İlginç Bir Anı

_ 'Size bir anımı anlatacağım, çocuklar. Bilmem, dinlemek ister misiniz? Çok komik!' dedi Ayşim.

O sıkıcı fal tartışmasından sonra ne kadar da iyi olurdu. Hepimiz canı gönülden kabul ettik. Ayşim, bu yıl üçüncü sınıfı bitirdi. Adanalılar ama annesi ve iki kız kardeşiyle Bursa'ya yerleşmişler. Gülümseyerek anlatmaya başladı:

Ailenin bir arada olduğu bir kış akşamında on beş voltluk ampulün sarı ölgün ışığıyla aydınlanan salonda hem bir şeyler atıştırmakta hem de çok sevdiğimiz ve bir cümlesini bile kaçırmak istemediğimiz bir yarışma programını seyretmekteyiz, abajura tutturduğumuz kurşun kaleme tüneyen Öpücük de seyretmekte...

Orta masada, büyük cam vazodaki nergislerimizin yaydığı net çiçek kokusu, ağzımızdaki çerezlerin değişik lezzetlerine karışan yudumladığımız içeceklerin lezzetleri... Yeni bitirdiğimiz temizliğin mis gibi deterjan kokusuyla her yerin pırıl pırıl oluşunun huzur ve mutluluğu içindeyiz... Sabahın erken saatlerinden, akşamın onuna kadar çalışmışız. Duşumuzu almışız, çıkanlar makinede... 'Oh!..' diyoruz, 'Oh!..'

Kolay mı üç oda, bir kocaman salon, yüz yetmiş metre karelik evi temizlemişiz, tepeden tırnağa! Her birimiz bir köşeye çekilmişiz, dizlerimize battaniyelerimizi örtmüşüz, elektrik sobası yanıyor, oda sıcacık, hatta biraz da bunalmışız sıcaktan. Yeleğimi bile çıkarmışım. Ayaklarım sıcak olmalı tabi ki kalın yün çorapların içinde. ?Ayağını sıcak tut, başını serin; içiini ferah tut, düşünme derin.' diye boşuna dememişler. Ayaklar, vücudun kalorifer kazanı... Başımda örtü, bere falan olsa, çıkarıp atacağım. Saç tokası bile takmıyorum, kafama.

Fakat düşündürücü sorular var, yarışmada. Arada sırada annem ve kız kardeşimle sorulanlar konusunda tartışıyoruz. Hatırlayıveren hemen söylüyor cevabını; üçlü iştirak ediyor, biz de aramızda yarışıyoruz. Dördüncümüz, uyumak için odasına çekilmiş. Keyfimize diyecek yok! Değme gitsin!

_ 'Anne, ne oldu çamaşırlar?' diyor, kardeşim.

_ 'Bilmem, bir bak bakalım!'

Ayça'nın, salon kapısını açıp, hole ayağını atar atmaz geri gelmesi bir oluyor! Çorabı, terliği suya batmış.

_ 'Anne!.. Buraya bak!..'

_ 'Bakamam şimdi. Yorgunluktan canım çıktı, dinlenmeye geçtim. Şehir dışındayım.

_ 'Anne!.. Gel!.. Ayaklarım tuluk oldu!..

_ 'Neden?'

_ 'Su basmış buraları!..'

_ 'Nerden?'

_ 'Banyodan!..'

_ 'Haydi, kalk Ayşim, beraber silin!'

Dizlerimden battaniyeyi atıp, kalkıyorum ve kapıdan koridora bakar bakmaz hayretler içinde bir çığlık atıyorum:

_ 'Ay!.. Eyvah!..'

_ 'Çok mu?' diyor, merakla annem.

_ 'Göl olmuş, göl!..' diyorum. Zaten bir ayağı suya battığı için öylece suya dalan, eline geçen bir şeylerle suya müdahale etmeye çalışan Ayça hâlâ söyleniyor:

_ 'Ne terlik çorap kaldı ne de eşofmanımın paçaları!..'

