Kara

- Ben Ölü -
Ben öldüm
Ama gömülmedim
Kefenimde dikilmedi
Havasızlık beni öldürürken
yaralarımın gün ışığı arayışına gülümsüyordum
Ben öldüm,
Ve yaralarım hala sızlıyor.
Bir kaç dakikalığına ferahlamak istiyor içim
Zaten başıma ne hal geldiyse bu isteğimden geldi.
Biraz olsun ferahlamak için kaskımı çıkarmış olmasaydım
Kafatasımın bir bölümünü hala hissediyor olabilirdim
fakat çıkardım, yerin dibinden yer yüzüne kadar sıkışmış kuru toprak ve sert kayalar bedenimi 70 parçaya ayırdı, kafatasım tonlarca ağırlığın altında hal tüccarlarının elinden kayıp parçalanan bir karpuz gibi parçalandı, ama merak ediyorsanız kanım kokmadı, cesedimde... Havasızlık ve kimyasal gazların etkisi beni daha önce dünyada var olduğu kanıtlanamayacak kadar yok edip, çürütmüştü...
Cani katillerimse
Sıkmak için bir çuval nefret biriktirdiğim gırtlaklarıyla
Alçak kahkahalarını çıkarıp
yer kabuğunun üstünde yeni ihaleler uğruna
harcamaya devam ediyorlar...
Beni tanımıyorsunuz,
cildimi zekası Fenike tüccarları gibi sivri çiviler
yanaklarımın içinden diş etlerimi gösterecek şekilde parçaladı.
Tonlarca ağırlığın altında, hareketsizce gün ışığını hayal ederken
Paşoka'nın Hindistan'a hakim olmak uğruna katlettiği kardeşlerini düşünüyorum
Ve Çin Şı Huang'ı...
Hani şu 8 bin toprak askeriyle ölümsüzlük uğruna kendine dev bir mezar yaptıran çin hükümdarı...
öldürülmeden birkaç hafta önce bakmıştım,
Çin ressamlarına enselerinde bir sivri mızrakla çizdirilen
O mükemmel resmine...
Keçi sakalları naçiz olduğuna inandığı ellerine tutuşuk
Belki de bu dünyanın yaratılmasının tek sebebi benim der gibi
Korkutucu ve aksi bir yüz hatırlıyorum
Ezik kafatasımın geriye bıraktığı hafıza ile...
Çin Şı Huang'ı düşündükçe,
Eski hayatımı hatırlıyorum
Ve yaşarken aynalardan gizlediğim
O eski yüzümü özlüyorum, hatırlayamadığım aksi bakışlarımı da...
- Ben bir Sineğim -
O gürültülü cümbüşten beri ;
onun göğüs kafesini yol şeritleri gibi ezen taşların üstünde öyle lezzetliydi ki kanı, uzun bir vakit karnımı taşları emmekle doyurdum, ziyafet gibi...
Cesedinin üstünde dolaşıp, insanoğluna bir gürültü gibi azap eden o vız vızlı şarkıları söyledim günlerce...
Ama
Büsbütün vücudunun tüm parçalarının üstüne konan kuru toprak
Ve ağır kayalar, bedenine kolaylıkla ulaşmamı önlüyordu.
O gün,
O müthiş cümbüşün yemeğimi parçalara ayırıp, kafatasını bir karpuz gibi parçaladığına sevinemiyorum bile...
- Belki de en kötüsü -
Ruhları hala kanatlarını kımıldatırken, Yani yaşama dair müştaklar hala kendilerininken
Bedenleri bir insan tokadıyla ezilen,
Soydaşlarımın aksine,
Ölümü bir insana yapılan muameleye layık şerefle
Toprak altında can veren familyam için yaş döküyorum...
Ben bir sineğim,
Cümbüş kopmadan yarım saat önce buraya girdim,
Ve yemeğime göre çok fazla şanslıyım ki,
Dev, ve Uçları zekası bir Fenike tüccarı gibi sivri kayalara göre
Bedenim zemine yapışmak için fazla sıska...

- Ben Bir Zürafayım -
Ben bir zürafayım
Zürafaların ses telleri yoktur
ölülerinde...
Benim boğuk bir kişnemem var konuşmak için
ölülerinse gözleri...
Ama nice kıtalar, yüklü hafif bulutlar, ve revnaklı güneşler geçip ulaştı ki kulağımıza,
Ölümler ölüm beğeniyormuş kendilerine..
Oyuluyormuş ölülerin dilleri
yani gözleri...
Oysa biz,
Boynumuzun ölçüsü kadar büyükçe biliyorduk
ölümü gömmenin yolunun yaşatmak olduğunu
Ve bulanık ortaçağ pragmatistlerine inat
istemezdik böyle olsun. Dünyanın hiçbir yerinde...
Afrika hariç değil...
