Kader

Tan yeri ağarmaya yakın, her gün olduğu gibi sığır sesleriyle canlanmaya başladı köy meydanı. Pınar başında iki kadın sabah suyunu güğümlere doldururken, aralarında fısıldanıyorlardı. Sabah namazı cemaatinden iki ihtiyar bakkalın önündeki sedire oturmuş tespih çekiyordu. Derenin hışırtısı, insan ve hayvan seslerinin arasında yavaş yavaş kayboldu.

Sabah namazını evde kıldıktan sonra avludaki sedirin üzerinde gayri ihtiyari uyuya kalan Hacı Hamdi, güneş tepeyi aşıp yorgun gözlerine dokununca uyanıverdi. Telaş içinde doğruldu, ibriği kapıp yüzünü yıkadı. Gelin ve iki torunu hala uyuyordu.

-Hatce, diye seslendi avludan.

Birkaç kez tekrar ettikten sonra, ahıra girip çapaları, budama makasını, küreği ve bağ çubuklarını sarmak için hazırladığı telleri aldı. Hacı Hamdi hazırlanadursun gelin de uyanmış, çocukları giydirmişti.

-Geç kaldık, geç kaldık, diye söylenip duruyordu.

-Uyumuş kalmışım sedirde, içim geçmiş gelin, diye suçu üstlendi Hacı Hamdi.

Her sabah erkenden azıklarını hazırlar, tarlanın yolunu tutarlardı. Bu kaidenin bozulması gelin de bir suçluluk hissi uyandırmıştı. Bazen küçük kıza kızıyor, bazen oğlunun gece uyutmamasından yakınıyordu.

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, en önde Hacı Hamdi, arkasında gelini yola düştü. Küçük kız Selcen ve oğlan Mustafa da kâh zıplaya zıplaya önlerine geçiyor, kâh oyuna takılıp arkada kalıyorlardı. Gelin geç kalmış olmalarının telaşıyla mütemadiyen acele etmeleri için kızıyor, çocukları kovalıyordu. Hacı Hamdi, yüzünde hiç eksik olmayan o tebessümle her zaman tekrar ettiği cümleyi kuruyordu.

-Telaş etme, Allah en iyisin bilir gelin, diyordu.

Kara Tepe'yi aşıp, düzden ormana doğru verdiler kendilerini. Şebnemler, çimenlerin üzerinden yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Meşe ağaçları serin bir esintiyle salınıyor, kır menekşeleri orman bitimini mor bir esvapla süslüyordu.

Nihayet tarlaya ulaştılar. Hacı Hamdi omzundaki yükü ahlat ağacının gölgesine bıraktı. Gelin azık çantasını açıp akşamdan hazırladığı katmerleri çıkardı. Küçük kızla oğlan, bostanda koşturup duruyordu. Birbirlerini kovalıyorlar, küçük kız ağabeyinin ağır oyunlarına dayanamayıp arada bir çığlık koparıyor sonra hiçbir şey olmamış gibi aynı iştahla oyuna devam ediyordu.

Sofra kurulup kahvaltı yapıldıktan sonra, Hacı Hamdi bağ çubuklarını toplamaya başladı. Gelin de fasulye tarlasında çapa yapmaya koyuldu. Bu sırada çocuklar da ormana doğru koşuyor, bir birlerini kovalıyorlardı.

Çalışadursunlar zaman bir çırpıda geçmiş, güneş tepeye yaklaşmıştı. Yorgunluk bu saatlerde belli ederdi kendini ama sanki havada daha farklı bir kasvet vardı. Hacı Hamdi başını kaldırdı, elini gözlerine siper edip gökyüzüne baktı ve kendinden emin bir şekilde;

-Bu hava bozacak, kızdırıyor gelin, dedi.

Fasulye tarlasında çapa sallayan gelin çapayı yere dayadı, bir eliyle alnını silip gelişigüzel havaya baktı;

-Dün de böyleydi yağmadı baba, diye cevap verdi.

-Yok yok bu kez yağacak gibi, yavaş yavaş toparlansak iyi olur.

-İki adımlık yer kaldı, hele şunu da bitireyim.

Hacı Hamdi malzemeleri toplamaya başladı. Gelin de önündeki iki adımlık yeri çapalayıp azık çantasını sıkıştırdığı çalılıktan çıkardı. Bu arada bulutlar da köyün üzerine simsiyah bir örtü gibi kaplamış, yağmur çiselemeye başlamıştı.

Gelin etrafına bakındı, eksik kalmış bir şey varmış gibi duraksadı neden sonra aklına çocuklarının olmadığı geldi.

-Yine kaybolmuşlar, dedi telaş etmeden.

Onlar çalışırken çocuklar da meşe ağaçlarının arasında oynarlardı. O yüzden her hangi bir korkuya kapılmadan seslendi. Hacı Hamdi de birkaç kez bağırdı ancak çocuklardan ses seda yoktu. Yağmur git gide şiddetleniyordu. Fasulye karıkları şimdiden suyla dolmaya başlamıştı.

Toparlanıp ormana doğru çocukları aramak için yola koyuldular. Eteğe varmadan küçük kızın korkuyla kendilerine doğru koştuğunu gördüler. Kız sadece ?Abim' diyordu. Ağzından başka bir sözcük çıkmıyordu. Yüzünde korkunç bir olaya tanık olmuş bir insanın ifadesi vardı. O an gelinin kalbi daha şiddetli atmaya başladı. Elleri histeriye kapılmış gibi titredi. Yüreğinin derinin de tarifsiz bir sızı hissetti.

-Ne oldu abine, diye bağırdı.

İhtiyar gelinin solgun yüzünü, telaşını görünce o bilindik cümlesini kurdu;

-Telaş etme gelin, Allah en iyisin bilir. Hele bir bakalım ormana.

Küçük kız hala kendinde değildi. Dudaklarının arasından bir takım sesler çıkıyor, ancak anlamlı bir cümle kuramıyordu.

Yağmur kısa sürede toprağı çamura dönüştürmüştü bile. Tarlalardan çıkıp çalılığa ulaştıklarında biraz olsun ayaklarının ağırlığından kurtuldular. Bu kez de kuzeyden gelen şiddetli yağmur kendilerine ulaştı. Bardaktan boşalırcasına düşüyordu rahmet. Göz gözü görmez olmuştu. Gelinin çığlıkları, korkusuna, korkusu çığlıklarına karışıyordu. İhtiyar mütemadiyen aynı cümleyi kurarak gelinini sakinleştirmeye çalışıyordu.

-Allah en iyisin bilir. Hele bir arayalım, korkma.

Korkma demekle olmuyordu tabi. Gelin yağmurun dağıttığı yaşmağına bile aldırmıyor, eteğini dizlerine kadar çekmiş tepeye doğru en önde koşuyordu. Fakat ne kadar istese de yağmur aman vermiyor, önce gözlerini kapatıyor, sonra vücudunu istikametinden çeliyordu.

Hacı Hamdi küçük kızı ceketiyle himaye etmeye çalışıyor bir yandan da saçlarını okşuyordu. Nihayet küçük kızın dili dönmeye başladı.

-Ağaca çıktı abim, sonra da asılı kaldı orada.

-Nasıl asılı kaldı kızım?

-İnemeyince asılı kaldı, dedi küçük kız.

-Neredeydi göster haydi. Nereye gittiniz? Hangi yoldu? Hangi ağaçta asıldı?

Gelin küçük kızı sıkıştırıyor cevap vermesine fırsat vermeden soru yağmuruna tutuyordu.

İhtiyar aynı cümleyi kuruyordu;

-Allah en iyisin bilir, telaş etme gelin.

Yağmur her geçen dakika biraz daha şiddetleniyor, ormanı şimşek sesleri boğuyordu. Ormanın muhtelif yerlerinde biriken yağmur suları birleşip, küçük dereler halinde çalıların arasından tarlalara akıyordu.

Uzaktan guguk kuşunun garip sesi geliyor, sığırcıklar tünedikleri çalılardan ayak seslerine fırlayıp ıslak kanatlarını güçlükle çırparak daha tenha yerlere kaçışıyordu. Kara Tepe'de çoban köpeğinin boğuk sesine, koyunların çıngırak sesleri karışıyordu. Sis bulutu gibi görüş açısını kapatan sağanak gök parçalanmış gibi yeryüzüne iniyordu.

-Mustafa, diye bağırıyordu gelin.

Hançeresini zorlayarak mukabele ediyordu Hacı Hamdi de geline.

-Allah en iyisini bilir, diye tekrar ediyordu ardından.

Korku ve telaş kalplerine kadar inmiş, ümit yavaş yavaş yerini yeise bırakmaya başlamıştı ki küçük kız yolu hatırlar gibi oldu.

-Buradan gitmiştik, dedi patikayı göstererek.

O yöne yöneldiler. Yağmur, artık meşe dallarını eğerek iniyordu yere. Patika adeta dereye dönmüştü. Bata çıka düzlüğe geldiler. O an sedir ağacının çatalında Mustafa göründü.

-Anne, diye sesleniyordu korkmuş ve umudu son haddeye gelmiş durumda.

Gelinin solgun yüzü bir anda parladı. Sevinç ve öfke bir birine karışmış durumda çocuğa bağırmaya başladı.

-Ne işin var ağacın başında kör olasıca! Düşseydin, kolunu bacağını kırsaydın da aklın başına gelseydi. Hele bir aşağı in sen, ben sana yapacağımı biliyorum.

Hacı Hamdi'nin gergin bacakları yumuşadı, yorulan bedeni güçlendi Mustafa'yı görünce.

-Hamdolsun. Allah en iyisin bilir, dedi gelinin yüzüne bakarak.

Yağmur aman vermiyordu ki çocuğu ağaçtan nasıl indireceklerini düşünsünler. Aslında bütün düşünceleri, kaygıları çocuğu sağ salim bulma noktasında toplanmıştı. Biraz düşündükten sonra çakısını çıkarıp, kalın ve uzun bir meşe daldı kesti Hacı Hamdi. Çocuğun kazağı bir budağa takılmış, çocuk bir ayağı boşlukta, diğeriyle dala basmış durumdaydı. Elleri ise iki yanında çaresizce sallanıyordu.

Mustafa'yı düşürmeden aşağı nasıl indireceğini enine boyuna düşündü. Nihayet bir karara vardı. Kalın, uzun meşe dalını çocuğun kazağını takıldığı daldan kurtarmak için kullanacaktı. Geline tembihte bulundu:

-Dalın altında duruver gelin. Dala tutunamaz düşerse, kollarını aç ki ya kucağına düşsün ya da sertçe yere kapaklanmasın. Zaten çok yüksek değil.

Gelin ağacın altına doğru durdu. Tembih edilen işi nasıl yapacağını düşündü. Öfkesinin de etkisiyle;

-Düşsün kolu bacağı kırılsın da aklı başına gelsin. Onca yağmur üzerimizden geçti. Usluca tarlada dursaydı şimdi evde olur, sudan çıkmış balık gibi ıslanmış olmazdık, diye söylendi.

-Allah en iyisini bilir, diye karşılık verdi Hacı Hamdi.

Dalı Mustafa'ya doğru uzattı. Kazağının budağa takılan kısmına iyi yerleştirdi. Var gücüyle yukarı doğru kaldırdı. Kazak daldan kurtulunca Mustafa yüzü yere düştü. Saplandığı çamurdan kurtulup ayağa kalktı, şaşkın şaşkın etrafına bakı biraz da korkuyla kaçmaya başladı. Gelin kaçmaması için arkasından bağırdı. Zaten çocuğun yürüyecek takati kalmamıştı. O yüzden birkaç adım sonra durdu, bir çalının dibine tünedi. Annesine göz altından bakıp, suçluluğunu itiraf eder bir tavırla başını eğdi.

Köye doğru patikadan ilerliyorlardı ancak yağmur öyle şiddetliydi ki birkaç adım ötesini girmek bile mümkün değildi. Çevreye göre biraz yüksekçe bir alan bulup, yağmurdan korunmak için çalılıklara sığındılar. Orada bir birlerine sokularak bir süre beklediler. Yağmur dinginleşince yeniden köyün yolunu tutular. Gelin mütemadiyen söylenip duruyor, kızgınlıkla ellerinden tuttuğu çocuklarını bir o yana bir yana çekip duruyordu.

