İntikam

Orman kanununun hüküm sürdüğü Giritli mahallesinde kafamdan aşağıya kan indiren iki acımasızdan birisi adımı duyar duymaz sokaktan içeriye kaçıp, annesinin eteğinin altına saklanarak gözlerini kapatıp uyurken, diğeri benden üç yaş büyük olan Karaferye göçmeni Gülpembe rahatça, elini kolunu sallaya sallaya ortada dolaşmaktaydı ve bu durum evimizin cadısı ablamın fena halde gururuna dokunmakta, her fırsatta kan revan eve gelişimi, kafamın arkasındaki yarığı hatırlatmakta, intikam ateşleri içinde kavrulmakta ama on yaş küçüğünü dövmeyi gururuna yediremediği için devamlı beni fişekleyip durmaktaydı.

'O senin kafanı yardı. Arkandan acımasızca taş attı ve ensene kadar kan süzüldü. Haydi orada beyin kanamasından ölseydin! O kim oluyor benim kardeşimin kanını akıtacak? Utanmaz Karaferyeli! Kanını onda bırakırsan benim kardeşim değilsin! Tamam mı? O kanın aynısı ondan da akacak! Dediklerimi yapmadın. Alıp taşı kafasını patlatmadın, değil mi? Korkak! Seni dövsünler, öldürsünler, hakkını arama!.. ' demekteydi.

'Ama abla! Ben daha beş buçuk yaşındayım. O sırık gibi kız. Görmüyor musun, boyu ne kadar? Benden üç yaş büyükmüş.' diyordum, parmaklarını üç yapıp. 'Hem o zaman benle oynamaz. Ben kiminle oynayacağım sokağa çıkınca?'

'Açıkça vursan, duymaz bile! Taş atsan da ya isabet eder ya etmez. Sen o kanı hileyle akıt! Ne yap biliyor musun?'

'Ne yapayım?'

'Onun kulaklarında altın küpeleri yok mu?'

' Var. Ne olacak?'

'Bak, bu parmağın var ya, bunun adı ?işaret parmağı'... Oyun oynarken bir dengine getireceksin, bu parmağını onun küpesinin halkasının içine sokacaksın ve aşağıya indireceksin! Küpeden parmağını çıkarma! Kulağı yırtılsın, aşağıya kadar yirilsin! Bunu da yapamazsan, bir daha yüzüme bakma! Senin gibi sümsük kardeşim yok benim!'

Aklıma yazdım. Sümsük mümsük de değildim ben. Benim de gururum vardı. Ondan dayak mı yiyecektim? O taşı, o kanı unutacak mıydım? Damarlarından çekip alacaktım hakkımı! Yeter ki onu yalnız yakalayayım! İlk fırsatta hakkından gelecek, ablama da sümsük kimmiş gösterecektim! Hayatımda iki taş isabet etmişti kafama. İkincisi buydu ve sonuncusu olmalıydı! Gelen taşlardan sakınmayı da öğrenmiştim.

Çok geçmedi. Bir gün ya da iki gün... Daha önce olurdu belki de oyuna dalıp unutmuşumdur da ondan gecikmiştir. Aklına geleni anında yapmayı seven biriyim.

Sonbahardaymışız. Aylardan eylül, günlerden salıymış. Salı sallanırmış. Küpeler sallanıyordu. Onların evinin önünde oynuyorduk. Bir punduna getirip işi bitirmeliydim. Ablam hiç aklımda yokken içimde beni sıkan o kötü duyguyu onluk paslı çiviyle beynimin en hassas yerine çakmıştı. Yapmasam çıldıracaktım!..

Allah'ın bir esması da Müntakim'dir. İntikam alan... 'Hiçbir mahlûkta tezahür etmedim, insandan tezahür ettiğim kadar.' diyordu. O duygu yaradılışımda içimde vardı mutlaka, uyur vaziyette kalbime çöreklenmişti ve ablamın uyandırdığı o yılan, boğazıma dolanmış, büyük bir zevkle gırtlağımı sıkmaktaydı!..

Yine oyundan çıkmış, eve gidiyordum, Gülpembe arkamdan taş atmıştı, keyfi. Kafamı yardığında sersemledim, sarsıldım ama düşmedim. Dönüp arkama baktığımda, kıs kıs gülüyordu, isabet ettirebildiği için. O sadece bir taşla hedefi vurduğu için seviniyordu ve benim canımın acıyıp acımaması, kanımın akıp akmaması, gururumun kırılıp kırılmaması umurunda değildi. Onun için sevinç ve mutluluk olan bu olay, benim için çok acı ve aşağılayıcıydı!

