Kanyonda Cinayet
Babası yıllarca çalışıp durdu, tek çocuğuna bir gül gibi üstünde titredi. Tek varlığı ve umuduydu Zahir. Cevdet baba; sevecen, iyiliksever ve çokça etrafında sevilen biriydi. Altı ay önce eşini kaybetmişti, sarsılmıştı. Eşinin ölümü yaşlılığı da beraberinde hızlandırmıştı. Ve amansız hastalıklar da baş göstermişti. İşten güçten düşmüş, bir köşeye atılmış gibi hissetmeye başlamıştı kendini. Oğlu ve gelini olduğu bir küçük barakada bir de dünya tatlısı torunu Engin vardı. Tek dayanağı ve bel bağladığı daha doğrusu tüm gününü onunla geçirdiği için mutluydu. Bununla beraber yaşlılığın getirdiği usanç ve bıkkınlıktan haberi yoktu.
'Allahım benim ele, ayağa düşürmeyi nasip etme' tüm içten kalbiyle bunu dilerdi.
Zaman durmak nedir bilmez, her an her saniye geçerken biz farkında olmadan eksiliriz ve daha yakın oluruz toprağa...
Bu zamanın geçmesiyle beraber Cevdet babanın ömrü de geçiyor ve daha çok yaralanıyordu. Önce kulaklar işitmez oldu sonra apansız gözlerinden de oldu, işte Azrail böyle mesajlarını da göndermişti! Onu en çok üzen sevgili torunuydu. Engin'i artık dünya gözüyle görememesiydi. Cevdet baba artık dokunma yetisiyle kalmıştı tabii dokunmasına izin verseler de iyi. Cevdet baba artık her namazın sonunda 'Allahım canımı tez al, ele ayağa düşmeden' diye hep dua etmeye başlamıştı. Ve 'Kendim için değil çocukların benim yüzünden günaha girmelerinden korkuyorum'
Zaman akaklığına devam ediyordu. Cevdet baba döşek-yatak yarı yatalak olmuş ve odanın kuytu köşesine terk edilmişti. Engin ona bakıyor, yemeğini yemesine yardım ediyordu ve çoğu zaman dizlerinden ayrılmıyordu, ailenin en vefalısı oydu. Zahir ve gelini artık usançlarını yavaş yavaş aşikâr etmeye başlamışlardı bile. Artık yaşlı babanın varlığı onlara ağır, dayanılamaz hale gelmişti, eceliyle ölmesini bekliyordu ama yaşlı baba hala direniyordu yaşamaya, almayınca Allah...
Zahir ve karısı kendi aralarında onun için bir ölüm şeklini arıyorlardı ve o kadar küstahça oluyorlardı ki 'Biz onun acı çekmesini azaltmak ve bu halden kurtarmak istiyoruz' gibi laflarla da kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyordu. 'Onun ölümü, yaşamasından daha iyiydi' bu şeytani fısıltıları her gün duyar gibi olmuşlardı. Engin ise hep dedesinin yanında yer alıyordu ve hala yedi yaşındaydı onu babasından daha çok seviyordu, Çocuk hissi işte.
Zaman geçtikçe yaşlı babanın varlığı daha çekilmez olmuştu onlara ve kafalarında hazırladığı planlarını uygulamaya geçmeye karar verdiler.
Zahir:
' Baba, düşündüm de evde kapalı kaldın seni biraz kırlara çıkarmayı düşünüyorum, ne dersin?' baba sevindi demek ki düşündüğü gibi değilmiş oğlu vefalı ve onu hasta haliyle dolaştırmayı bile düşünmüş, ağlamaklı olarak
'İyi olur oğlum, sana zahmet olmazsa evet derim'
'Ne zahmeti baba, küçükken sen beni sırtında dolaştırdın şimdi ben...'
'Sağ ol, sağ ol evladım' dedi. Sonra
'Canım oğlum, maksadın belli, beni uçurumdan yuvarlayıp gideceksin ama sen o işi bana bırak, senin baba katili olmana gönlüm razı olamaz' dedi. Sonra 'Engin'i benim için son bir kez daha öp ve hakkını helal et' dedikten sonra kendini o derin dipsiz uçuruma bıraktı! Zahir'in son andaki pişmanlık yüreğini sarstı ve dayanılmaz acıyla kıvrandı 'Tüm bunları neden yaptım' artık bu sorunun asla cevabı olmayacaktı. Zahir cesedine ulaşmak için gün boyu aradı durdu ama bulamadı babasının o cılız cesedini son bir hafta doğru dürüst yemek de yememişti. Ceset yoktu sanki birileri düşerken alıp götürmüş gibiydi. Zahir umudunu kesti ve içinde dayanılmaz acılarla köye ağlaya ağlaya döndü.
II
Zahir ve karısı bu cinayetten çok azap çektiler oysa onlar mutlu ve huzurlu olacaklarını düşünmüşlerdi. Bu yıllarca sürdü bu çekilmez azabı, bu azap zahir'e erken yaşlılık getirmişti Zahir çoğu gece sayıklıyor ve kan ter içinde uyanıyor her gece aynı kâbusları görüyordu. Hata bazen rüyalarında gördüğü şeyleri sesle dile getiriyordu, günlerden bir gün bunları Engin de duymuştu. Gün gün bu sayıklamalardan babasını öldürdüğünü, uçurumdan attığını ve en son olarak cesedine ulaşamadığını da söylemişti. Engin öğrenmişti ve dedesinin neden mezarı olmadığını da. 'Babam bir baba katilidir' içinden söylerken o da babası için 'Ben büyüdüğümde ne yapacağımı bilirim sana'
Çocuk kolay kolay kin tutmaz ama tutarsa da kolay kolay unutmaz, çocuk yürekleri en hassas yüreklerdendir.
Zaman asla ölmez, ölen varsa canlılardır ve biz eski, ölüm ise her daim gençtir. Geçmişi iyi olanın geleceği de iyi olur ama kötü olanın ise hep kötü olur.
Engin büyümüş evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı mutlu bir hayatı vardı ve yaşlı babasıyla hayatlarını sürdürüyorlardı. Hanımı Güldane ise gururla eşine çocuklarına ve kayınbabasına bakıyordu 'İçinden 'Allahım bu mutluluğumuzu bozma' diye dua ediyordu.
Zahir artık yaşlanmıştı. Bir gün ormanda yaş ağacı keserken ağacın bedduasına uğramış devasa tomruk başına düşmüştü bununla beraber hafıza kaybına neden olmuştu. Gene mevsim ilkbahardı Engin babasına ektiği kötülüğü ona biçtirmek için 'Tam sırası' dedi. İçinden bir şeyler tasavvur ettiyse de muammalaştı o derin gönül dehlizlerinden. Dedesinin silueti belirdi gözünde ve ağlamamak için kendini zor tuttuysa da birkaç damla sıcak ve tuzlu gözyaşı yanaklarından süzülerek dudaklarını ıslattı. Bu sabah daha erken uyanmıştı babasına bir şeyler hatırlatmak için onu Kanyonlara götürmeyi teklif edecekti. Sabah kahvaltısını yaptılar ve Engin:
'Baba' dedi. 'Seninle kırlara çıkalım mı?'
'Fena olmaz, biraz da hava alırız ve seninle eski günleri konuşuruz ' dedi.
Zahir baba sevinmişti, iyi haberdi doğrusu. Zahir başına tomruk düştükten sonra bir türlü hafızasını toplayamadı zaten doktorlar da söylemişti artık zordu; çünkü vücudunun birçok bölümü yaralanmış, hasar görmüş hücreleri tekrar yenilenebilir ama beyninde hasar görmüş hücreler bir daha asla yenilenemiyor. Bir mucize gerekiyordu Zahir babaya.
Güldane belki gecikirler diye onlara azık torbasını da hazırlamıştı. Engin torbayı omuzladı ve babasına:
'Haydı baba, gidiyoruz, hoşça kal Güldane gecikirsek merak etme bizi' deyip baba oğul yola koyuldu. Bir süre yol aldıktan sonra Kanyonlara geldiler ve bir dik akabenin sırtına gelip oturdular; dere, tepe, sulardan konuşuldu, güzel bir bahar havası vardı. Zahir baba:
'Hayat güzeldir, nefes almak gibisi var mı?' dedi.
'Evet, baba hayat güzeldir ama başka bir güzelliği de hayatı paylaşmayı bilmek de lazım'
'Haklısın oğlum o doğanın iç açıcı ve ferahlatıcı havası insanı huzurlu kılıyor ve insanın yaşamaya daha bir sıkı sarılmasına neden oluyor.'
Saatler geçince zahir baba sanki bir şeyler hatırlamaya çalıştı evet, evet o havadar kır, Zahir babanın hafızasına açmıştı! Zihni açılmış ve kötü bir geçmişin izlerini hatırlamaya başladı.'Acaba neydi?' Diye söylenirken
'Baba ne düşünüyorsun? Bir şeyler arar gibisin'
'Düşünüyorum da aklıma bir şey gelmiyor...'
'Baba iyi düşün... Burayı hatırlaman lazım!'
Zahir baba bir süre sessiz kaldı ve derin bir düşünceye daldı gittikçe rengi uçuyordu sarıya döndü. Ve ansız titremeye başladı bir ölüm korkusu muydu yoksa vicdan azabımı bilinmiyordu ama büyük bir suçun işlendiği yerde yaptıklarıyla yüzleşiyordu. Engin:
'Senin ve annemin bencilliği yüzünden bir mezarı bile olmayan dedeme yaptıklarını göstermem için getirdim ve suçunla yüzleşmen için...' dedi. 'Biliyor musun? Dedemi buradan ittin kaza süsü verip hiçbir şey olmamış gibi köye döndün ve o ceset hiçbir zaman bulunamadı. O gün bu gündür bu uçurumun dibinde geceleri ışık saçılır, bunu nerdeyse herkes görmüş. Ben de bu ışıkları belki de meleklerin dedemin mezarını ışıtmak için kandil yakıyorlar diye düşünüyorum'
Zahir, hüngür hüngür ağlıyordu, vicdan acısının dışa vurmasıydı adeta. 'Beni affet oğlum'.
Engin:
'Sen bana değil Allaha yalvar, ben neyim ki? Olsam olsam aciz bir babanın oğluyum. Unutma Allah herkesi affeder ama seni bilmem; çünkü kul hakkı ve kul canı... Affeder mi bilemem?'
Zahir kendini cezalandırmak istediyse de Engin mani oldu, kendisini uçuruma atmasına.
Zahir baba vicdanıyla baş başa kalmayı yüklenerek geri kalan hayatına devam etmek üzere köye döndüler.
NOT: Bu hikâye 'Ne ekersen onu biçersin' atasözün ve babamın hep dediği 'Bir baba on çocuğa bakar ama on çocuk bir babaya bakamaz' sözlerinden ve daha çok küçükken bana anlattığı baba ile oğulların çekişmesini anlattığı söylencelerden etkilendiğimin bir hikâyesidir.
Yaşlılar; bir başkası tarafından bakımları zorunlu hale geldiğinde, hayat tecrübeli çocuklar oluyorlar.Üstelik çocukların aksine oldukça hassas, bir o kadar da alıngan...Keşke bakmakla yükümlü olanlar empati kurabilse..Hayatının son aşamasında insanın her uzvu isyan eden bir bedene sahip olması yeterince zorken, bir de gereksinimlerini başkasından beklemesi nasıl da katmerlendirir bu zor durumu değil mi? Hikayedeki yaşlı adamın '' ölümü dilemesi'' gibi..Yakın çevremizdeki yaşlıların tümünü misafir kabullenmek gerekli..Kaldı ki annemiz, babamız bizden medet umar haldeyse bu bir armağandır. Onları baş tacı etmeli, incitmemeli. İlkel benliğin uçurumuna düşmeden, düşürmeden hem de..
Kıssadan hisseydi.. Tebrikler.
Teşekkürler sevgili Kader...
Ayrıca yzımı Güne getiren değerli seçki kurulu ve yöneticilerime teşekkür ediyorum
saygılarımla
ağlayarak okuduğum bir öyküydü... bilirsin herkes hak ettiğini yaşar.
hak ettiğin gibi güne gelmişsin tebrikler can.