İlham Perisi

Bu defa yol beni yürüyor gibiydi. Ben duruyordum ve yol, adım atıyordu sanki bana. Dünya küçülmüştü, ufacık yerlerde büyümeye çabalayan bir ben vardım. Sonra vazgeçtim, küçük bir dünyanın büyümeye çabalayan kızı olmayacaktım.

Sallanan koltuğuma oturdum, ya da o, ona oturmamı tercih etti. Birdenbire alev alan bir çıtırtı gibi durdu zaman. Çıtırtılar alev alabilirler miydi? Çıtırtı bir sesti neticede. Bir yaprağın "ben buradayım" demesi sesiydi, ötesi değildi. Hiçbir vakit.

Kapalı gözlerimi açtım. Saçlarımı toplamayı sevmezdim. O kadar çok dökülürdü ki toplamak zorunda kalırdım, yoksa hepsini ellerimle toplamak zorunda kalırdım fayanslardan. Fayanslar saçıma dökülen talihsizlikler olarak tarihe geçer, yine işi karıştırırlardı.

"Efendim?" 

Biri adımla seslenmiş gibi.

Duvarın fotojenik görüntüsüne baktım. Bir köşesi, diğer köşesine sarılmışçasına poz vermişti sanki.

"Efendiler götürsün e mi seni!"

Efendiler beni mi götürecekti? Hanımefendi telaşlarımda kimse yoktu, efendiler beni nasıl götürürdü? İsimsiz mektupların üstüne konan puldan bir fazlaydım işte.

Kalktım. Uyumak için. Yatağıma yatmak koltukta uyumaktan iyiydi, zaten anneler her zaman "kalk yerine yat" derlerdi. Yerime yatmalıydım. Yol, yine beni yürümeliydi.

Yatağıma yattım. Yatak dediysem bir kanepeydi işte. Üstüne yeşil çarşaf serdiğim, desenli bir görüntülemeydi kanepenin görevini değiştirircesine yaptığım...

Sağıma dönerek uyurdum, sağ, "kalbime söz, yarın da uyanacağım" demekti hayata. Yine sağ yanıma döndüm.

"Sen! Beni bırakabileceğini mi sandın?" dedi gizemli yok oluşumun kulaklarıma sesinden daha güzel bir melodinin olmadığını kanıtlamaya çalışan yaramazım...

"Git Allah aşkına yaa, uyuyorum."

"Demek beni bırakacaktın. Bırakacağını düşündün, bırakmak istedin! Bırakamazsın!"

Kanepemden kalkarak bulunduğum odayı değiştirdim. Mutfağa geçtim. Mutfak, köşeli masamın beni çağrısıyla şereflendirip "gel de yalnızlığa doyma, bir şeyler atıştır" dediği akıl çelen mekânıydı.

"Kaçma!"

"Yaa, ne istiyorsun benden, ne?!"

"Bir daha beni bırakmayı düşünecek misin?"

"Neden gitmiyorsun, istemiyorum seni!"

"İstemediğine emin misin? Sen, ben varım diye nefes alıyorsun. Senin amacın, senin nefesin, senin gerçeğinim ben. Gerçeğini nasıl terk edebilirsin?"

Damacanadan bardağıma haddini aşmayan suyumu doldurdum. Sandalyeme oturarak yavaş yudumlarla suyumu içtim.

Bacağıma kadar geldi. Sesiyle sarsması yetmedi, cismiyle çıktı karşıma. Cesurca!

"Selam"

Bileğime yapıştı. Bacağımı salladım.

"Gitsene!"

"Gitmem"

Ayağa kalktım. Bileğime yapışmıştı, gitmiyordu.

"Gitsene! Bırak bacağımı!"

"Gitmem. Çünkü sen de gerçekten gitmemi istemiyorsun. Bunu hissettim. Sen benden ayrı, ben senden ayrı, biz birbirimizden ayrı kalamayız."

"Çok bilmiş seni! Çekil!"

Banyoya gittim, orada da aynaya yapıştı, gitmedi. Banyodan çıktım, kendimi sokağa attım.

Botum, notuma denk değildi. Notumda, "Bir daha asla" demiştim. Botum ise yolun beni yürüdüğü kadarıyla onun da benimle hep ardımdan gelmesini istiyordu. Bulvarın sonundaki ışığı görür görmez gökyüzüne kaldırdım başımı. Eski bir şarkı çalıyordu kafelerden birinde. Saat, gecenin bilinmezi yirmi geçtiği bir yerlerde...

Evime doğru yürüdüm. Evim, benim olmasa da yuva kokusu almaya çalıştığım bir barınak, korunaktı işte. Kapıyı kapattım. Başına neler geldiğini düşünen çaresiz bir duvar gibi. Badanasının yapılmasını bekleyen ve yenilenmeyi arzulayan bir duvar gibi. Hangi renk olacağına bir türlü karar verememiş bir duvar gibi.

Bu kez daha adım atarak başlamadan yürüyüş rutinime, bir peri edasıyla vızıldadı kulağımda. Gördüm, çok güzeldi.

"Gitmeyecek misin?"

"Asla. Çünkü sen gitmemi istemiyorsun."

Uçuyordu başımın etrafında. Avucumu açtım. Avucuma kondu.

"Gitme zaten..."

"Sen de bana küsme bir daha o zaman. Her şeye, herkese küssen bile bana küsme..."

"Yaralarımı sen sarabilirsin ilham..."

"Ben senin ilham perin değilim artık."

"Nasıl yani, hani gitmiyordun?"

"Gitmiyorum, ben artık sen oluyorum ki bir daha asla benden ayrılmayı, yazmamayı, kalemini, ruhunu terk etmeyi düşünme."

"İlham perim seni çok seviyorum" dememe kalmadan ruhumdan içeri sızdığını hissettim.

Betonlaşmış, kâh kumlu olan bir yere geliyordu ruhumun derinliklerinde nice savaşlar vardı.

Aynadan baktığımda perili gülüşümle çok güzel göründüğümü fark ettim. Odama çekildim, bilgisayarımı açtım ve başladım yazmaya; artık istesem de duramazdım...


28 Ocak 2020 4-5 dakika 77 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar