Kavga

Virane'nin sakin zamanlarından birisi, yaz sıcağında kavrulan bir öğle sonu, tam dokuz kişiyiz. Üç masaya dağılmışız. Dede ile beraber, Işıl'ın malum sorunlarını yok etme çabası içindeyiz. Hava sıcaklığının da tesiriyle sıkıntılı bir hali var. Oflayıp puflamakta... Onun hayata sıkıca tutunabilmesi için desteğe gereksinimi var. Yeterli dinginliği yakalayabilse, bunu sağlayacak kişiyi kazanabilir ama bir ânı bir ânını tutmuyor. Aldığı ilaçlar, önce sakinleştiriyor, sersemletiyor, sonra anlamsız bir heyecan ve sıkıntı içinde bırakıyormuş. O duruma geldiğinde, yere göğe sığamaz oluyor. Ona hem çok acıyoruz hem de katlanamaz oluyoruz.

Bu arada, Halit, Ayşe'nin aşkıyla yanadursun, Nazan'la Levent'in nikâh işlemleri başlatıldı. Kâğıtlar askıya çıktı. On beş güne nikâhları var. Nikâh muameleleri sırasında Levent, Nazan'ın gerçek yaşını öğrenince çok fena bozulmuş. Aralarında büyük bir kavga olmuş. Her şeyin bitim noktasına geldiklerinde soluğu Virane'de aldılar. Her ikisi de hırsından burnundan soluyordu! Ter içindeydiler. Kaşları çatık, yüzleri karanlık, durumları hiç de iç açıcı değildi. Nazan süklüm püklümdü. Yarım yamalak bir selamlaşmadan sonra, birer sandalye çekip oturur oturmaz, özel görüşme istemeden, Levent hemen konuya girdi. Heyecanına, asabiyetine, gözlerini ve burun deliklerini açışına bakılırsa, isyan halindeydi. Birdenbire içini boşaltmak istiyor olmalıydı:

_ 'Nasıl olur, dede? Bu kız bana bugün yalan söylerse, ben bununla nasıl yola çıkacağım? Ben de zannediyorum ki benden bir yaş küçük... Şimdi ben buna abla mı diyeceğim? Evliliğimiz boyunca bana tahakküm mü edecek, büyük olduğu için? Bir ailede erkek büyük olmaz mı? Beni neden kandırdı? Böyle sır olur mu? Bu tür bir sırra benim saygım olur mu?'

_ 'Daha söylememiş miydin, Nazan? Neden? Ben sana ne demiştim?'

_ 'Aramızın bozulmasından korktum ve yalan söylediğim için çok utandım da ondan, dedeciğim.'

_ 'Şimdi daha mı iyi oldu? Sen söylemeliydin. Senden duymalıydı ve ne olacaksa biz İstanbul'a gitmeden olmalıydı. Madem sözümü dinlemeyecektin, bana neden danıştın? Bildiğinizi yapacaksanız, bundan sonra beni boşuna yormayın!'

_ 'Özür dilerim, dedeciğim. Levent'ten de özür diledim. Bu yalan ona özel söylenmiş bir yalan değil. O zamanki durumda söyleme gereği hissetmiştim. Çevremde, insan psikolojisinden anlamayan, ruhsuz ve şımarık kişiler vardı. Bir genç kız olarak aşağılanmaya dayanamazdım. Mecburdum. Sonra da söyleyemedim. Daha başlangıçta beni yalancı olarak damgalanmasından çekindim. O zaman, ilişkimiz başlamadan bitecekti.'

_ 'Levent, sen de izam etme! İnsanlar yirmi yaşını geçtiler mi büyük küçük ayırımı kalmaz. Sadece yetişkin birer ferttirler. Nazan'ın yaşı kimseyi ilgilendirmez. Fiziğini müziğini beğendin mi, beğendin. Tamamdır. Eskiden, kızları karşıdan bile göstermezlermiş. Düşün; evleniyorsun, duvağını kaldırmadan bilemiyorsun nasıl bir kızla evlendiğini! Senin namına başkaları görmüş, beğenmiş. Huyu suyu nasıldır, hiç bilmiyorsun. Geçinebilir misin, geçinemez misin? Bir kazan yemeğe, rasgele bir kaşık daldırıp, ağzına sokacaksın; ne çıkarsa, bahtına!

Peygamber Efendimiz, akranları küçük yaşlarda evlendiği halde, yirmi beş yaşına kadar evlenmedi. Daha önce evlilik yapmış olan Hazreti Hatice Annemiz kırk yaşındayken evlendiler. Aralarında tam on beş yaş fark vardı. Ne olmuş, senden birkaç yaş büyükse? Sünnettir, evladım. O, evlilikleriyle örneklemeler yaptı. Eşlerimiz çok küçük de olabilir, çok büyük de...'

_ 'Ama dede... Erkeğin yaşça daha büyük olması gerekmez mi evliliklerde?' diye kıkır kıkır güldü, Işıl.

_ 'Karıştırma sen de oradan! Ne biçim kızsın sen ya? Biz burada arabulalım diye çalışıyoruz. Yangını söndürelim diye... Sen de körükle geliyorsun. Bir de benzin dök üstüne de tam olsun!'

_ 'İnsanlar anlaşabildikten sonra hiçbir şeyin önemi olmamalı. Biz gayet iyi anlaşıyoruz. Ne alakası var yaşla başla? Ne kızlar var, yaşları küçük ama koca kadın gibiler. Benim tipim minyon... Elim yüzüm de düzgün. Beğenen beğenmiş. Sen kendini beğendirmeye bak.' dedi Nazan, o hırsla.

_ 'Ama ben senin gibi kart küçük değilim.'

_ 'Gerçek yaşının ne olduğunu bilmiyorum ama sen benden büyük görünüyorsun. Belki de büyüksün. Hem zaten okul değiştirmişsin. Mutlaka büyüksündür.'

_ 'Ben senin gibi yaşımdan utanacak sap salak değilim. Günü gününe yazılmışım, yaşım da gerçek yaşım... Sizi köylerde, iki yaş geç yazdırırlar nüfusa. Babalarınız ne zaman şehre inerse, o zaman... Oğlanları da geç askere gitsin, o zamana kadar tarlada çalışsın diye en az iki yıl geç yazdırırlar. Sonra da kızları küçük yaşta satarlar, inekler gibi... Sana başlık parası da vermez bunlar. Alsınlar yeter! Alsınlar, başlarına belayı! Hah hah ha!'

_ 'Boyun uzun, aklın kısa... Bodur tavuk, daim piliç... Sen kendine bak! Otuzuna gelmeden çökersin sen! Bir avuç koca karı olursun, yabancılar gibi... Bir Allah'ın kulu arkadaşlık teklif etmiyor sana, şerrinden!..'

_ 'Senden güzelim ya ona bak! Kıskandın değil mi? Hem senden de küçüğüm. Yalancı değilim, en azından! Kendini ?çıtır' diye yutturdun değil mi çocuğa? Sen otuzuna geldiğinde, fıstıklara bakacak o! Onu da düşündün mü? Onu elinde tutamazsın. Evliliğin süresince kıskançlıktan çatlayacaksın! Oh! Nasıl da çıktı yalanın! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar! Hah hah hay!..'

_ 'Şimdi kalkarsam, saçını başını yolarım senin! Ağzını topla! Kıskanç! Evde kalmış! Yüzüne bakan yok, kötü bir ruhun var senin! Herkese sataşıyorsun. Hepimize bulaşıyorsun! Seni idare etmekten bıktık, ya! Dede, atsana bu deliyi aramızdan!'

_ 'Yakışıyor mu size? İki münevver bayan... Allah Allah! Bu ne yahu? Başka işiniz yok mu sizin? Durduk yerden kavga çıkardınız. O onu yer, bu bunu yer... Dağda kurt dalaşır, gelir bana bulaşır! Kavga yasak burada!.. Son kez söylüyorum!

Zıt fikirlerde olabilirsiniz, o anda herhangi bir nedenle birbirinize çok kızmış olabilirsiniz. Biz medeni insanlarız. Fikirlerinizi özgürce söyleyebilirsiniz. Tartışarak, bazı gerçeklere varabilirsiniz. Fakat birbirinizi kırmadan, nezaket ve edep çerçevesi içinde... Hele hele hakaret, aydın kişilere yakışmayan bir davranıştır.

Pehlivan, tartışmada sükûnetini muhafaza edebilendir. Sinirlenen, haklı da olsa tartışmayı kaybetmiştir. Sesi yüksek çıkan, haklıyken haksız duruma düşer. "Pehlivan, gayzını yutabilendir." diye bir hadis vardır.

Burada; insana, insanca davranılır. Hiç kimse aramızdan atılmaz. Gruplardan, atılan kadar atan da zarar görür. İnsan, misafir edilmeye; misafirse, baş tacı edilmeye layıktır.

İki kişi tartışabilir, hatta kavga da edebilir. İnsanlar, konuşa konuşa anlaşırlar. Asabiyken başka düşünürler, sakinleşince başka... Önce ayrılın bakayım. Işıl, sen kalk, başka masaya git. Orada biraz otur, aklını başına topla, sakinleş biraz, sonra gel! Nazan, sen de bir kelime daha edersen ona, karşında beni bulursun!

Kötü insan yoktur. Kazanılamamış insan vardır. Arkadaşımızın birisi yanlış bir yolda veya yanlış bir inanç içinde olabilir. Ona; iyiyi, güzeli, doğruyu sabırla, sakin sakin, yılmadan, yorulmadan, bıkıp usanmadan anlatmalı, onu kazanmaya çalışmalıyız.

Peygamber Efendimiz, kendisine o kadar düşmanlık ve eziyet eden Ebu Cehil'in ayağına bile defalarca gitti. Ne menfaati vardı? O cennete gidecekti de ona yer mi ayıracaktı? Zaten cennetle müjdelenenlerdendi, peygamberdi, ismet sıfatı vardı. Neden? Merhametinden... İnsanların doğru yolu bulmaları ve kurtulmaları için kendisini yedi, bitirdi, helâk etti! Kendisini böylesine harap etmemesi için ayet indi.

Arkadaşlar, lütfen sakin olun! Kimse bir yere gitmeyecek. Sanki gidince sorun hallolacak mı? Neden bir aradayız? Neden çayla şeker bir arada? Biri birini tatlandıracak da onun için. Karışım olmak için bir aradayız. Alaşım olabilmeyi ümit ediyorum. Hümanizmi, acımasız ve vampirleşmiş milletlere mi bırakacağız?

Biz Türkler, örnek insanlar olmak zorundayız. Güzel duygularla dolmak ve bunları sadece seçtiğimiz, sevdiğimiz bir kaç kişiyle değil, milletçe paylaşarak yaşamak mecburiyetindeyiz. Hepimiz, hepimizi sevmek zorundayız. Ağaca, kuşa, taşa, böceğe, yılana kadar... Hepsini, her şeyi... Her yaratılanı, bizi Yaratan yarattığı için onlarla bir ortak yanımız var. Hepimiz yaratığız. Allah'ın yarattığıyız.

Toplumda, daima güzel hal ve hareketler içinde olmamız gerekir. Size: 'Tartışmayın!' diyen yok. Seviyeli bir tartışma olsun. Mademki aydın kişilersiniz, en okkalı sözü, en güzel üslupla söyleyebilirsiniz. Hakarete gerek yok! Hakaretten ağır sözler vardır. Hiciv vardır. Mizah vardır. Elimizde Türk Dili gibi muazzam bir servet var. Atışma yapın, taşlama yazın!

Umarım bana hak verirsiniz. Ben, ikinizi de hoş gördüm, affettim. Misafirlerimsiniz. İkiniz de canımsınız. Nasıl gönlüm razı olur, birinizin incinmesine? Beni de üzmeyin! Duygusal insanlarız. Gözlerimiz doluverir. Siz de birbirinizi hoş görün ve affedin. Işıl, gel buraya! Nazan, sen de ayağa kalk! Sarılın, öpüşün bakayım! Kul hakkı diye de bir şey var ki çok ağır bir yüktür! Ondan sakınalım! Birbirinizden özür dileyin, helalleşin ve olanları unutun gitsin!

Levent, sen de Nazan'la tokalaş! Barışın bakalım! Küçücük şeyleri mesele haline getirmeyin! İnsan ömrü kaç yıl ki? Zaten gitti yarısı! Kimin, ne kadar ömrü kaldı, kim bilir? Belki yarına çıkamayız. Aramızdan biri ansızın ölse, vicdan azabı çekmeyecek misiniz? 'Onu neden kırdım, keşke yapmasaydım, madem oldu, özür dileseydim, gönlünü alsaydım, helalleşseydim!' diye pişmanlık duymayacak mısınız?

Dünya üç gün... Dün, yaşandı ve bitti. Yarın gelmeyebilir. O halde elimizde sadece bir günümüz var. O da bugün. Bugün mutlu olmaya çalışalım!

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ

28 Haziran 2010 9-10 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar