İpek İran Halısı
Umut'un kulakları uğulduyor. Umut'un gözleri kararıyor. Umut'un içindeki kanyondan havalanan kuşların kanatları dökülüyor. Kuşlar kanatsız uçamazki Umut. Peki ama Umut nereye doğru yuvarlanıyor?
Yine her zamanki gibi evine sabaha karşı gelen Umut, Yarı karanlık yarı bulanık ortamda aklına zorla takılan yüzleri düşünmeden edemiyor. 'Zahidem' türküsünde bile göbek atmaya çalışan kızlı erkekli gruplar...Topunu bağıra çağıra bardan çıkarıp evlerine kovmak istese de işte hepsi buradalar. Bütün hikayeleri; tüm tortulanmış korkuları, hayalleri, endişeleri, hortlamış yanlarıyla, ruhlarının tüm ağırlığı ile salonun; sakız gibi örtülerle koruma altına alınmış koltuklarının üstündeler. Dıştan içe doğru bir kirlenişin sorumlusu bu davetsiz istenmeyen misafirler. Gidin dese gitmeyecekler. Eksik ve kirli ruhların zihninde yer etmemesi bu şeytan çarpmasını andıran gereksiz meşguliyetten kendini arındırmak için bulduğu sihre sarılıyor Umut. Her gece yaptığı ritüele başlıyor...
Umut'un kimyasal karışımı hazır. Umut'un kolları güçlü. Umut kararlı. Camlar, halılar, kapı kolları, banyo, tüm iç ve dış yüzeyler elden geçmeliler. Umut bütün pisliklere karşı. Umut yorgun; hafızasız, öfkesiz, nötr. Son aklında kalan genzini yakan amonyak kokusu. Umut uykuda...
Rüyalarının beni karşılıyor Umut'u her zamanki sevecenliği ile. Sağ eliyle tokalaşırken, sol eliyle sımsıkı kavrıyor bileğinden. Sahip olduğu tüm gücü geçirmek istiyor sanki yerle gök arasında sürünen Umut'a. Topuğundan dahi vurulamayacak bir Aşil olsun istiyor yada saçlarının kesilmesinden sonra bile ölmeyecek Samson yada saflığından ve gücünden vazgeçmeyecek Enkidu... Bu sefer onu ne yüce bir dağın tepesine, ne bir bulutun üstüne, nede bir kartalın kanadına oturtuyor. Dere kenarında bir salkım söğüdün dibine çökmesi için omzuna usulca dokunuyor. Bu iki ayrılmaz dost, derenin sesini dinleyerek söğüdün kokusunu içlerine çekiyorlar ve çekinerek göz göze geliyorlar. İkisinin ağzından da tek kelime çıkmıyor. Artık sadece susuyorlar.
Her sabah şehir aynı şekilde uyanır aslında. Saat 5 gibi belediye otobüsleri seferlere başlar. Ardından kargalar ve diğer kuşlar uyanarak sabahı selamlar. Sonra şehir hatları vapurları yolcularına seslenir. Evlerin perdeleri açılır bir bir. Ve insanlar evlerinden dışarı fırlar. Ama rüya görenler için her sabah başka sabahtır. Uzun bir yolculuktan dönmüşçesine yabancı yabancı bakarlar tavana, yatağa, odaya. Umut içinde her uyanış uzak bir seferden dönüş gibidir. Melankolisini atması için yukarıdaki komşuyla bir kere dalaşması gerekir. Bir sabah; hayatında ilk defa üstündeki melankoliyi atması için komşuyla dalaşmasına gerek kalmadan hayata 1500 fahrenaytla başlayacağı hiç aklına gelmemişti Umut'un. Nerden geldiği belli olmayan alacalı bir kedinin zımpara diliyle uyanmıştı çünkü.
Umut kudurur hayvanlara hele evde bakılırken şımartılmış olanlara. Adeta evin efendisi herkesin hükümdarı gibi davranırlar. Çıkardıkları pisliği temizlemek için köle olan sahip gittikçe baktığı hayvana benzer. Ama o hayvanlar asla sahibine benzemez, benzeyemez. Umut'un az daha öfkeden öldüreceği alacalı kedinin şimdiki hayatına bir mühür vuracak kişiye ait olduğunu anlaması çokta uzun sürmedi.
