Issız Dağda Mazotu Biten Kamyon Şoförü

Zordur zora düşmek, stres küpü yapar insanı, önce ani bir sinirlilik yaşatır sonrada yavaş yavaş moral göstergesi aşağılara kayarken ruhiyat taş plak gibi çizilir. Artık o an herşey bitmiştir.

Ama insanoğlu güçlü bir varlıktır. Aşılmazları aşmayı, çıkmazlardan sıyrılmayı her zaman başarmanın bir yolunu bulmuştur. Böyle durumlarda böbrek üstü bezleri adrenalin salgılamaya başlar, kan basıncı yükselerek dolaşımı hızlanır. Böylece kendisini önceki durumuna göre daha güçlü hisseder. Ya da içine düştüğü stres ve panik ortamı yerini kısa bir sürede daha iyi çalışan bir belleğe bırakarak o zor durumu atlatabilmenin mantıksal tercihlerini sunmaya başlar birer ikişer...

Ya ıssız dağda bir kamyon şoförünün mazotu biterse... Güç ne yapsın mantık ne yapsın. Problem patlayan bir lastik yada motorda vuku bulan bir arıza olsa tamam lastik değişir, mantık yolu ile belki arıza da giderilir. Mazot bu illaki depoda olması gerek..
Şu ıssız dağ eğer kuş uçmaz, kervan geçmez, çorak bir yer ise; Güneşin kızdırdığı o bunaltıcı havayı zoraki teneffüs etmek zorunda kalışını, Elleri belinde çaresizce uzaklara bakarken serap görüntülerinin gizeminde ağır ağır tükenişini, Gözlerinin takıldığı manzaranın daha sonra yüreğine derin bir sıkıntı olarak çizilişini,
Ormanlık bir yerde ise; kurt ve çakal ulumalarının ve arada bir var gücüyle öten yabani iri kuşların çirkin seslerinin verdiği rahatsızlığın yanında hışırdayan yaprak döküntülerinden, çatırdayan kurumuş çalı yığınlarının arkasından koca bir sürüngenin yada irice bir ayının çıkma ihtimalini.
Mevsim kar kış ise; sıkça yağan tipinin buğulattığı yada kar doldurduğu ön camın arkasında yürümeyen, ısıtmayan, ışıtmayan bir aracın direksiyonu başında oturan adamın titreyişini ve daha pek çok olumsuzlukları o kısacık anda düşündüm.

Böyle bir durumda şoför ne yapabilir, adrenalin ne işe yarar.. Aracı orada bırakıp gitse mal canın yongası, ekmek teknesi. Ya araçta maaşlı çalışıyorsa ve yükü varsa, emanetten kaynaklanan sorumluluk hali. Gitse nereye kadar nasıl gidecek, beklese hangi ortamda ne kadar bekleyecek.

Otobüsümüzün hareket edeceği anons edildi. Yolcular olarak birer, ikişer bindik ve şoförümüzün çalışır vaziyetteki araçta yerini almasını beklemeye başladık. Doksanlı yılların başları idi. O yıllarda internetin ve cep telefonlarının adı sanı yoktu. İznim olmadığından ertesi gün dönmek zorundaydım ve içimde belli belirsiz bir acelecilik vardı. Hayırlısıyla biran önce memlekete giderek işlerimi toparlayıp dönmem gerekiyordu. Belki de birlikte seyahat ettiğimiz yolcuların içinde benim gibi acelesi olanlar vardı.. On dakika, yirmi dakika derken yavaş yavaş ben ve diğer yolcularda sıkıntılı haller görülmeye başladı, oflamalar puflamalar gittikçe daha da çoğalıyordu.