O gün eve gidince, ablam banyoda saçlarımı yıkarken çok canım yanmıştı. Çıkınca da tentürdiyot yakmıştı ve her tarandıkça tarak oraya değecek diye aklım gidiyordu! Buna rağmen o kızdan intikam almayı düşünmüyordum. Yakın komşuyduk. Sık sık yüz yüze bakıyorduk. Sadece eskisi gibi sevemez olmuştum. Bu olayı annem ona ve annesine söylediğinde annesi çok üzülmüş, defalarca özür dilemiş, kızını azarlamış, bir daha yapmamasını söylemiş hatta beni koruma görevini ona vermiş:

' O senin kardeşin. Benim en yakın komşumun kızı. Hem küçük, sen ablasın. Çok ayıp, günah!' demişti.

Aradan aylar geçtiği halde ablam asla unutmamış, hoş görüyle karşılamamış, içinde kini biriktirip mayalamış, intikam duygusu olarak bana aşılamış, çaldığı maya tutmuştu.

Ablamın şeytani yönü ne kadar fazlaysa, annemin melek yönü o kadar çoktu. Annemde, Mevlana'ca bir hoş görü duygusu vardı, ablamdaysa aksine kin, nefret ve öç alma hissi... O kadar güzel bir kızdı ki kimse o tür duyguları ona yakıştıramazdı!

Sarışın, beyaz tenli, açık kumral saçlı, sarı ela gözlü, yüz ve vücut hatları son derece güzel, elli üç santim belli bir kızdı. Saçları kendisi gibi inatçı, pırasa gibi dümdüzdü. Saçlarını, başını öne eğerek tarıyor, tepede topluyor, yüz hatlarını gerdirip, gözlerini Japonlar gibi çektirerek lastikle sımsıkı bağlıyordu ve lastiğin çirkinliğinin görünmemesi için üzerine kurdele bağlıyor veya saç tokası takarak onu gizliyordu. Alnının iki yanındaki birer tutam perçem, incecik, çekik ve kalkık kaşlarının üstüne düşüyordu.

Burnu küçük ve kalkık, dudakları ince ve kalın değil, tam olması gerektiği gibi, dişleri inci gibi, küçük, muntazam ve bembeyazdı. Gözleri büyük sayılamazdı. Dalgın, donuk; daha çok kötü duygu ve düşünlerin etkisiyle kaşlarını çatarak, sinirli ve öfkeli bir şekilde bakardı.

Ben kumraldım. Güneşte gezmekten marsığa dönmüştü yüzüm, kollarımın ve bacaklarımın açıkta kalan yerleri. Doğduğumda saçlarım kıvır kıvır simsiyahmış, kömür gibi. Gözlerim de üzüm gibi kara zeytin gibi... Güneşin etkisiyle mi, genetik mi? Giderek saçlarımın ve gözlerimin rengi açılmış ki aynaya baktığımda koyu kahverengi saçlar ve gözler görmekteydim. Gözlerim, ortaokula giderken açık kahverengi oldu. Şimdi, güneşte yosun yeşili, gölgede ela.

Yaradılıştan kaşlarım ince. Giderek ablama benzemekteydim. Tipik özelliklerimiz aynı... O benden biraz uzun.

Ablam, kıskanılacak gibi güzel! Bense kıskanmayı bilmeyecek kadar küçüğüm. Hem onu o kadar çok seviyorum ki kalbimdeki ona ait bölümde, sevgisinden başka duyguya yer yok! Annem:

' Büyüklerin sözü dinlenir! O büyük! O bilir! Büyükler haklıdır!' diyor.

Dediklerini aynen yapacağım. Mutlaka yapacağım! Görsün bakalım sümsük kimmiş! Cesur değil miymişim? Korkak mıymışım?'

'Haydi arka tarafta oynayalım!' dedim onu evin arkasına çektim. Ön tarafta olmaz. Annesi, ablası var. Arka tarafta yaparım, oynarken olduğunu zannederler. Ya da nasıl yaptığımı, yani kasten asıldığımı görmezler. Oynarken kazara olduğunu zannederler, Gülpembe söylemez mi doğrusunu? Söyler, söylemesine de belki işin içinden sıyrılabilirim.

'Sen de benim kafamı yarmıştın!.. Oh!.. İçim soğudu!..' demem. Dersem, misilleme yaptığım belli olur.

Acaba küpe çekmekle kulak yırtılır mı? Yırtılır herhalde. Ablam öyle dedi. O büyük. Büyükler her şeyi bilir. Hem ablam:

'Annesi onun kulağını yeni deldi. Yara kapanmamıştır daha.' demedi mi? Bir de sıkı sıkı tembihledi:

'Parmağını çıkarma, indir aşağıya!..' Tam cesaretlenmişken... İşte küpe ışıl ışıl... Halkası da bol... Parmağım, işaret parmağım incecik...

'Nasılmış senin küpen öyle? Bir bakayım!' diyerek parmağımı taktığım gibi ağağıya indirdim, kulak memesini yırttım! Küpe elimde kaldı. Kan boynundan aşağıya indi.

'Nasılmış? Oh! Canımda da değsin!' dedim ama içimden.