Ama oralarda,
-elbette ki çıkarlarından, ve ya hırslarından değil -
Her bir yeşilin, benliklerine doğanın huzurunu hatırlatmasından
Sevdiler insan yaşamından çok dolarları patronlarınız...
Şimdi tonlarca ağırlığın altında, karbondioksit soluyorken sizler,
Daha da bir çok, anlıyorsunuz aslında hiçte farkımız olmadığını
En acıklısı
Size tüm bu alçaklıkları yapan
Kahrolası katilinize
Bir küfür bile söyleyemeden
Hareketsizce yatıyorsunuz...
Ben bir zürefayım,
Zürefaların ses telleri yoktur
Ölülerinde...
- Ben bir Sincabım -
Ben bir sincabım,
Ve biz Sincaplar toprağın altına sakladığımız meşe palamutlarını nereye koyduğumuzu unuttuğumuz için her yıl binlerce ağacın yetişmesine vesile oluruz...
Ve belki de,
O garip insan şehirlerinde,
Azimlerini her şeyin üzerinde tutan
Ve bir fındık bahçesine rağmen, birkaç fındık için daha çabalayan insanlar vardır.
Ve onlar,
İşçilerini toprak altında unutan
katiller olarak
Biz sincaplara çok benzerler,
Bir karpuz parçalanması gibi toprağa kızıl etleri saçılan Kurbanlarına ağaç olmaları için dua etmeleriyle...

Beni annemden ve kuyruğu zalim bir avcı bıçağıyla sokumundan ayrılan babamdan ayrı buldular...
Ve tıpkı sizlerin cami avlularında bulduğunuz semiz, sevimli et güzellikleri gibi bir ağaç kavuğunda titrerken bulundum...
İtiraf etmeliyim ki ;
Üst kirpiklerim hayatımın hiçbir anında o gün ki kadar alt kirpiklerime dokunmadı... ( uykularda dahil )
Beni vefakar bir dişi sincap buldu,
Biz Sincaplar, diğer sincapların terk ettikleri bebekleri sahipleniriz, beni de kovuğumda dünyanın tüm kederlerinden uzak, doğan her canlının kainata attığı tek huzurlu bakışını atarken buldular...
Siz insanlar nasıl söyler ;
‘'İnsan yaşlandıkça, beyaz bir kumaş gibi kirleniyor dünyada''....
Sincaplarda öyle...
Beyazlığımı bende bulutlara verdim
Birkaç güneşli gün görüp, ısınabilmek için...
- Ben yeşilim -
Ben yeşilim,
Ölünüzün bulunduğu müşfik olmayan halinin
Çığlık bile atamadan düştüğü çığlık atılası akıbetinin
Uzanıp yattığı toprağım...
Ve de
Hormonlarına doğurganlık hissini veren bir rengin kendi nabızlarında ilhamını hissediyor ismim...
Ben yeşilim,
1,60 boyunda, karısına göre kurnaz. Patronlarına göre güvenilir Ve çocuklarımın gözünde ölümün gırtlağını sıkan bir kahramanım...
Efendim, cömertlikte kitaplar alemine bir tıp ansiklopedisi kadar geniş, Dürüstlük ve samimiyette sınırları gözlere zarar ormanlar kadar uzun ve büyükçe nasipliyim...
Bu nasipleri berrak ve geniş samimiyetimin
Bozkırlarına uzanıp söylemeliyim ;
Ölünüz benim en eyvallah zengini işçim idi.
Kötü sözlere ihtiyar kulakları takar,
İyi olan kelamı tırnakla çekerdi deliğinden yılanın...
Yazık oldu zavallı zatına,
Göz göze gelip son bir minnet bile edemeden
Bakacak gözleri bile kalmadı, ağırca sivri uçlu taşların, ve gaz birikmesiyle bir Moğol baskını gibi kafatasını patlatan
yüksek basınçlı gazlara, sanıyorum bir merhaba bile diyemeden 70 farklı kontluğa ayrılıverdi kafası...
Onu bu halde, kefensiz ve çürümeye mahkum bedeniyle bırakan pezevenk katilleri, yani patronlarıma gelince...
Ne madenleri için bir çalışma izni
Ne işçileri adına bir tedbirleri mevcut idi.
Zavallı garibanları, bana nasıl emir vuku edildi ise öyle çalıştırır, yevmiyelerini anlaşılan ücretin çok daha altında öderdim...
Adına Ekmek teknesi denilen her emek aracısının, bir ekmek fiyatını karşılayamadan verdiği hünerli emek, beni de bu gaddar eylemi gerçekleştirirken epeyce düşündürüyordu...
Sahi,
Dünya atalarımıza neden böyle bir ihanet etmişti
Ve bizler,
Neden ne ekersek, onu biçemiyorduk...
- Ben karayım -
Ben karayım,
Ben tüm bu ironik cümbüşün
Tek gerçek tanığıyım...