Ve nihayet şoför kendi kapısından, son yolcuda ön kapıdan içeri intikal edince otobüsümüz, düzce dinlenme tesisinden önce geri manevrayla sonrada şoförümüzün engin tecrübesiyle kıvrak bir el hareketiyle taktığı ileri vites ve artistik direksiyon hakimiyeti ile ağır ağır otoyola çıktı. Bu arada son binen yolcu kendi yeri olan ön koltuğun kenar demirinden tutunarak yönü yolculara dönük ayakta durmaya çalışıyordu. Altmış, altmış beş yaşlarında, zayıfça ve uzun boyluydu. Başında sekiz köşeli şapkası, kravatsız ama son düğmesine kadar iliklenmiş beyaz gömleğinin üstüne şapkası gibi füme renkli çizgili kruvaze bol bir ceket giyinmiş altında aynı tona yakın ama başka kumaştan pantolonla karşımızda dimdik duruyordu. Esmer ve yıpranmış yüzüne seyrek düşen kır sakalı birkaç gündür tıraş olmaya vakit bulamadığı izlenimi veriyordu. Zayıf çehresinde şahin burnuna yine seyrekçe ama hafif pala duran bıyığı ihtişamlı bir görüntü veriyor bu haliyle şimdi hepimizin karşısında duran bu adam tipik bir Anadolu insanı olduğunu belli ediyordu.
Konuşmaya başladı;
- Sayın yolcular hepinizden özür diliyorum, benim yüzümden hayli beklediniz, hakkınızı helal edin.
Niçin beklediğimizi bilmediğimizden merak ediyorduk, şimdi daha da meraklandık ve ön sıralardaki yolcular olarak bir ağızdan sorduk..
-Hayırdır, ne oldu?
Morali bayağı bozuk bir halde anlatmaya başladı;
-Tesisin restoranında üzerinize afiyet yemek yedim, hesabı ödemek için elimi attım ki cüzdanım yok mahcup duruma düştüm, hesabı ödeyemediğim için işletme sahibine ve garsonlara rezil oldum.
-Herhangi bir yerde düşürmüş olmayasınız?
-Zannetmiyorum, galiba çaldırdım.
-Nasıl?
-Topkapı'ya gelirken Şişli'de belediye otobüsünde iki kişi arasında sıkıştım, bir elimle tutunmaya çalışırken bunlardan biri iç cebimden çekmiş olacak, başka türlü kaybetmiş olmam mümkün değil.
-Çok para varmıydı içinde?
-Evet bütün param içindeydi, Tokat'ta Üniversitede okuyan bir ahbabımın çocuğuna emanetini bırakıp Malatya'ya gidecektim. Asker oğlum var onu ziyaret edecek birazda harçlık vererek oradan da tekrar İstanbul'a dönecektim.
-Siz Tokat'lı mısınız, ya da Tokat'ta çevreniz, hısım akrabanız var mı?
-Hayır değilim, kimsem yok. Ordu'luyum ama İstanbul'da oturuyorum. Şu an ıssız bir dağda mazotu biten kamyon şoförüne döndüm. İnanın çok şaşkınım, ne yapacağımı bilmiyorum.Bütün paramı çaldırdım, dap dazlak ortalıkta kaldım.
Dedi ve tekrar tekrar özür dileyerek yerine oturdu...
İşte o an ben adamın anlattıklarını ve içine düştüğü zor durumunu tahlil ederken birden ıssız dağda mazotu bitmiş bir kamyon şoförünün paniklemiş, o biçare halini canlandırdım gözümün önünde...
Adamcağız otobüsümüz yola devam ederken çok düşünceli oturuyordu, belli ki durumu hiçte iç açıcı değildi. Yanımdaki koltukta oturan arkadaşla kısa bir teatide bulunarak hostu yanıma çağırdım. Şoförden izin almak suretiyle, önden arka sıralara doğru adamcağıza hissettirmeden yolculardan para toplayalım da biraz moral verelim ricasında bulundum. Host izin alarak ricamı gerçekleştirdi. Arka sıralara doğru topladığı bir miktar parayı adama takdim etti.
Bu defa adam yerinden tekrar kalktı ve yolculara dönerek ağlamaklı bir ses tonuyla defalarca teşekkür etti. Merakımı gidermek için sordum;
-Bu para senin işini görmez, ne yapacaksın şimdi?
-Tokat'a varınca oradan Niksar üzerinden Mesudiye'ye geçerim. Hemşerilerime misafir olur, borç alarak Tokat'a gelir öğrenciyi ziyaret ettikten sonra Malatya'ya gider oğlumu görürüm. Duruma göre düşündüğümden az da olsa yine biraz harçlık veririm inşallah..

Issız dağda mazotu biten kamyon şoförü sözü beni çok etkilemişti. Adamcağız bu cümle ile durumunun vahametini çok güzel özetlemişti. Rahatladım biraz, o şoförün deposuna birkaç litre mazot koyabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordum şimdi.

İyilik yapmak, darda kalan birine yardım edebilmek ne güzeldi.

21 Ağustos 2012 6-7 dakika 15 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Darda kalana yardım etmek sanırım en çok bizim halkımıza ait bir eylem🙂 İyi ki böyleyiz.Bu aralar karabulutlar dolaşsa da ülkem üzerinde bunu okumak yüreğime su serpti...

    İnsanlık hali başımıza ne geleceği bilinmez,Allah kötülerden korusun...

    Selamlar...