'A!.. Küpen çıktı!' diyerek sağ küpesini sağ eline verdim.

Ağlayarak evinin önüne dolandı. Ben kaçmayı bilmem. Başıma ne gelecekse razıyım. Onu öğretmediler, 'Kaç!' demediler. Olduğum yerde kaldım. Arka tarafta bir feryat da anasından koptu.

'Küpesi çıktı.' dedim. 'Elimde kaldı.'

Çıkmıştı ya... Elimde kalmıştı. Yalan mıydı? Ancak başka biçimde çıkmıştı. Kaza süsü vermeliydim. Ona aklım eriyordu. Delikten aşağıya iki parça kulak memesi... Annesi birleştirmiş. Nasıl bağlamışsa... Kanıyla sararsa, yapışırmış. Onu kim dikecek? Tavşanın iki kulağı yukarda; Gülpembe'nin kulak memesi iki kulak gibi aşağıda... Allah birleştirirmiş. Yara gibi kapanırmış ama izi kalırmış. Benim kafamdaki de kapandı. Tararlarken artık acımıyor.

'İzi kalır mı?' diye sordum. Annem:

'Kalsın. Saçlarının altında, yarım santimlik çizik... Kim görecek? Bak, burada dönerin de var!' dedi.

'Döner ne demek?'

'Saçlarının çıkmaya başladığı, döne döne çıkan saçların ortasındaki mercimek kadar saçsız yer. Sanki ayçiçeğinin ortası gibi... Hani erkek çocukların kafalarında saçsız bir yer olur ya... Oradaki saçlar dik durur; yatık, dönük... Bazılarında iki tane bile oluyor. Dikkat edersen görürsün.'

'Herkeste var mı?'

'Herkeste var. Yara izin aynı onun gibi, ondan da küçük...' Gülpembeninki iki taraftan da görünecek. Ablam dedi ki:

'Annesi ona altın küpe almış. Kulağını deldi, taktı ama sen onun kulağına öyle bir küpe tak ki kulağına küpe olsun, bir daha da kimsenin çocuğunun kafasını yarıp, kanını ensesine akıtamasın!'

Kulağına küpe... Eline küpe... Günlerce kulağına elletmedi. Küpe de takamadı. Annesi, yara iyileşince kulağını tekrar deldi. Yeri, daha güçlü bir epitel dokuyla kaplandığı için tekrar delinirken daha çok acı çekti. Ne olursa olsun. Bana ne? Ablam dedi ki:

'Hıristiyanlıkta sağına tokat atılırsa sol yanağını da çevirmek ve ona da vurmalarını beklemek öğütlenmekte, İslamiyet'te kısas var. Sana yapana yapacaksın! Bire bir hakkın var.'

Annem de dedi ki:

'Allah: 'Kısas hakkınız var ama eğer hakkınızı almaz, arkasından önünden konuşmaz, bana havale ederseniz, tam on mislini alırım!..' diyor. Allah kimsenin hakkını kimsede bırakmaz! Kullarının müdafaacısıdır.'

Gülpembe'nin annesi iki atlı bir yayan bize geldi:

'Komşucazım, Semiray bak ne yapmış, Gülpembeye! Allah'tan reva mı?'

'Ne yapmış?'

'Kulağını yırtmış.'

'Nasıl olur?'

'İşte! Bak, küpeyi vermiş eline. Asılmış, koparmış kızımın kulağından! Küpelerini kıskanmış.'

'A! Çok kötü bir şey yapmış, Eşman Hanım. Ben ona sorarım!.. Semiray!.. Ne yaptın sen Gülpembeye? Gel buraya bakayım!'

'O da benim kafamı yarmıştı. Ablam dedi, ben de yaptım. Hakkım vardı, aldım. Oh da ne düzel oldu! Yapmasaydı!' demek istedim, demedim. Ablamı ele vermedim. İçimdeki yılan teskin olmuştu. Artık sıkıntım kalmamıştı ki! İntikamımı almıştım. Ablamın sesi kulaklarımdaydı. Hak sahibiydim ben.

'İntikamını alacaksın!.. Hakkını onda bırakmayacaksın!..'

Hak elle tutulmuyormuş, ondan ona verilip alınmıyormuş. Bu işin adı intikammış. Kısas, bire bir misilleme yapma işiymiş.

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

29 Ocak 2011 10-11 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 13 yıl önce

    Tam olarak içimden geçeni söylersem, biraz korktum. Küçükken sokakta çok oynuyorduk, başımızın yarıp eve gelmemiz sıradan bir olay oluyordu. Hele birinde hiç anlamamışım başıma taş geldiğinde, eve girip elimi başıma bir sürdüm, sıcaklık geldi. O zaman seslendiğimi hatırlıyorum anneme. Roller çok güzel dağıtılmış, sanki bir denge kurulmuş. Zevk aldım okurken tebriklerimle