Beni ve uykularımı bütünüyle sahiplenen bu gerçekle beni daha fazla yaşatmayın...
yaklaşık 3 aydır parmaklarımdan ayırmayı unuttuğum tırnaklarım, yüzümü aksi bir kedi lanetiyle tırmalarken,
Bu insanı yaşatması zor tanıklığın ağır yükünü hissediyorum...
Ben karayım,
küçüklüğümde kosmos'a bembeyaz kalamayacağını hatırlatmak üzere kurulmuş bir çalar saat olduğumu düşünürdüm. Bu düşüncemden sıyrıldığımı size kanıtlayamam...
Her neyse,
Sizinle bu taşıması meşakkatli sırrımı paylaşarak hafifletmek niyetimdeyim...
1992 yılının son dönümüydü,
Bu sıralar, 4 yıllık lisans eğitimimi tamamlamış, memleketime dönüp
Şehrin en zengin enerji şirketlerinden birinin ocak işletmesinde maden mühendisi olarak staja başlamıştım...
Yeni işim adına bu söylediklerimi okuyan sizlerin okula başladığı ilk günün heyecanını bir an hissedip, duygularımı benimle paylaşabildiğinizi hissediyorum...
Lakin bu taze ve yeni heyecanlarla başlayan iş
düşündüğüm gibi gitmedi hiçbir zaman...
Patronlarım, madeni ruhsatsız işletiyor
Arada bir uğrayıp hal hatır sorar gibi denetleyen devlet memurlarına verdikleri rüşvetlerde cabası...
Üstelik bu rüşvet primleri, işçilerin yemiyelerinden kesiliyor, Ben ve yeşil bunu o zavallı garibanlara anlatmak için duygularımızı öldürüyorduk...
Nihayetinde,
O gün,
O büyük cümbüşün olduğu günü, ortaokul matematik öğretmenimden yediğim tokat gibi unutmuyorum, yanağıma değil de ta şurama, iman tahtamın bam teline vurulmuştu sanki... Acısını ömrüm boyunca hissedeceğime kanaatkarım...
Mesai 9.00 da bitiriyordu.
Saat 6. 30 civarlarıydı.
Giriş tavanını tutan iskelenin çöktüğünü gören işçilerin tümü ocağı boşaltmaya başlamıştı.
Hemen koştum... Yeni açılan bloğu kazan işçilerin bölmesine yaklaştım, çöken iskelelerin tozu dumanı, ve patlamanın etkisiyle blokların içine dolan zehirli gazlar ciğerlerime dolmaya başlamıştı.
Ve sonra son bir hamleyle içeri baktım,
Ve onu gördüm...
Elinde rehabilitasyon merkezinin bahçesinde çekilmiş bir çocuk fotoğrafı vardı. Muhtemelen oğluydu, Ve sonra karnına baktım, ciğerlerinde boşluk bırakmayan gazların göbeğini bir davul gibi şişirdiğini gördüm, henüz ölmemişti, fakat yaşamak adına da realist bir şansı yoktu... Her ne kadar ona yardım etmek istesem de hızla tükenen ciğerlerim beni de ölüme sürüklemeden kendimi süratle dışarıya attım... Ve hemen ardımdan tüm bloklar büyük bir hızla çöktü...
Dışarıda büyük bir telaş hakimdi,
Sonra çığlıklarıyla diğer tüm çığlık atan kadınlardan farklı bir kadın yaklaştı yanıma,
Yaklaştı... yaklaştı... Ve yakama sarılıp beni defalarca silkeleyerek bir adam fotoğrafı gözüme iliştirdi. Bu adam kocasıydı... Ve ben bu esmer elmacık kemikleri irice adamı birkaç dakika önce ruhunu teslim ederken seyrediyordum... Derin bir acı hissetmemek ne mümkün... Kadının yanında tekerlekli sandalyenin üzerinde kadının eteklerine sarılan bir de çocuk vardı, evet bu çocukta, adamın belki de bilinci yerindeyken baktığı gözlerinin içine güldüğü o fotoğraftaki çocuktu...
- Ben ölüyüm -
Ben öldüm,
Ama gömülmedim
Kefenimde dikilmedi,
Beni burada organlarımdan bağımsız halde bırakan katilim,
Tıpkı sincaplar gibi cesedimi nereye bıraktığını unutmuştu belki de...
Ya da ben ağaç olmayı becerememekle suçu üstlenen bir meşe palamudu olmuştum...
Ama biliyorum ki,
Beni değersiz bir toz bezi gibi kullanıp
cesedimi parçalar halinde çürümeye terk eden katillerimi
o büyük cümbüş toplantısında zevkle boğazlayacağım...
Onlara cehennemin en görkemli saraylarına kadar iyi bir yol arkadaşı olup, bedenlerini ateşle sulayacağım...
Ve siz,
Ben yerin 7 kat dibinde çürümeyi beklerken,
Benden ve kahrolası alçak katillerimden hiçbir zaman haberdar olamayacaksınız...
Ne acı...

02 Mayıs 2015 10-11 dakika 4 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar