşlar yüreklerinin çırpınışlarındaki heyecanını çoğaltıyordu, gün doğarken el ele uyandılar, sustular konuşmadılar.

Uykusuz gecelerin düşlerinde o var olurken rüzgar bile yalan eser olmuştu, sesini tenini kokusunu özlediği kadına gitti, sözcüklerini fütursuzca savurdu.

-Benimle evlenir misin?

Kadın dondu kaldı adamın gözlerinde

- Seninle evlenirim,son nefesine kadar kemanıma eşlik eder misin?
-
- Yüreğini ve gözlerini verip ellerimi bırakmazsan evet.

Sımsıkı sarıldılar bir birlerine o günün gecesi kadın beyaz gelinlikle keman çalarken; adam nikah memuruna haykırıyordu: EVET

Ve gerçek huzuru huzur evinde bulmuşlardı.

01 Ağustos 2010 4-5 dakika 14 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 13 yıl önce

    Zaman zaman böyle durumlar yaşanıyor huzurevlerinde.Doğru ve güzel bir anlatım tebrikler kaleme.

  • 10 yıl önce

    Şiirkolikte ne yazık ki tüm yazarları takip edemiyoruz.Çok keskin bir kalemi gözden kaçıracaktım neredeyse,sevgili günlüğüm yazsını okuyan kişiyi merak edip sayfasına bakmasaydım....

    İçeriğinde çok yüklü duyguları ve dokunaklı kelimeleri barındıran finali ise mutlulukla bağlayıcı güçlü vurgularla bitiren kalemi ve kalemin sahibini yürekten kutlarım...Bursadaki o huzur evini biliyorum.Bursalı ve Yalovada yaşayan bir ailenin kızıyım....Yalovaya selamlar...

    👍👍👍👍