İlkbaharda Geleceğim

Liseden sınıf arkadaşıydılar. Siyasal mücadelenin, anarşiye dönüştüğü, yetmişli yılların ortasıydı. Yurdun dört bir yanında, fabrikalarda grevler yapılıyor, resmi dairelerde işler yavaşlatılıyor, insanlar, siyasal görüşleri nedeni ile sokak ortasında acımasızca ve sorgusuzca öldürülüyordu.
İki sevgili olmaları gereken yaştaydılar. Fakat, gergin siyasi ortam, onlara, bunu yaşama şansını vermiyordu. Kız, sınıfın güzelleri arasında anılırken, dişlerinin beyazlığı ve saçlarının parlaklığı, kimsenin dikkatinden kaçmıyordu. Oğlan ise, ağırbaşlı ve duygusallığının yanı sıra, devrimci kişiliği ile de tanınıyordu. Okulda verilen devrimci mücadele, çevresinde, kendisine ilgi duyan kızları fark etmesini engelliyordu.
Bir gün, okul çıkışında birlikte Kızılay'a gittiler. Bir süre gezdikten sonra, caddeden karşıya geçerlerken, kız, adeta kendisini fark ettirmek istercesine oğlanın elini tutuvermişti. Öylece gezdiler bir süre. Aslında fırsatını bulsa, anlatacağı çok şey vardı kız arkadaşına. Ama bir türlü o fırsatı bulamıyordu. Belki de o cesareti gösteremiyordu. Devrimci arkadaşları arasında, her iş bitmiş de, sıra gönül meselelerine gelmiş gibi değerlendirilmekten çekindiği için, duygularını bastırıyor, her şeyi erteliyor, zamanın akışına bırakıyordu.
Günlerin nasıl geçtiği anlaşılamadan, yıl sonu gelmiş ve liseden mezun olmuşlardı. Artık mücadele üniversite sıralarına taşınacaktı. Liseden mezun olduktan sonra bir daha hiç karşılaşmadılar.
Fark edilemeyen ilgiler, yarım kalan ilişkiler, yaşanamayan aşklarla, yetmişli yıllardan, iki binli yıllara gelinmişti.
Yirmi beş yıl sonra telefonun öbür ucundaki ses, "merhaba, beni tanıdın mı ?" diye sorduğunda, dünya bir an için durmuş, adını söylediğinde ise, yeniden dönmeye başlamıştı sanki. O geçen sürenin ne kadar olduğunu hatırlayamamıştı o an. Sesi hiç değişmemişti. Kısa telefon görüşmesinin ardından, ahizeyi elinden bırakırken koltuğuna yaslandı. Gözü, duvarda tam karşısında asılı duran takvime takılmıştı. Takvim, şubat 2002'i gösteriyordu. Önünde duran hesap makinesine 2002 yazarak, gözlerini bir kaç saniye kapattıktan sonra,1977 yılında liseden mezun olduğunu hatırlayıp, aceleyle 2002 den 1977 yi çıkarttı. Çıkan sonucu beğenmemiş olacak ki, yeniden hesaplamayı denediğinde, makineyi eliyle ittirip, "yirmi beş yıl" diye mırıldandı.
Aceleyle yerinden fırlayıp, lavaboya giderek, aynanın karşısına geçip, bir süre, ağaran ve dökülen saçlarına bakarak, aynalardan hesap sorarcasına, aynı kelimeleri tekrar edip duruyordu."Yirmi beş yıl", "yirmi beş yıl"...
Aynı günün akşamıydı. Kapıyı açarak içeri giren güzel bir bayan, bir kez daha "merhaba, beni tanıdın mı ?" diyordu. Uzun yıllar görüşmedikleri için, merak edip, iş çıkışında evine dönerken uğramış. Kocası arabada beklediği için oturmak istemedi. Ayakta, birbirlerini süzerek bakıştılar. Uzun yılların sorgulayıcı bakışlarıydı sanki. Her ikisi de, birbirlerine söyleyeceklerini bakışlarında bulmuşlardı adeta. Çok kısa süren konuşmadan sonra, tekrar görüşmek dileğiyle vedalaştılar.
Bir iki hafta sonra oğlan kız arkadaşını telefonla aradı. Arama sırasının kendisinde olduğunu ve nezaketen araması gerektiğini düşünmüştü. Uzun yıllar görüşmedikleri için, konuşmaları daha ziyade soru-cevap şeklinde geçiyordu. En çok ta kız soruyordu. Sorma değil, sorgulamaydı sanki. Oğlan kendisini sorgu hakimi karşısında hissetti birden. Daha dikkatli cevap vermeliyim diye düşündü o an. Tam görüşmeyi bitirmek isterken, kız arkadaşı, iş yerine de uğramasını isteyerek, kahve içmeye davet etti.
-"Tabi, bir ara uğrarım" diye cevap verdi oğlan.
-"Ne zaman uğrarsın ?" diye sorunca, karşısında durak takvime şöyle bir bakıp, şubat ayının son haftası olduğunu görünce, espri olsun diye,
-"İlkbaharda gelirim" cevabını verdi. Ne demek istediğini anlayamamıştı ve birden bozuldu o an. Bir mevsim çok uzun gelmişti ona sanki. Kedisi ilk konuştuğu günün hemen akşamında gelmişti de, onun gelmesi için bütün bir kışın geçmesini beklemenin ne anlamı olabilirdi ki ? Kısa bir açıklamayla, bir hafta sonra mart ayına girileceğini hatırlatınca, espriyi anlayarak, birlikte gülüşerek vedalaştılar.
İlkbahar gelmişti gelmesine ama, uygun bir gün arıyordu ziyaretine gitmek için. Bir kaç gün düşündü uygun gün üzerinde. Nasıl uygun bir gün ? Neye göre uygun bir gün olmalıydı ?
Güzel bir ilkbahar günü olmalı diye düşündü içinden ve bu düşüncesini mırıldandı kendi kendine. "Güzel bir ilkbahar günü". Hatta, ilkbaharın en güzel günü olmalıydı o gün. Ve beklemeye başladı en güzel gününü ilkbaharın.
Mart ayı bitmiş, nisan ayının sonlarına yaklaşırken, günlerin birbirinden daha güzel gelmeye başladığını görüyor ve yavaş yavaş gitmeyi planlıyordu. Hatta, küçük bir de sürpriz yapmak istiyordu. Onu da hazırlamıştı. Sürpriz, hayatında hep, var olmasını istediği bir şeydi oğlanın. Bir kaç mısradan oluşan bir şiir yazmıştı onun için. Çiçekçiden bir çiçek siparişi verip, yazdığı şiiri de üzerine takıp gönderecek ve ertesi gün de ziyaretine geleceğini bildirecekti.
Sabahleyin iş yerine gittiğinde , öğleden sonra çiçek siparişini vermeyi planladı. O sabah, göndereceği şiiri defalarca okudu. Tam bu sırada, kız arkadaşı, bir başka arkadaşıyla birlikte ona gelmişti. Oğlan, karşısında onları görünce çok şaşırmış ve çok canı sıkılmıştı. Ne olurdu saki, bir gün sonra gelseydi diye geçirdi içinden. Sitem ederek girdi kız arkadaşı içeriye.
-"Hani ilkbaharda gelecektin" diyerek.
-"İlkbahar henüz bitmedi ama" diye cevap verdi ona canı sıkılarak.
-"En güzel gününde geleceğim ilkbaharın" diye ekledi arkasından. Kız ise,
-"Sen kaçırdın en güzel gününü ilkbaharın" diyince, içinden ılık bir şeylerin aktığını hissetti oğlan. Kalbinin duracağını hissetti o an. Geçerken, ayaküstü uğramışlar ve hemen gittiler oturmadan. Tekrar, büyük bir çarpıntıyla yeniden çalıştığını hissetti kabinin.
Kız arkadaşının söylediği son söz, balyoz gibi inmişti yüreğine. "Sen kaçırdın en güzel gününü ilkbaharın"... Hemen koltuğuna oturup, "gerçekten kaçırdım mı ?" diye mırıldandı kendi kendine. Masanın üzerindeki kalemi alıp, önünde açık duran ajandasına, "sen kaçırdın en güzel gününü ilkbaharın" diye yazdıktan sonra, öylece baka kaldı gözünü ayırmadan ve devam etti yazmaya.
Bütün büyüsü bozuldu,
Soldu tüm çiçekleri ilkbaharın
O bir çift söz ile...
"Sen kaçırdın en güzel gününü ilkbaharın."

