Kelebek (S)eslisi

İzimi ona kaybettirmeyi dilercesine ve deli gibi koşuyordum ardıma bakarak. Geliyor mu, beni takip ediyor mu korkularımı da peşime takarak merak ediyordum. Bir yanım gelse ne olur ki, en fazla ne yapabilir ki diye düşünerek korkularımı bastırmama yardımcı oluyordu. Diğer yanım ise onun yanıma yaklaşması ihtimaliyle bile ödümü yerinden kopartacağına dair yemin etmişçesine kalbimin hızlı çarpmasına neden oluyordu. Korku neydi ve nasıl bir şeydi? İnsanı zehirli yanıyla nasıl oluyordu da esir alıyordu? Korkularımız geleceğimizi maskeleyen bir balo organizasyoncusuydu sanki. "Git! Yaklaşma! Git!" diyerek çığlıklarıma da yer verdim korkularımla. Tam o sırada önümü göremeyince yere kapaklandım. Caddenin ortasında hayat gailesini peşine takıp kendi rollerini oynayan insanların bir çoğu bana bakıyorlardı şimdi. Neden kaçtığımı, kaçtığım şeyin ne olduğunu bilseler bana kahkahalarla gülerlerdi. Bozuk çalan yanımla hanımefendi esaslı duruşumu ringe çıkarmış gibi bir Eda'yla yerden kalkıp saçımı başımı, üstümü düzelttim. Tokam çıkmıştı saçımdan ve nefes nefese kalmıştım. Yere düşen tokamı yerden alıp ciddiyetle çantama koydum. Çantam toz toprak içinde kalmıştı. Peki bütün bu aksiyona değer miydi şu yaptığım? Hep ama hep bunu yapardım. İşte bunu! Kendimle kavga ederdim, düşüncelerim düellolarını asla bırakmazlardı. Başımı yastığa koyduğumda düşünce melodileri gecenin ninnisi olurdu çünkü ben düşünmekten uyuyamazdım. Dedikodu Çan'larını sonuna kadar çalan iki genç kız yerden kalkıp kendimi toparlamaya çalışışıma kıkırdarcasına gülmüşlerdi. Emin'im yaşları benden küçüktü, bir de neden böyle deli gibi koştuğumun sebebini bilselerdi kahkaha kriziyle ahbaplıklarını sayemde daha çok ilerletirlerdi. Gençlik nereye gidiyordu böyle? Düşene gülünür müydü? Yerden kaldırsalardı ya bir zahmet diye iyi niyet koşusuna çıkaracaktım ki düşüncelerimi, o yine yaklaştı bana. Tabana kuvvetin üniversite sınavındaki taban puanlarına denk olamayışı vız geldi saçma karşılaştırmalarımı cebime koyarak yine deli gibi koşmaya başladım. Mirkelam yanımda halt ederdi, klibini unutturan bir ben olurdum maraton koşucuları beni ayakta alkışlarlardı bu halimi görebilselerdi. Bir kafeye girip kafede soluklanmaya dair kilit düşüncelerim ilk gördüğüm kafeye adım atmama sebep oldu. Siparişimi almak için başucumda bekleyen kirli sakallı, yeşil gözlü garson nefes nefese kaldığımı fark edince su alır mıydınız diyerek iyi niyet bayrağını kaldırdı.

"Teşekkür ederim, lütfen..." diyerek derin bir nefes aldım.

Garson su getirip yine tepemde dikilince kana kana içtiğim suyun şükür dedirten anlarında nescafemi söylemek için ağzımı açtım ki onun buraya da gelmiş olduğunu görüp yerimde kıpırdanmaya başladım.

"Şey... sıcak değil mi acaba? Şu pencereyi açsanız da..."
"Tabii, tabii efendim." derken garson, gözlerime şaşkınlıkla baktı.
Buradan çıkıp gitsin diye dua ediyordum. Bir şey yiyip içecek isteğim de kalmamıştı, buradan da bir an önce gitmek istiyordum ama öylece kalkmak da müşteri hassasiyetine pek yakışmıyordu.

"Ben şey... hesabı ödesem iyi olacak galiba"

Tereddüt denizi beni boğuyor gibiydi.

"Bir şey almaz mıydınız hanımefendi?"
Arkama bakarak "yok, teşekkürler" dedim ve içtiğim suyun hesabını ödeyerek kafeden hızlı adımlarla çıktım.

Bu neydi böyle, gittiğim her yerde beni takip mi edecekti? En iyisi eve dönmekti, ev daha güvenliydi. Koşuşturmayla geçen günümün geri kalanı en azından korkumdan arındırmış bir şekilde beni rahatlatacaktı.

Hem ev şunun şurasında neredeydi ki? Yakındı. Yakın yer her zaman tercihimdi.

Evin kapısından içeri adım attığımda ter içindeydim. Acilen yatak odama doğru yürüyüp korku dolu geçen günümü unutmak istedim. Ama o da neydi? Tam karşımda duruyordu. Ta kendisiydi! Bezgin bir halde yatağıma oturup durumumun vehametini idrak kabulüne geçmeye çalıştım. Ağlayacak gibi olurken bana yaklaştığını hissettim. İyice yaklaşıyordu, yaklaşıyordu, odamın kapısından hole doğru kaçmaya yeltenirken birdenbire üstüme kondu. Kapımın eşiğine çöküp ağlar gibi oldum, adeta çocuklar gibi...
Omzumdan elimin üstüne konduğunda artık yapacak hiçbir şeyimin kalmadığını kabullendim.

"Benden neden kaçıyorsun saatlerdir? Ben sana sadece Uğur, mutluluk, şans getirmeye geldim. Şaka yapıyor olmalısın. Sen, gerçekten benden korkuyor Musun?"

Duyduğum sözler beni elime konmasından daha çok şaşırtmıştı.

"Konuşan bir kelebek!"
"Kelebekten korkan yetişkin bir insan!"

Kelebek bana hakaret etmiş gibi dudağımı büzüştürdüm. Şu an elimin üstündeydi bütün kocamanlığıyla ve ben öylece bakakalıyordum ihtişamına.

"Neden korktuğumu Bile bilmiyorum aslında."
"Korkunun nedensizliği, nedenleri yaratıp gerçeklerin farkına varıncaya kadardır. Sen mucize sahibi olmaktan korkuyorsun. Şanslı olmaktan, güzel olmaktan, Çalışkan olmaktan, gerçekten sevilir olmaktan; gerçekten sever olmaktan, gerçekten yaşamaktan... sana mucize getiriyorum, güzelliğimle seni seçiyorum sen sabahtan beri kaçıyorsun."

Elimin üstündeki kelebeğe bakakalmıştım, elimin üstünde duruyorken artık korkmadığımı fark ettim. Peki gün boyu o kaçış da neyin nesiydi?

"Neden ben?"
"Neden benden?"
"Ne, neden senden?"
"Peki, ne neden ben?"

Sorularıma soruyla karşılık veriyor kanatlarını hareket ettiriyordu.

"Neden bana geldin, yani neden bana şans getirdin?"
"Peki, sen neden benden korkmayı seçtin?"

Onun sorduğu soruya benim bir cevabım yoktu. Ama benim sorduğum soruya onun bir cevabı vardı.

"Çünkü hak ediyorsun."

Bana bunu söyleyip açık bırakılan balkon kapısından uçup gitmişti...

19 Ağustos 2017 5-6 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar