Kapı Aralığı

Işığın o bilinmez hissiyatına yeni kapıldım sanki. Ayaklarımın en ucundan beynime ince ince işleyen o görüntü beni yerle bir etti. Karıştım. Yoruldum. Yürüdüğümde eşsiz bahar mevsiminin soğuk rüzgarları tenime dokunur gibi olurken kulağıma seslendi bir ses, tanıdık değildi. O ana kadar ki hiçbir sese de benzemedi, ilginçti hemde çok ilginç.

Uyanıklıkla uyku arasında gidip gelmelerim oldu bir süre. Nedenini anlayamadığım bir öç duygusu kalbimin derin okyanuslarında öylece hissedilen bir rüya gibi beynimde yankı buldu. Beni benden ziyade kendi çıkmazına atan o aralık adeta ruhumu söküp ızdıraplar içinde bırakıp istediğini elde etmeye yakınken bıraktı içimi. Belki şimdi tam zamanı değildi.

Gördüklerim göreceklerimin sadece bir kısmıydı. Ya da o anda bana öyle gelmişti. Vurgun yemiş denizler gibi karanlığın fırtınası rüzgarı yokluk ile varlık arası hüzünbazlığı öyle yorgundu ki, elleri sürgün yemiş bir katil kadar kirli ve uzaklara gitmesi istenen bir kuş kadar farklıydı. Gördüklerim kapı aralığından beni öyle sarstı ki. Kendime gelemem sandığımda odamdaydım, yanımda o kitabım ve yazdıklarım vardı. Doğru yerde miyim diye düşündüm bir süre. Ama doğruydu bu yer ancak benim olabilirdi, renkler eşyalar duruşlar hepsi benim, bana ait çizgilerdi. Buna eminim.

Unutmaya çalışmak unutmanın yarısı olduğuna göre dışarıya çıkıp hava almak iyi gelebilir diye düşündüm. Çıktım. Yollar ikiye ayrıldı. Bende birinden yürüdüm. Yürüdüm, yürüdüm. O kadar düz ve ağaçlıktı ki bu yol. Sonu sonsuz bir masal misali nereye gideceği belli değildi. Bana da bu gerekliydi unutmam lazım çünkü. Az biraz daha ilerlediğimde kapıyı gördüm. O evin kapısını. Kapı aralıktı girdim, ocağı gördüm, üstünde yeni yıldan kalma karlar, umutlar, çığlıklar vardı, yaşam çığlıkları. Kaynaya kaynaya bir ömrü oluşturdu. Dile geldi duvarlar, masalar, hep mutsuzlukları anlattılar sürekli anlattılar. Dinlemek mecburi. Dinlemek keyif verici.

Derken bir yaşlı teyze indi yukarıdan. Merdivenler neredeyse çöktü çökecek o kadar eski ki görülmeye değer. Yaşlı teyzenin alnında çizgiler yüzünde hüzün dudaklarında tebessüm vardı. Bana uzaktan hoşgeldin dedi. Bizde seni bekledik. İyi ki geldin dedi. Ben çok şaşırdım, nasıl yani dedim, dememe kalmadan beni oturttu karşısına ve bir yaşanmış öykü anlattı. Dinledim zaten hiç ses çıkaracak halim kalmamıştı.

Hikaye şöyleydi.

Eskiden yani uzun yıllar önce bir çocuk dünyaya gelmiş anne baba çok mutlu olmuş sevinçlerinden içlerine sığamamışlar haykırmışlar dünyaya bebeklerini. Çünkü bu durum onların epeydir bekledikleri bir olaymış. Sonra her gün onunla ilgilenmişler başka bir şey düşünemez olmuşlar. Ardından bir gün o küçük çocuğun bir kardeşi olmuş ama anne onu dünyaya getirirken yaşamını yitirmiş. Babası buna çok üzülmüş ve aklına hakim olamamış. O iki çocuğu bırakıp kayıplara karışmış. Çocuklar evde yalnız dururlarken o teyze bulmuş çocukları ve birilerine evlatlık vermiş. O gün bugündür ne kardeşlerinin birbirinden haberi olmuş ne de babasından haber alınmış. Her şey bir muamma olarak devam etmiş gitmiş.

Ben bunları dinlediğimde kim bunlar dedim. Yaşlı teyze ise elinde bir takım kağıtlarla benim olduğumu söyledi o büyük çocuğun. Düşündüm ve çok şaşırdım. Ben miydim gerçekten, peki bensem babam ve kardeşim nerede? Ben içimden geçirirken bunları arkamdan sesler geldi abi ve oğlum diye. O an sesleri duyar duymaz yığılıvermişim. Uyandığımda tekrar onları gördüm bir süre araştırma yaptıktan sonra doğruları öğrendim. Ve tesadüflerin doğru, kaderin doğru, bu hayatta her şeyin olabileceği kanaatine vardım.

Her şey insanlar içindi. Her şey bir kapı aralığı ile başladı ve devam etti. Artık ne zaman bir kapı aralığı görsem korkmadan bakabildim korkmadan devam edebildim. Ve olmaz denenlerin bile olabileceğine inandım. Çünkü anladım ki her şey insanlar içindi...

27.01.12

27 Ocak 2012 3-4 dakika 17 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Hikaye içinde hikaye gibi olmuş biraz. Şaşırtıcı bir biçimde başlıyor gelişiyor ve sonuçlanıyor. Kutluyorum İlknur hanım tebriklerim size gelsin...👍