Sonra fersiz gözlerle okumaya başladı, çiçekçiyle göndermek için yazdığı şiiri...

İLKBAHARDA GELECEĞİM

Söz vermiştim hani,
İlkbaharda geleceğim demiştim ya sana,

Günlerce bekledim
En güzel gününü ilkbaharın
Senin için.

Bir sabah, çiçek açtığını gördüm ağaçların,
"Güzel bir gün" dedim içimden.
Ama sana gelecek kadar değildi,
Daha güzel olmalıydı o gün
En az senin kadar.

Anladım ki, gelmeyecek o güzel gün.
Bekle beni, yarın sana geleceğim.
Çünki sen, çok daha güzelsin
En güzel ilkbahar günlerinden.

02 Ocak 2010 7-8 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (5)
  • 14 yıl önce

    bir kuşağın anıları gözüyle okudum.nice öykülere...

  • 14 yıl önce

    yüreğine alemine sağlık can abim

    👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍

  • 12 yıl önce

    Çoookkkk güzeldi hocam içim burkuldu, ne yalan söyleyim biraz da gözlerim buğulandı.

    Demek bu yüzden derler hep anı yaşa bu günü yaşa yarın belkide çok geç olacak diye 🙂

    Anlatım okadar hoş, okadar akıcı ve duru ki okudukça uzasın istedim ve içimden ne olur sonu iyi bitsin dedim. Ama iyi bitmedi..... Her zaman ki gibi geçen mevsim hep bahar olurmuş.

    Tebriklerimle...

  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20ud83eudd20

  • 7 yıl önce

    Çok teşekkür ederim Sermin hanım... :)