Ben tedbirliyimdir. Ne olur ne olmaz... Çıkarıyorum çoraplarımı, terliklerimi; yalın atak dalıyorum sulara! Anneme haberleri okumaya başlıyorum:

_ 'Holde ördek yüzdür!.. Banyoda her yer sele gitmiş!..

Panikle elime geçen faraşla suları on beş yirmi defa küvete attıktan sonra fark ediyorum, meğer gider tıkalıymış; annem, koku gelmesin diye araya poşet parçası koyarak sıkıca kapatmış. Kapağı kaldırıp, oradan çıkıyorum ama iki odaya su çoktan yürümüş bile!

Bu arada annem de tahtından inmiş, yalınayak aramıza katılmış, koridorda sularla boğuşuyorlar. Elimde faraşla yardıma koşuyorum.

_ 'Yatak odama da su girmiş!..' diyor, annem.

_ 'Bizim odaya da!..' diyor Ayça. 'Halı ıpıslak, yarısına kadar!.. Yerinden kalkmıyor!.. Abla!.. Kalk!.. Evi su bastı!.. Yardım et de halıyı çekelim!

Halının üstünde karşılıklı yataklar var. Zaten gülle gibi olmuş!

_ 'Gelemem. Çoraplarım ıslanır. Çok yoruldum. Uyuyacağım ben. Hem üşüyorum. Yatağımı yeni ısıttım. Sabah erken kalkacağım. Dersim var.'

_ 'Abla, gel!.. O kadar çok ki! Şimdi senin odana da girecek! Kalk! Koş'!.

_ 'Yaaaa.!..'

Diyerek, sakin sakin, yüksek topuklu plastik şeffaf terliklerini giyip geliyor ama su hareket ettikçe, ne terlik, ne çorap dinliyor!

Solmuş nevresim ve çarşafları ayırmışız, bir kenara, temizlik sonrası. Kocaman bir poşet, sokak kapısının arkasında... Aşınmış, daralmış ya da artık giymekten usandığımız giysilerimiz de üzerinde dürülmüş vaziyette... Birilerine vereceğiz, güya. Vazgeçiyoruz başkalarından. Her birimiz birer tane kapıyoruz, poşeti yırtarak; bastırıyoruz sulara ve lavabolara sıkıyoruz. Bir koşuşturmaca, evin içinde...

Holde ağır dolaplar... Su altlarına girmiş, dipleri beşer parmak su çekmiş. Annem, eline geçen tahta parçasıyla gidere doğru iterek, suya yön vermekte, ablamla ben sıktığımız çarşafları yerlere serip serip topluyor, tekrar sıkıyoruz. Ayça'yla benim odamdaki birinci el koyu kırmızı, desensiz Isparta halısı, yıllar önce içtiği şerbet boyasını yavaş yavaş salıyor. Ne şifonyer kalmış, ne dikiş makinesi, ne büfe, ne gardırop, ne yüklük...

Ceviz kaplama suntalar onar santim su emmiş... Annemim yatak odasındaki suyun yol almaması için elime geçeni suya atıp, lavaboya kadar gidip vakit kaybı olmasın diye koridora sıkıveriyorum. Önemli olan möblenin durumu... Şifonyer neyse de, onu kaldırmak kolay; gardırobu nasıl oynatacağız yerinden? Evde erkek yok. Gardırobun içi tıklım tıklım, üstü hurç dolu. Halının dörtte biri ıslanmış. Kuzey cephedeki pencereyi açıyorum. Kış ortası... Poyraz esiyor. Hava ayaz! Halıyı toplayıp, dolabın önüne koyuyor, ıslanan kısmını pencereden aşağıya sarkıtıyorum.

Hâlâ zannediyoruz ki bir yerlerde boru patladı. O nedenle, banyoya girince, ilk iş olarak vanayı kapatmıştım.

Üç kişi koridordaki suya hâkim olmaya çalışıyor. Daha yeni temizlediğimiz halde, kalkan halıların altlarını tekrar silip, kurutuyorum. Şifonyeri oraya çekip, altını siliyorum. Gardırobun altından dalga dalga sular, sızıyor, halının kalktığı yere. O kadar ki sadece silmekle bitecek gibi değil. Mutlaka yerle irtibatının kesilmesi lazım...

Gardırobu kaldırmalı, altını kurulamalıyız. Yoksa gül ağacı kaplaması kalkacak. Üçümüz yükleniyoruz, bir milim kıpırdamıyor! Üstündeki hurçları aşağıya indirmeye başlıyoruz. Yer ıslak, aldıklarımızı yere koyamıyoruz. Yatağın üzerine sıralıyoruz.

İki orta boy ve üç büyük hurcu yatağın üstüne atıyor, tekrar deniyoruz. Birazcık kıpırdıyor ama kalkacak gibi değil! Az önce annemin su itmekte kullandığı tahta parçasını bari onun altına koymalıyız ki hava alsın da kurusun! Dolabın kuzeyden açtığım pencere tarafındaki yan yüzü ile duvar arasındaki üst üste yığılan valizleri, paketleri alıyoruz. Onları da yatağın üzerine koyduktan sonra arkalarındaki köşede rulo halinde dik duran kullanmadığımız halıyı çıkarıyoruz. Onu da yatağın üzerine uzatıyoruz.

Aşağıya ucunu sarkıttığım halının içerde kalan kısmından kapakları açılamayan gardırobun önünü açmak için halının dörtte üçlük kuru kısmını da yatağa, rulo halindekinin üzerine koyuyoruz.

Artık dolabı, pencere tarafında açtığımız yere kaydırabiliriz. Bir daha yükleniyoruz. İki santim gitmiyor, fakat desteğini kaybettiği için kırılacak gibi oluyor.

Hafiflemesi gerektiğinden içindekilerin bir kısmını çıkarmaya karar veriyoruz. Mantolar, paltolar, ağır demir askılar... Alıp alıp yatağın üstüne yığıyoruz. Neyse ki askılar yüz kadar... Dört kanadı da hafifletiyoruz.

Yeniden ve büyük bir ümitle ablamla beraber, kapıdan taraftan bütün gücümüzle itiyoruz. Bu defa, zorla da olsa oluyor. Biraz açıklık bırakıyoruz, duvar tarafında. Suyun geldiği tarafı biraz kaldırıyoruz, Ayça da tahtayı altına sokuyor, yerle teması kesiliyor.

Bu en zor işi başarıncaya kadar üçümüz de kan ter içinde kalıyoruz! Sıcacık salonda otururken üşüdüğümüz için dizlerimize battaniye alan biz... Eşofmanlarımız dizlerimize kadar sıvanmış, yalın ayak... Yerlerde sabunlu sular... Tekrar her yer silinecek. Yeni baştan yerleşecek... Dip bucak temizlik yapmıştık güya ve işimizi bitirdiğimiz için yıkanıp, üstümüzü değiştirmiş, yerlerimize yerleşmiştik. Yarışmamızı seyrediyor, meyve suyu içiyor, fıstık çekirdek yiyorduk.

Islanan yerlerin kuruması için bütün kapıları pencereleri açmıştık. Açık camlardan, kapılardan, özellikle balkonlardan dondurucu bir rüzgar geliyor; soğuk, terli vücutlarımıza zehir gibi işliyordu!

Şifonyerin ıslanan yarısını da kızağa alıyoruz. Ya büfe ne olacak? Kalkar mı o? İki parçasını, kuru bir yere almayı düşünüyorum. Ayça'yla ablama kalsa, öyle orada, ıslak halde bırakacaklar.

Nasıl da yorgunuz! O kadar iş yapmışız, sabahtan akşama kadar ayakta kalmışız, can burnumuzda... Bir de su baskını... Annem, elindeki yer silme aracının sapıyla, büfenin boyuyla çekmek istediğimiz yeri ölçmeye giderken bir kayıyor, ta sokak kapısının önüne kadar!.. Yerler seramik, ıslak zemin; akan, sabunlu su... Sıkı sıkı tutmakta olduğu araç hâlâ iki elinde!.. Banyonun önünden çıkıp, sağ ayağını atar atmaz kayıyor, nasıl oluyorsa, önce sol kalçasını, sonra kafasının sol tarafını ?Dank!..' diye yere çarpıyor!..

Biz çığlık çığlığa!.. Saat, gecenin ikisi olmuş! Beş kat apartman, çift daire; herkes derin uykusunda; bizde kıyamet kopuyor!..

_ 'Abla koş!.. Annem düştü!' 'Ne oldu?' 'Bir şey oldu mu?'

_ 'Düştüm işte! Daha ne olacak?'

_ 'Bir yerine bir şey oldu mu?'

_ 'Hayır, iyiyim. Bende bir şey yok. Biraz sersemledim, o kadar. Biraz başım...'

Annemi sopasıyla beraber tutup kaldırıyor, ayağa dikiyoruz ve başlıyoruz gülmeye!.. Yerlere yatıyoruz! Kahkahalar, çığlık çığlığayız!..

Ayağı hızla kaydı birkaç metre kadar ve bereket ki pek de acınacak şekilde düşmedi. Canı tatlı değildir zaten de bu yaştan sonra kalça kemiği kırılması felakettir! Altı aydan önce iyileşmez. Sakat da kalabilirdi. Neyse kırık çıkık yok, ucuz atlattı, iyiydi. Temizlik aracının sapı hâlâ elinde... Yerden, kollarından tutarak kaldırdığımız gibi ölçmek için büfeye yöneliyor. Elinden alıyoruz.

_ 'Elindekini bari bırak bir tarafa!' diyoruz. Farkında bile değil, düştüğünün, kaktığının. Aklı hâlâ büfeyi kurtarmakta... Laf söz anlamıyor. Üstü başı ıslak, ölçmeye devam ediyor.

_ 'O haliyle ölçmeye devam ediyor. Bakar mısınız?' diye birbirimize gösteriyoruz.

_ 'Anne! Bırak, git yıkan da yat sen! Abla, annem düştü! Başını fena vurdu, betona! Bir şey olur mu acaba?' diyorum. 'Beyin kanaması falan?' Ablam:

_ 'Üç saat uyumasın!' diyor, odasından çıkmadan. Odamızdaki sularla uğraştıktan sonra makinedeki çamaşırları çıkarıp, leğene doldurmuş, bir su elde yıkamış, durulamış, sıkarak sermiş; odasına dinlenmeye çekilmiş, beş saat gecikmeyle uyumaya hazırlanıyor.

_ 'Bir saat içinde bulantı falan olmazsa mesele yok!' diyorum. 'Haydi, bırak, biz yaparız kalanını; haydi, sen duşa gir de salona geç, yerine yerleş! Buralarda durup da üşüme!' diye onu banyoya sokuyorum.

Uzun tüylü, ip çözgülü su yutkunu Isparta halının kenarları kan kırmızı! Gâvur ölüsü gibi!.. Kalkar mı yerinden? Üzerinde karşılıklı iki yatağın ön ayakları... Üstelik, sudan kaçırılan her şey yatakların üstüne konmuş, ağırlaşmışlarda ağırlaşmışlar! Evde erkek yok. Babam Almanya'da...

Biz uğraşırken, gecenin üçü olmuş. Çekilen eşyaların sesinden çok bizim seslerimiz:

_ 'Yuvarla, dür, kaldır, bekle, döndür, tut, asıl, çek, çekil, olmadı, dur bırak!..' kaptırmış gidiyoruz.

Zaten annem düştüğünde çığlıklar, gülmeler... Yer yerinden oynadı!.. Tam odamızın üstünde, çocuk odasında, yeni doğan bebekleriyle yatmakta olan komşular yukarıdan vurmaya başladılar. Caddeye bakan pencereden seslensem:

_ 'Kusura bakmayın. Zor durumdayız. Su borusu patladı da... Üç odayı su bastı...' diyeceğim, diyemiyorum. Bir kat çıksam, zile bassam, sıcak yataklarından da kaldırmış olacağım. Bebek uyanmadıysa, o da kalkacak.

