Kimler Suçlu Acaba?

Nefes almayı sevdiğim şehirde, İstanbul'da, güneşin insanlardan yüzünü saklamadığı; aylardan neşe, günlerden huzurdu. O sabah her şeyin istediğimden iyi başladığını
hissederek kalkmıştım yatağımdan. Gözümü ilk açtığımda yatağımın karşısındaki pencereye konmuş bir güvercin selamladı beni. Biraz ürkekçe başını sağ sola sallıyor,
güzel bir gün geçirmemi temenni ediyordu kanımca. Bense gece geç yatmış olmamın vermiş olduğu hafif ve tatlı bir yorgunlukla yatağımın sıcağından kopmak istemiyordum.
Sonunda tüm cesaretimi toplayıp kahvaltı yapmak için yatağımdan kalktım.
Kahvaltıdan sonra İstanbul'u solumak için dışarı çıktım. Önce Kadıköy'de dolaştım biraz, oradan da Beşiktaş'a geçmeye karar verdim. Sabah yatağımdan kalktığımdaki duygulara inat tüm hüzünler üzerime üzerime gelmeye başladı bir an. Vapura binmek için sahile doğru inerken, insanların ezmemek için çalıştığı ve yanından geçerken sanki bir insanlık suçu işliyormuş gibi suratına baktıkları bir adam gördüm. Kaldırımın bir köşesinde ince bir kartonun üzerinde oturuyordu ıslak kaldırım taşları üzerinde. Üzerindekiler elbise denemeyecek kadar perişan haldeydi. Ayağında naylon ve kartondan bozma iplerle tutturulmuş sözde ayakkabısı vardı. Birbirine karışmış saçı sakalı arasında uzaklara bakan yemyeşil gözleri biraz pişmanlık biraz da çaresizlikle bakıyorlardı. Sadece ama sadece gözlerine bakmak bile onun aslında ne kadar uzaklarda yaşadığını söylüyordu insanlara. Bedeni buralardaydı ve sadece bedeni için ağlıyordu ıslak kaldırım taşı üzerinde ?açım? diyerek. O an sordum kendime; zaman ve insanlar arasında biçare kalmış bu adamın bu halde olmasında kimler suçluydu acaba?
Sabahki neşemi bozan bu duygulardan bir nebze kurtulabilmek ümidiyle kendimi Beşiktaş vapuruna attım. Dalgaların kükreyici sesi, şehrin tarih kokusu bir kez daha aşkımı depreştiriyordu bu şehre. Beşiktaş'tan Taksim'e çıkıp Beyoğlu'nda mutlu insanların arasına karışınca günüm neredeyse sabahki kıvamına geldi. Son noktayı koyan ise akşamüzeri dönerken Dolmabahçe'nin önünde yaşadığım bir olaydı.
Başının ve sonunun nerede olduğu bilinmeyen bir nehir üzerinde akan insanlar, yaşlı bir teyzenin amanları duymuyorlardı. Aynı isteği benden de diledi yanından geçerken. Bir an bedeni ıslak kaldırımda kıvranmakta olan o adam aklıma geldi ve durup geri döndüm teyzenin yanına. Ne istediğini sorduğumda; utangaç bir yüzle, son parasını yanlış bir otobüse binip harcadığını ve benden bir otobüs parası isteğini söyledi. Gözlerinden insanları utandıracak iki damla süzüldü. Yanaklarına kavuşmasına izin vermeden hemen sildi o iki damlayı. Ben ise bir an tereddüt ettim doğruyu söyleyip söylemediğine. Çok duymuştum insanların nasıl kandırıldıklarını İstanbul'da. Her şeye rağmen teyzenin ihtiyacından fazlasını koydum avucunun içerisine ve tekrar emin oldum o gözlerden. Bu buluşmadan önce o ayrıldı yanımdan. Bende ayrılır gibi yapıp öğrenmek istedim kandırılıp kandırılmadığımı. Takip ettim teyzeyi bir müddet. Sonraki gördüm gerçekmiş o yaşlar.
Galiba güvenmek gerek insanlara ve edebildiğimiz sürece yardım etmek. Sormalıyız da kendimize onu bu hale gelmesinde kimler suçluydu acaba?
Dönerken geri vapura neşeyle, yüzümde hafif bir tebessüm kalbimde huzur. Bir kez daha çektim İstanbul'u içime...

08 Şubat 2009 3-4 dakika 2 öyküsü var.
Yorumlar