Ormandan çıkıp Kara Tepe'nin eteğine geldiklerinde yağmur tamamen durmuştu. Ekin tarlalarından geçerken yağmurun sırılsıklam ıslattığı giysileri bir de çamura belenmişti. Annelerinin kızgınlığı geçince çocuklar biraz neşelenmiş önden tepeye doğru koşuyorlardı. Mustafa yaptıklarından dolayı suçluluk hissettiği için biraz daha temkinli davranıyor arayı çok fazla açmıyordu. Küçük kız ise neredeyse tepenin zirvesine ulaşmıştı.

Hacı Hamdi sırtındaki yükün de ağırlığıyla geride kalmış, yavaş yavaş yamacı tırmanıyordu. Küçük tam tepede durdu, öteye bir adım daha atmadı. Bir defa geriye döndü, şaşırmış bir halde annesine baktı öylece kaldı. Sonra Mustafa ulaştı zirveye. O da daha öteye bir adım atmadan durdu. Etrafına bakıyor, yolunu kaybetmiş bir yolcu gibi hangi yöne gitmesi gerektiğini hesap etmeye çalışıyordu sanki. Gelin de yorgun dizlerini tutarak zirveye ulaştı.


-Bismillah, sesi yükseldi bir kere dudaklarından. İki elini dizlerine vurdu ve bir kez daha tekrar etti:

-Bismillah.

Hacı Hamdi torunlarının ve gelinin tepenin başında öylece kalmalarına önce şaşırdı, sonra yorgunluklarına yordu garip hareketlerini. Biraz daha gayret edip tepeye ulaştığında ise gözlerinin önüne serilmiş manzara yaşlı bedenini takatsiz bırakmıştı. Sırtındaki yükü gelişigüzel yere bıraktı. Dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini göğe doğru kaldırıp;

-Allah en iyisini bilir, dedi.

Köy iki tepenini arasında, bir dere yatağının üzerine kurulmuştu. Kuzeydekine Ağ Tepe, Güneydekine ise Kara Tepe diyordu köylüler. Ağ Tepe'nin neredeyse yarısı köyün üzerine akmış, köy bir çamur yığının altında kalmıştı. Heyelan nedeniyle derenin önü kısmen kapanmış, sel suları toplanıp köyü çamur gölünün içinde kaybetmişti. Sadece caminin minaresinin ikinci şerefesinden yukarıyla birkaç servi ağacının üst dalları görülebiliyordu.

Saatlerce Kara Tepe'nin zirvesinde bekledi Hacı Hamdi, gelini ve torunları. Hacı Hamdi Kuran'dan ayetler okudu, dua etti. Duasını bitirince gelini yaklaştı, elini tutup önce dudağına sonra alnına götürdü.

-Allah en iyisini bilir baba, dedi.

16 Eylül 2012 10-11 dakika 20 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Hikayede verilmek istenen mesaj alaydı öncelikle...Cüzi irademizle farkına varamadığımız bir çok kesitin aslında çok başka amacı olabiliyor.(görelim Mevla neyler,neylerse güzel eyler felsefesi)

    Bu ikinci okuyuşum oldu hikayeyi ve kır yaşantısını bilen birisi olarak diyebilirim ki,toplum yapısı,yaşam tarzı ve aile münasebetleri en belirgin yönleriyle aktarılmış.Hikayenin vazgeçilmez unsuru olay örgüsü ve şahıs kadrosu ihtiyaç duyduğu mekan ve zaman içerisine başarılı bir şekilde yerleştirilmiş.

    Düğüme geldiğimde çocuğu ağaçta iken şimşek çarpacak diye düşündüm hemen,ama gördüm ki bu düğüm asıl düğüme götüren ve hikayeye sürükleyici bir hava katan yardımcı bir unsur aslında.Bu da alışılmış tek düze tarzın dışına çıkarıyor hikayeyi.

    Sonuçta ise sürekli okurun kulağına fısıldanan cümlenin esrarı veriliyor,hatta bu esrar bu defa öyle güçlü bir şekilde söyleniyor ki,mesaja duyarsız kalmak imkansız.

    Anlatım,bakış açısı,olay örgüsü ve kurgusu oldukça başarılı bir eserdi,tebrik ve takdirlerimi sunuyorum.(haklı seçki)