Kardelen Koydum Adını
( bu hikâye hepimizin )
Karanlık çökmek üzereydi. Havada keskin bir soğuk, üşüyorum. Üzerimde manto, ayağımda çizme, sıkı giyiniktim oysa. Şehrin kalabalığında, hızlıhızlı yürüyor, alışverişi bitirmenin rahatlığı içinde, aracıma gidiyordum.
Bir an da, o keşmekeşliğin arasında, bir çift siyah göz ilişti gözüme. Yürümeğe devam ettim bir müddet, aniden durdum sonra... insanlar durdu, hayat durdu sanki o an. Geri döndüm birden, iğne atsan yere düşmeyecek. Ne kadar kalabalıkmış caddeler meğer. Geçtiğim yerleri zihnimde canlandırarak yürüyor, enufak ayrıntıya bakıyordum...
Ve buldum. Buldum işte. Ellerime zor sığan paketleri bırakıverdim oracığa. Etrafımdan bir sürü meraklı gözler geçtiler.
Oradaydı. Bir çatı altına sokulmuş, köşede duruyordu işte... Donmuştum adeta. Öylece kalakaldım. Aklımdan neler geçiyordu kimbilir. Ani bir hareketle koştum, gözgözeydik. Sekiz, bilemedim dokuzu gösteriyordu yaşı. Altında pazen bir altlık, üzerinde sağı solu yırtılmış, kolu kısa gelen bir kazak. Küçücük yüzünde, soğuktan kızaran burnu gözüküyordu sadece. Gür saçlarında, bir o kadar gür karlar birikmiş. Adeta camdan bir biblo da , konmuştu oraya. Etten kemikten değildi sanki. Elinde tuttuğu mendil paketi, bir haylidir elinde olacak ki, kar onu da örtmüştü...
- mendil
dedi usulca. Çocuklarıma aldığım marka kazaklar geldi aklıma bir an, poşetlerdeki... utandım, kıpkırmızı kesti yüzüm...
Ani bir hareketle, mantomun düğmelerini açmaya başladım. Sanki yetişmiyordu zaman, elime ayağıma dolanıyordu saniyeler. İşte son düğme. Çocuğu kendime çektim, mümkün olsa etimin içine yerleştirecektim, sarıldım. Mantomun önlerini kavuşturdum telaşla, ayakları dışarıdaydı oysa. Eşiğe oturup, kucağıma sığdırdım. Bir dirhem soğuk gelmesin diye büzüldük öylece. Bir ara mantomun yakasından görünen küçük siyah gözleriyle karşılaştım. Garip bir huzur, ezik bir tebessümle öylece baktı bir müddet. Saçlarında eriyen karlar süzülüyordu yanağına. Hücrelerimin bütün gücüyle, ısıtmaya çalışıyordum. Nafile, nafile, nafile.
Kalktım birden, 100 mt ötede bir hastahane ilişmişti gözüme. Âlem kalktı sanki benimle. O kadar hafifti ki kucağımda bir an durup kontrol ettim. Orada mı diye? Mantomdan dışarı sarkan incecik ayaklarını topladım usulca. Zamana karşı yürüyordum adeta. Yol uzuyor uzuyor, kulağımda motor uğultuları, korna sesleri, insan seslerine karışmış. Sanki mahşer. Çarptığım her kişi, beni bir an daha geri sürüklüyor gibi.
İşte, işte oradaydı. Bir kaç hamle, bir kaç adım. Dayan, küçüğüm. Demir kapıyı omuzladığımı hatırlıyorum.
-ne olur dedim. --ne olur bir yavrucak var kucağımda. Emanet ederken doktorlara, uyandı. Beni aradı gözleri. Bir kelime döküldü ki dudaklarından dünya üzerime çöktü birden.
- ( anne )
ne eve gitmek kalmıştı aklımda, ne poşetlerim. Eşimi aradım. - gecikebilirim.
Yarabbim yine zaman vardı önümde duvar mı duvar. Sessizliğe bürünen hastahanenin saati balyoz gibi iniyor, ruhuma. Adını bile bilmediğim, o küçük siyah gözlere dua ediyorum. Günlerdir açmış meğer. Bilmem ne seviyesine düştüş, kanındaki bir şeyi. Anlamam tıp dilinden .Kapı önünde bekliyoruz, duvar saati ve ben. Arada biri gelip,
-kahve alır mısınız? diyor.
kahve alıyorum. Kahve ağacı çıkacak içimden...
Adı sanı yok. Kayıt düşülmemiş sanki. Sanki düşler içinden gelmiş gibi. Şaka gibi sanki. Aciz kalıyor görevliler. Bunlardan çok var diyor biri. Yazın neyse de, kışın çok oluyor böyle...
"bunlardan çok var" utanıyorum. Yerin dibine geçiyor anneliğim, insanlığım nerede?
Kayda giriyor.
Adı: sokak çocuğu
kimsesizler mezarlığına sevki uygundur...
göreyim diyorum bir kere, yanındayım. Kelimeler yok, kelimeler kaybolmuş zihnimde, elini tutuyorum usulca, bütün geç kalmışlığımın utancıyla, ağlıyorum...
Ezan okunuyor, uyuyan şehrin ufkuna. Yaslıyorum bedenimi Eyüb Sultan duvarına. Kurşun yatağı gibi boğazım, ağlayamıyorum. Ağlıyorum oysa.
Neden? Neden ezandan ezana açılır oldu kapılarınız? Evlerdeki misafir odaları gibi soğudunuz.
Biz, bize
kapılarımızı ne zaman kapattık yarab!
Ne zaman alındı ellerimizden, sıcak çorba taslarımız.
Ve ne zaman unuttuk yetim başlarını okşamayı?