Kaybedenlerin Dansı - 2
Kızını yanına alıp uzaklaştı Pınar geçmişiyle karşılaştığı rıhtımdan. O sökülmüş bir krallığın izinden giderken kelimeler ve imgeler peşinden onu takip etti. Aşk yenilgiyi kabullenme halidir diye geçirdi içinden ve mazgaldan uzanan eli gördü. El, yazılmış mektup kokuyordu. O yürüyeceği, biri az önce gitmiş gibi duran yolda onu bekleyen hayal listesini bulabileceği bir rüya pazarının talihsiz düşüyle bıraktı kendini bilincinin sularına. Bilinç onun geleceğini bütün düş sakinlerine duyurdu.
Adı olmayan sokaklardan geçerken
her hangi lanet bir evin penceresinden
yüzünü uzatacakmışsın gibi umutla bakınıyorum
ellerimin ucu yanıyor soğuktan
Bu düş şöleninde bıçak sırtında gezinen
bütün usta saklayıcılar, resimler, heykeller
ve şehrin meydanında zamanın dilsiz sözcüsü
buz gibi bakışlarıyla bir saat kulesi,
hep görmezden gelinmişliğinin intikamını
benden alırcasına ruhuma komşu olan o saat kulesi,
el işaretleriyle susuyor;
burada her şey sonradan anlaşılmalar vakti, bunun için bir odam bile var
Şimdi orada ıssızlık kaçı gösterir ki; -burada-bende-saat siyah buçukken.
Şimdi her şey masada bırakılmış bir mektubun krallığında
eski bir kaybetme dansı; tek kişilik
ama sen hiç bir yere basmadan mı gittin,
yeryüzünün ayarıyla oynayan bir dinden kovulmuş
yol haritacısı mısın
çizgilerde hiç bir rakam olmadan
hiç bir uzunluk birimi olmadan
nasıl hesaplarım kaç kilometre ettiğini ihanetimin
ve tamam anlıyorum her akşam cinayet haberleriyle
masama oturan bir meleği takışını peşime, -ama ben
onun kanatlarını kırdım sırf senin
gitmek denen o iyi huylu tümörüne
kâğıttan bir turnayla katkıda bulunmak için, biliyorum önemi yok, ölü bir turna...
İzlerinle yaptığın gizli anlaşmada kumlar mı vardı
ağzım ve yanağım çamurlaşıyor her geçen gün
gözyaşının tarihinde hiç insan yok mu ki
hep anı kovanına sokulmuş bir yüreğin marifetleriyle
alaşağı edilmiş aşkın şiirle temizlenebileceği
yalanını uyduran şairlere inanıyor herkes
yalan tanrının insanlara en büyük armağanıdır
-insanlar armağan almayı hep sevmiştir bu yüzden.
Pınar, Murat'ı hiç bir yerde bulamayınca adım aralarına tire-koyarak onun annesine gitti. Annesi onu yaşlı bir parantez içinde karşıladı.- ve oğlum kayıp, nerde olduğunu bilmiyorum, onu üzdün mü yoksa dedi. Pınar, ağzında bir toplumun alt kültürünü kekeledi. Cümleyi toparlayamayınca sustu. Noktalama işaretleri birbirine girdi. Annesi anladı. Hiç ünlem kullanmadan onun bir sırrını anlattı. Canı bir şeye sıkıldığında insanlardan uzaklaşır, çok kırılgandır, ama başkasını asla kırmaz dedi. Sonra Pınar'a kahvaltı hazırladı. Murat'ın kahvaltı yapmayı çok sevdiğini söyledi. Onun sevdiği her şeyi yapmak istiyorum diye düşündü Pınar. Nereye giderdi mesela üzüldüğünde? Hiçliğin kendini edebiyatın bayrağı gibi gördüğü bir tepeye. O tepeyi bulmak o kadar da kolay değil. Ama sen ruhundaki hasarın tazminat talebinin zamanaşımına uğradığı listeye bak, orası karanlıksa, eğer karanlığın dibiyse orası, bir ışık damlar merdivene taze kan gibi, -basıp çıkarken evlatlık yıldızların memleketine,- düşmemen için. Ve Pınar hızını yanına alıp çıktı oradan derin düşüncelerin ayaklarıyla;
Belki de bir dağın acemi gerillasıdır şimdi o
ilah kullanmasını bilmeyen henüz.
düzenin düşmanı bir şairin
koynunda özenle taşıdığı bıçaklanmış komünist adayı halkı;
mısra aralarına gizlediği proleter koro.
bir gün gelip onun da üstünde resmi basılı ti-şortlarını
giyer belki yeterince dev olmasa da yarı asi bir gençlik
ama aşk olmadan o dağların adı bile
haritada kahverengidir sadece; mahsulsüz toprak gibi
aşkın tozları yoksa eğer atmosferde tabakalar delinir
ve herkese benzemek yandaş bir gazetenin
kötü bir düzyazısının konusu olabilir ancak.
Kendi yokuşumda uzunca bir yürüyüşten sonra
ruhların bedenlere cirit atmayı öğrettiği bir pazarda buldum kendimi
'sen dayanacak birilerini ve bir şeyleri bulmadan yaşayamazsın'
der gibi baktılar yüzüme duyguların seyyar satıcıları
sonsuz bir düşüşün kestirme anlatımlarını döktüler üstüme
ve hayatında hiçbir dil öğrenememiş tembel bir göğe
kalçalarını açıp-erkeklerin cinsel oyuncağı olan
Emma Bovary'nin hayaletiyle karşılaştıktan sonra, benimle ne ilgisi var ki,
birbirlerine rüyalarını anlatan yaralıların
çikolatadan yapılmış evlerine sığındım
onlara içimin rengini sürdüm benimle dost oldular
unutulmak dört tarafı kumdan sözcüklerle çevrili bir yara parçasıdır
diyerek beni de aralarına alıp alnımdan öptüler.
alnım bayram yeri gibi oldu.