Sinirlenmek çocukluğundan beri iyi gelmiyordu Umut'a... Her sinirlendiğinde kızgın bir kirpi edasıyla bütün oklarını fırlatmasıyla beraber duvara çarpan ölümcül oklar gelip kendine saplanıyordu yine. Önce sol kolun uyuşmasıyla başlayan ıstırap, bir çeşit kalp krizine daha sonra sara nöbetine en sonunda da bir şamanın tüm zamanların ötesinde, tüm mekanların dışında havada asılı kalmasına dönüşüyordu. Yineleyip duran bu nöbetleri tamamen dışarıdan bir insan gibi seyretmek, tüm zihninde pekiştirmeye çalıştığı gerçekliği allak bullak ediyordu. Sonrasında da krizi takip eden uzun günleri gerçeklik üstüne düşünerek geçiriyordu. Ama bu konuda bir sonuca varamamıştı henüz. Sol kolundaki uyuşukluk kalbine baskı yapmaya başlamıştı bile...Olacaklar belliydi; kedi ile göz göze geldiğinde kendi kendine harekete geçen biyolojik kamera ilk sahnenin çekimine başlamıştı.
1. SAHNE KIZIL KAHVE TONLARINDA RÜZGARLI GÖKYÜZÜ
Rüzgar sesi yoğunlaşarak uğultuya dönüşür.
Umut'un havada asılı kalmış bedeninden
Nereye uzandığı belli olmayan ipler çıkmaktadır.
İpler Umut'un bedenini bendire gerilmiş deri gibi
germiştir. Umut bağırmakta, kendine ışık yaptığı eski bir
şiiri anarşistçe okumaktadır. Ama sesi çıkmamaktadır.
2. SAHNE NERDE BAŞLAYIP NEREDE BİTTİĞİ BELLİ OLMAYAN TEK KİŞİLİK ESKİ AHŞAP BİR KÖPRÜ
Yeryüzünün üstünde yılan gibi kıvrılan
Ahşap köprünün üstünde yürüyen Umut aşağı bakar.
Yemyeşil, masmavi, kıpkırmızı renklerin arasında
Karıncalar gibi öbeklenmiş insan topluluklarını
fark eder. Uzaktan bakıldığında hepsi birbirinin aynı gibi
duran bu topluluklar arasında hummalı git gellere bakakalır.
Hepsi yabancı olan milyonlarca insan arasında bir
tanıdık gözüne çarpar. Beyaz gömleği tüm intizamını yitirmiş,
toprağa bakarak yürüyen otuzlu yaşlardaki adam, elindeki çantasını
nı sürükler gibi sürüklemektedir kendini. Bu bir yerlerden tanıdık adamı takip eden 20 li yaşlardaki genç gözlerini adamın ensesine dikmiş, adımlarını takip eder. Onun arkasında yürüyen bıyığı yeni terlemiş delikanlı öfkeyle baktığı gence saplamak üzere bir sustalı tutmaktadır sımsıkı. Hepsinin ardından gelense
amaçsızca adım atmaya çalışan bir bebektir. Hepsi birbirini takip etmektedir. En öndeki aniden arkasına döner. Diğerleri yakalanmışçasına suçlu, birbirlerine bakakalırlar ve kendiliğinden bir daire olurlar. Geçmişlerini ve geleceklerini sobeleyen matruşkalar aynı zamanda kanlısıdır birbirlerinin. Umut köprünün üstünden bırakır kendini bu cehennemden dairenin ortasına. Fakat hiçbir zaman karışamaz aralarına. Yine havada asılı kalır bedeni. Ve bir inilti yankılanır boşlukta.
3.SAHNE
ZİFİRİ KARANLIKTA ÖLÜMCÜL SESSİZLİK
Karanlık! Hiç bir karanlık bu kadar karanlık değil.
Hiç bir karanlık bu kadar kimsesiz değil.
Hiç bir karanlık bu kadar umutsuz değil.
Hiç bir karanlık bu kadar ölümcül değil.
Sessizlik.
Sessizliğin bile bir sesi varken, karanlığın sessizliği sonsuz.
Tahayyül dahi edilemez. Sessizlik kulakları patlatırcasına sessiz.
Umut'un gözleri karanlık karası.
Umut'un gözleri karanlık sessizliği.
4. SAHNE
YABANCI BİR EV
YADA BİR YABANCININ EVİ
Yüksek tavanlı altıgen pencereli bir evin,
ahşap giriş kapısının önünden bakar Umut.
Bir kedinin gölgesi fil kadar olmuş gerinmektedir
duvarın sıvasız yüzeyinde.
Evi aydınlatan fenerler ateş böceğine dönüşüp Umut'un
etrafını sararlar. Umut evin kendine has dağınıklığı içinde dolanır.
Kitaplar, dergiler, üzerinde kara kalem desen çalışmaları olan irili
ufaklı kartonlar...
Yerde ayakkabılar; yüksek ökçeli ayakkabılar,
sandıklar; irili ufaklı ahşap sandıklar.
Fotoğraflar; çerçevesiz bir şekilde duvara yapıştırılmış fotoğraflar. Gelecekten yoksun, bu günden habersiz kimbilir zamanın neresinde kalmış insan suretleri.
Kadehler; mor pembe altın yaldızlı şarap kadehleri.
Tüm eşyalar yerinden oynamış, her biri ayrı bir yerde durmakta. Evin yüksek kapılarına iliştirilmiş notlar, notlardaki kelimeler görünürlüğünü yitirmiş çoktan.
5.SAHNE
İPEK İRAN HALISI;
MERCAN KIRMIZISI
Strop ışık altında halının desenleri, Umut'un parmakları, elleri, terden ıslanmış saç tutamları... Başka alemlerden gelmişçesine uzak bu dünyanın tüm hırslarından arınmışcasına yumuşak, insansılaştırmak için binbir elektronik dönüştürmeden
geçmişçesine kusursuz bir ses;
-İyimisinizzzzzzzzzzzzzzz?
İyimisinizzzzzzzzzzzzzzzzz?
İyimisinizzzzzzzzzzzzzzzz?
Uzun zamandır içten bir iyiyim diyemediğini düşünen Umut, orada;
mercan kırmızısı ipek iran halısının üstünde patlayan bir volkan gibi öksüre öksüre, yıka yaka ağlamamak için zor tuttu kendini. Az önce izlediği filmin yarattığı derinlik sarhoşluğunu her zamankinden daha çabuk atlatmıştı. Tamamen kendine gelmesine rağmen, bir süre gözlerini açmadan havaya yayılmış karanfil yağını koklayarak bu olağanüstü sesi dinlemeye karar verdi. Çevreden yeni demlenmiş yasemin çayı, gazlı kalem, sönmüş mum kokuları geliyordu amonyak kokusu yerine. Yabancı bir evdeydi ve buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Hayatını çizgilerle tanımlayacak olsa peşpeşe sıralanmış tire işaretlerinden ibaret olduğunu ifade etmek çok yerinde olurdu.
Başı dönüyordu ve bu baş dönmesi hiç geçmesin istiyordu. Umut için yaşanması imkansız olan, bu darmadağınık eve saplanmıştı Umut. Sebebi belkide bu sesti. Meditatif bir etki bırakan bu sesin sahibini merak etsede gözlerini açmamaya karalıydı. Kararlıydı mercan kırmızısı ipek iran halısının üstünden kalkmamaya.
Yıllar sonra saklandığı mağaraya baskın yapan bu ses, bütün hücrelerini titretiyordu.
Gözlerini açtığında sesin sahibine ait görüntüler, hikayeler, döküntüler bu anı bozarmıydı acaba?
Ses yaklaştı yine... Yüzünü kolonyalıyordu; elleri kemikliydi ama yumuşaktı. Yumuşacaktı. Şefkatliydi. Kolonyanın ardından yeni doğmuş bebeklere has saf bir koku aldı. Bu kokuyu bütün kokulardan daha çok sevdi Umut. Hiç bir temizlik sonrası yakalayamadığı bu kokuyu kendine ait kılabilirmiydi? Sadece bu kokuyu ve bu sesi çalıp ortadan kaybolabilirmiydi? İnsan keşke aşklarından aşkına sebep olan herşeyi alıp diğerlerini eleyebilseydi. Ama her zaman tersi oluyordu nedense. Elekte hep taşlar kalıyordu. Ve birden bütün aşklarında kaybettikleri geldi aklına; kapanmamış bir bıçak yarası gibi sızladı içi. Her nedense yinede kalkıp gitmek gelmedi içinden. Ve baygınlık oyununa devam etti. Bu oyun bittiğinde belkide bitecekti herşey. Şefkatli eller veda için bile olsa tenine değmeyecekti bir daha.
Evet oyun devam etmeliydi. Bir yabancı ile sorgusuz sualsiz bütünleşmek istiyordu bu iran halısının üzerinde. Herşeyi unutup format atmak hayata ve yeniden başlamak yeni biriyle... Neden mümkün olamıyordu?
Unutmak herşeyi
sıfırdan başlamak
geçmişin bütün yitiklerini
bitiklerini
batıklarını taşlamak
gece aniden
çıkan bir kurt sürüsünü taşlar gibi taşlamak
kovalamak
unutmak herşeyi
beraberce bir derin nefes alıp
derinlikliklere dalmak
birlikte kulaç atmak
yeni biriyle
tereddütsüzce yol almak
tereddütsüzce yaşamak
İşte geliyor yine. Adımları duruma rağmen sakin; sanki yıllardır insanları kendine getirmişçesine. Kendine güvenli adımları ve sessiz. Ayakları çıplak... Ayaklarına tapınmak istiyor Umut. Yalnızca ayaklarına bakmak için bile gözlerini aralamaya cesaret edemiyor. Bir baş soğanı kesiyor ve Umut'a koklatıyor. Demek ninelerle büyümüşlüğü var. Demek önem veriyor eskilerin bilgeliğine. Bu tür özellikleri varsa eğer biraz yabancı olmalı bu yaşadığı devre. Biraz yenik hissediyor olmalı. Tıpkı Umut gibi. Lise ve üniversite yıllarında okulun birçok kulüplerinin başkanlığını yaptığı zamanlardı. Öyle idealistçe, öyle büyük hedefleri vardıki, zaman geçtikçe yapacaklarını değil yapamadıklarını düşünmeye başlamıştı. Yapamadıkları yapabileceklerine öyle bir zincir vurmuştuki sevdiği herşeyden vazgeçen Umut bir süre sonra akışa bırakmıştı kendini. Oda diğerleri gibi değil dünyayı kendini bile değiştiremeyeceğini sanmıştı. Kader demişti. Boşverrrrrrrrrrrrrr.
Bu yenilgisinin yegane sebebi hedeflerinin önüne çıkan ufak tefek çapaklardı işte. Ayakta kalma çabası içinde tutunacak bir el ; yaslanacak bir omuz bulamamasıydı.
İnandıklarının bir bir ve acı bir şekilde ortadan kaybolmasıydı. İçindeki kapanmamış yara sızladı yine. Hangi kar, hangi kül, kor gibi duran anıların üstünü kapatabilir? Unutmak iyi gelir derdi annesi. Yat uyu , kalk unut . Unutmak keşke mümkün olsaydı. Şu an iran halısının üstünden kalkıp, yatak odasına geçebilseydiler
koynuna giriverseydi bu gerçeküstü ses. Sıradan bir hayat başlasaydı. Ama onca iniş çıkış onca iflas onca ihanetin ardından nasıl sıradan yaşayabilir insan? Nasıl herşeyi unutup aşka teslim olur? İki zaman arasında sıkışmıştı Umut. Geçmiş ve gelecek arasında sıkışmıştı. Şimdi bu koku, bu ses, bu el, bu ayaklar sıkıştığı yerden çıkarabilirmiydi onu? Yeni, bayramlık bir elbiseyi çocuk sevinciyle taşır gibi kendisini taşıyacak birini beklemişti yıllarca. Beklediği bu sesmiydi? Ya oysa... O'ysa ve iki yabancı gibi ayrılıp giderlerse? Yada o olmadığı halde oymuşcasına yıllarını bir sanı uğruna heba ederlerse. Daha düşünürken yoruldu Umut. Derin bir iç geçirdi. Soğan kokusu genzini yaktı. Öksürmeye başladı. Ama durduramıyordu kendini. Öksürük hıçkırıklara dönüştü. Şimdide susturamıyordu kendini. Hiç böyle olmamıştı. Sesin sahibi Umut'u kollarıyla sarıp göğsüne bastırdı ve açılmış alnından öptü. Umut gözlerini açtı ve iki çift buğulu göz birbirine yapıştı. Nedense sesin gözleri de ağlıyordu. Bir süre sessizce beraberce ağladılar.
Sanki Umut'un bütün düşüncelerini dinlemiştide acısına ortak olmuştu. Yada yaşadıkları ortak birşeyler vardı.
Sessizlik... Derin bir sessizlik ...
Mercan kırmızısı ipek iran halısının üstünde ismini bile bilmediği bir kadının göğsüne yaslanmıştı. Düşünceleri ilk defa susmuştu. Mercan kırmızısı ipek iran halısı; üstünde duygusal bir bağ kuran bu çifte sevinip havalanmıştı...
AĞUSTOS 2009