Tere batmış halde, nefes nefese, bir yapışkan not kâğıdına durumumuzu mazur gösterecek iki satır yazıyor, ?Evi su bastı da... Rahatsız etmek istemezdik.' diye mazeret beyan eden bir not yazıyorum. Üst kata çıkıyor, kapılarının ortasına yapıştırıp, geliyorum.

Daha koridordaki dolaplar kalkacak. Dalga geçmeye başlıyoruz, çifte yorgunluğun üstüne:

_ 'Anne, nasıl düştün öyle?' diyor Ayça.

_ 'Elinde temizlik bezi sopası... Fıy!..' diyorum.

Tekrar başlıyoruz. Gülmemeye çalıştıkça kopuyoruz!..

Bizim odanın halısı su emmiş, kalkmıyor!.. Yatakların biriyle yüklüğün arasına, yuvarlamışız, dikey halde leğene koymuşuz, güç bela! Neyse halıyı zorla kaldırıp, küçük bir leğenin içine dikiyoruz. O haliyle odadan çıkarmamız imkânsız. İlk leğenin pembe suyunu döküyoruz. Biraz daha su kaybetmeli, sonra tekrar leğen değiştireceğiz.

Annem duştan çıkıyor. Giyinip salona döner dönmez, battaniyenin altına giriyor. Çoraplarını giyerken:

_ 'Ayaklarım kuru ama nemli gibi... Acaba buz kestiği için mi bana hâlâ ıslak gibi geliyor? Sıcak bir çay içimizi ısıtır.' diye güya sesli düşünüyor. Çay koymamızı istiyor.

_ 'Tamam!' diyorum ama o işin arasında unutuyorum. Aradan on dakika kadar geçiyor:

_ 'Kızlar! Çay olmuştur!' diyor. 'Dikkat edin, yerler kaygan; kaymayın! Koridor sabunlu suyla kayganlaşmış. Tekrar silinip, kurumalı! Gelip ben alayım çayı.' diyor.

_ 'Sanki sen düşmezsin!' diyorum. Ayça:

_ 'Çabuk çayı koy! Şimdi gelecek, bakacak ki ortada çay may yok!'

_ 'Geçici bir örtü bari serin, yere!' diyor, annem.

_ 'Ben de kaydım!..' diyor, ablam içerden.

_ 'Elinizde kaynar çay varsa...' diyor hâlâ annem. 'Düşerseniz... Aklım çıkıyor!.. Dizlerimin bağı çözülüyor, düşündüğümde!'

Ayça koridora bir halı seriyor. Annemim içi hiç rahat değil. O düştü ya... Nasıl olur düşmek, bildiği için ana yüreği tir tir titriyor!..Ya biz de düşersek? Çaydanlıkla oyun olmaz. Kaynar su bu! Allah korusun!

Aslında çay yeni kondu ateşe. Başka işler çıktı, arka arkaya, unutuldu.

Neyse, bir süre sonra nihayet çayı getiriyoruz. Duş almışız, ayaklarımız çelik gibi... Çoraplar etkisiz eleman... Salon da darmadağın! Elimize aldığımızı atmışız o telaşla, ıslanmaması için...

_ 'Saç kurutma makinesiyle ısıtın ayaklarınızı!' diyor, annem. 'Kemikleriniz buz tutmuştur. Benimkiler öyle... "

Uyuma moduna geçeceğiz. O bir kaç saat uyumamalı. Bize rahat yok sabaha kadar. Yanına sokuluyoruz. Battaniyesinin altına... Kumrular gibi... O yorgunluktan sonra sabaha karşı da olsa dinlenmenin tadı, hayal edilemeyecek kadar güzel!

O kadar suyun; kesin dönüş yaptığımızda Almanya'dan getirdiğimiz tam otomatik çamaşır makinesi, su ısıtma fonksiyonunu kaybettiği için tamire gittiğinde, orijinali bulunamadığından yerlisi takılıveren ve yenisi daha küçük olduğundan, yıkama sırasında yerinden çıkan termostat nedeniyle oluşan delikten geldiğini, daha sonra yaptığım inceleme sonucunda anlayabildim."

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 46

20 Haziran 2010 13-14 dakika 92 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    valla gerçekten binbir gece öyküsü.çok uzundu.;)