İnanç

Bursa'da, Tophane'deki bir bankta bir süre oturup, etrafı seyrederken; babam, Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemimde karşılaşılan güçlüklere, rehber şahsiyetlerden Şeyh Edebali Hazretleri'nin nasıl müdahale ettiğini, Beyliğin İmparatorluğa dönüşme müjdesini vererek, Osman Bey'i nasihatleriyle ne güzel yönlendirdiğini anlatmıştı:

_ 'Şeyh Edebali, Karamanlı, Şam'da tasavvufi eğitim görmüş, Tefsir ve Hadis ilmi almış, özellikle İslam Hukuku konusunda ihtisas yapmış, buradaki türbede yatan padişahı yetiştirmiş bir evliyadır. Eskişehir yakınlarında İtburnu Köyü'ndeki zaviyesinde öğrenci yetiştirmekte, Osman Bey de kendisinden ders almaktadır.

Örencilerine; yerleşik düzene geçmelerini, israf yapmamalarını, kendilerine kalan mirası en iyi şekilde değerlendirmelerini, topraklarını ağaçlandırmayı ve onlara en iyi şekilde bakmayı, Kur'an okumayı ve Hadis öğrenmeyi, öğrendiklerini başkalarına öğretmelerini tavsiye etmiş ve âlimlerin ölmeyeceklerini söylemiştir.

Yıl, bin iki yüz yetmiş yedi... Bir gün Osman Bey, o zaviyede bir rüya görür ve hocasına anlatır:

_ 'Efendim, bu gece bir rüya gördüm. Düşümde, sizin koynunuzdan bir ay çıkıp, koynuma girdi. Göbeğimden bir çınar çıktı, dünyayı kapladı. Gölgesinde, dağlar, nehirler ve birbiriyle kaynaşan insanlar vardı.' der. Şeyh Edebali Hazretleri de bu rüyayı:

_ 'Babandan sonra Bey olacak, kızım Mal ile evleneceksin. Sizin asil soyunuzdan çok padişahlar dünyaya gelecek. Devlet kuracaksın. Sülbünden gelenler, pek çok devleti egemenlikleri altına alacaklar ve devletinin sınırları üç kıtaya yayılacak.' diye tabir eder.

_ 'Babacığım, Mal, nasıl bir isim? Hiç duymadım.' dedim.

_ 'Onun asıl adının Rabia Bala olduğu söylenir. Mal Sultan'ın da Ömer Beyin kızı olduğu rivayeti var.' dedi ve devam etti:

_ 'Gerçekten de on dokuz yaşındayken onun kızıyla evlenip, damadı olur. Orhan Gazi doğar. Babası Ertuğrul Gazi ölünce, yerine Osman Gazi geçer ve Türk Birliğini sağlayarak Osmanlı Devleti'ni kurar. Sonra da bildiğin gibi onun soyundan gelen padişahlar, devleti İmparatorluk haline getirirler ve dünya hâkimiyetine doğru giderler. Fakat bu iş kolay olmaz. Bir Bey, kolayca Padişah olamaz. Arkalarında sapasağlam zatlar vardır.
Mesela Şeyh Edebali'nin, Osman Bey'e yapmış olduğu nasihat, çok ünlüdür.'

_ 'Merak ettim, babacığım, neler demiş?'

_ 'Tam olarak ezberimde değil ama aklımda kalanları özetleyeyim: 'Ey oğul! Uysal ol, hoş gör, gönül yap, adaleti elden bırakma, affetmeyi bil! Bütünle, uyar, gayrete getir!' diye nasihat etmiştir. Siyasete atıldığım için son kısmını ezberlemiştim: 'Ey oğul! Sabretmesini bil! Vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın! İşin ağır, çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun!'

_ 'Hepsi bu kadar mı baba? Koskoca bir devleti yönetmek için bu kadar nasihat yeter mi?'

_ 'Bu kadar değil tabi. O bir İlahiyatçı idi. Ona, Allah'ın emirlerinden çıkmamasını, cihat etmesini, askerine iyi muamele etmesini, halkını aç ve açıkta bırakmamasını ve tebaasına zulmetmemesini, dirayetli olmasını, nefsine yenilmemesini, sükûnetle doğru kararlar almasını, hakkını aramasını, söylemiş. Kim bilir daha neler tavsiye etmiştir. Bir kere Kur'an'ın tamamını tavsiye etmiştir ki zaten Allah'ın emridir. Bir de hadisler var. Onlar da bir nevi, ayetlerin açıklamaları... Bir hükümdarın öyle büyük sorumlulukları vardır ki güç yetirebilmesi sadece Allah'ın yardımıyla mümkündür! O nedenle Osmanlı Padişahları, dine çok önem vermişler, rehber şahsiyetlere son derece saygı göstermişlerdir. Çünkü her birinin arkasında ulema vardır.'

_ 'Nasıl yani? Ulema derken, dini konularda âlim olanları mı kastediyorsun? Yoksa bilim adamlarını mı?'

_ 'O zamanlarda böyle bir ayırım yoktu ki! Âlim denince akla, ilk önce dinini bilen kişi gelirdi. Dinini bilen kişi, ilim Çin'de de olsa arayıp bulması gerektiğini de bilirdi. Sen zannediyor musun ki onlar, sadece Kur'an okuyup namaz kılıyorlardı? Onlar, her Müslüman gibi ibadet ediyorlardı ama Kur'an'da ne denilmek istendiği konusunda da kafa patlatıyorlar, pozitif ilimleri de öğrenerek ayetleri daha iyi anlamaya çalışıyorlardı. Fen, matematik, edebiyat, tıp gibi ilimlerle meşgul olanlar da kendi alanlarında ilerleyebilmek için ayetlerden ve hadislerden faydalanıyorlardı. Mesela, Fatih'in yetiştirenlerden Ak Şemsettin, bir hadisten yararlanarak, Pasteur'den dört asır önce mikrobu bulmuş, onu ?gözle görülemeyecek kadar küçük canlı tohumlar' olarak tanımlamıştır. Fakat Tıp Literatüründe adı geçmez. Ayrıca, kanser araştırmacısıdır. Onlar, askerlik ve savaş konularında milimetrik hesaplamalar yaparak başarının temelini atan üstün iman ve zekâ sahipleridir. İstanbul nasıl fethedildi? Kimin aklına gelirdi, gemileri karadan denize indirmek? Fatih'i eğitenler, her konuda kendilerini yetiştirmiş kişilerdi.'

_ 'Ben, iman olmayınca, başarının olamayacağını düşünüyorum. Karakter oluşumunda da inanç çok önemli, öyle değil mi?'

_ 'İnanmayan güvenemez, başaramaz tabi ki!'

_ 'İki dizelik İMAN isimli şiirimde:

'Karakteri kuvvetli doğmuyor insan
.Kişiliği güçlendiren, güçlü iman...' yazmıştım.'

_ 'İman ile başarı arasında çok kuvvetli bir ilişki vardır. İmanı güçlü olan kişi, arkasına Allah güvencesini alarak yola çıkmıştır. O, öyle bir kuvvettir ki gücüne güç kadar. Biz bazen buna nur diyoruz. İlahi ışık... Ya da Allah'ın yardımı diyoruz.'

_ 'Ben de dualarımda: 'Elini üstümüzden, sevgini gönlümüzden alma Ya Rabbi!' diyorum. Onun varlığını hissetmezsem, hiçbir şey yapamayan, aciz bir zavallı gibi hissediyorum kendimi. Hani ışık verir ya güneş. Her şeyi yaparız rahatça, her yere gideriz, güvenle, dünyamız apaydınlıktır. Aniden batıverdiğini düşün... Nasıl oluveririz? Ne kadar güvensiz... Adım atamaz oluruz. Onun gibi...'

_ 'Teşbihte hata olmaz. Her türlü benzetme zayıf kalır. Bir an uyusa, uyuklasa kıyamet kopar! Sen zannediyor musun ki yaratığını korumasız bırakır? Kâfirine kadar her an destek vermekte, nimetlerini yağdırmakta! Kimseden elini bir an çektiği görülmemiş!'

_ 'Can verirlerken de mi? O anda çekmiş olmalı ki ölüyorlar.'

_ 'Yanılıyorsun, Semiray. O kadar meal okudun, nasıl unutursun, kızım? Bir ayette, yaklaşık olarak şöyle deniyordu: 'Haydi, çıkmakta olan canı geri çevirsenize! Ona siz mi yakınsınız, biz mi?' hatırlamış olmalısın.'

_ 'Hatırladım. Hatta bir keresinde bu ayeti beraber açmaya çalışmıştık. Ben demiştim ki: 'Allah her yerdedir. O anda nasıl yakın olur? Yaratılan değildir, mekânı yoktur. Mekânı da yaratandır. Yeri, zaten Mümin'in kalbidir. Ondan uzak mıdır ki daha yakınında olsun?' Sen de demiştin ki: 'Kastedilen yakınlık, mesafeyle ilgili değil. Kurbiyetten bahsedilmekte. Kişilerin, ölüm karşısındaki çaresizliklerine ayna tutulmakta; kibirlenmemeleri, böbürlenmemeleri gerektiği, çünkü Allah'ın kudreti karşısında son derece aciz oldukları ispatlanmakta ve imana davet edilmektedirler.'

_ 'Bazı insanlar Firavunlaşmış. Onu helak eden, kibri oldu. Bir kere secde etseydi, kurtulanlardan olacaktı. İnsan, ne kadar güçsüz yaratıldığına bakmaz, Yaratan'ına baş kaldırır.'
_ 'Öyle ya baba... Bak, bugün Ramazan orucu tutuyoruz, seferi sayıldığımız halde. Bir gün bile açlığa, susuzluğa dayanamıyoruz. Birkaç dakika nefes almadan kalamıyoruz. Allah bizi bu kadar ihtiyaç sahibi olarak halk etmiş. İsteseydi, nefes almaz, yemez içmez olarak yaratırdı. Melekler öyle, mesela. Onu bulmamız ve sonsuz gücü karşısında aczimizi bilip, boyun eğmemiz, Rab olarak kabul edip, secde ederek, benliğimizi sıfırlamamız ve yakarışlarımızla teslim olup, koruyuculuğuna sığınmamız için...'

_ 'İman etmemiz için... İnsan acizdir. Üç kıtaya hükmetse de kuldur. İnsanlar bey olur, paşa olur, padişah olur, evliya olur, peygamber olur. En yüce makam, kulluk makamıdır!'

***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

07 Temmuz 2010 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar