Kızılay'da Bir Kuyruk

İş arkadaşım Kamil ile bir iş seyehati için Ankara'ya gidecektik. O sabah çantalarımızı toparlayıp, otobüse binmek için terminale gittik. Otobüsü beklerken bir de ne görelim: Kuyruk. Aslında bize pek yabancı olmayan bir şeydi o.
Otobüsümüzün kalkmasına on dakika kalmıştı ama ne de olsa işin içinde bir kuyruk vardı. Arkadaşımla o kuyruğa girdik. On dakika geçti, bizim otobüs kalktı, kuyrukta henüz bir kıpırtı yok. Yirmi dakika daha geçti, kuyruktaki diğer insanların da otobüsleri kalktı ama onların da kuruğu bırakmaya hiç niyeti yoktu. Kuyruk ise hala aynıydı. On beş dakika daha geçti, kuyrukta hala bir kıpırdama olduğunu görmeyince dayanamayıp ne kuyruğu olduğunu sordum. Meğerse kuyruğun başında bulunan adamın otobüsünün kalkmasına bir buçuk saat varmış. O da oturacak bir yer bulamayınca ayakta beklemiş. Arkasına iki, üç kişi daha eklenince, -bizim kuyruk merakımız malum.- Herkes girmiş o kuyruğa... İşin aslını öğrenince biz kuyruktakiler o adamı bir güzel de patakladık.
Otobüsümüz kaçtığı için evlerimize gidip akşam otobüsünü bekledik. Akşam olunca tekrar terminale gidip otobüsümüze bindik. Otobüste zaman geçmeyince arkadaşla sohbet etmeye başladık.
- Arkadaş, bir kuruk gördün mü artık sonuna girmeyeceksin. Araya kaynak yapacaksın. Yoksa bekle bekle sıra sana gelmez, dedim.
- Öyle, gördüğün kuyruğa kaynak yapmalısın. Bakarsın o kuyrukta bedava bulgur, pirinç, şapka, tişört gibi işe yarayan şeyler veriyorlardır. Kaynak yapmazsan sıra sana hayatta gelmez.
- Sıra gelmeyince kalmaz, o kadar beklemen de boşa gider.
Sonra ikimiz de uykuya daldık. Sabah Ankara'ya vardığımızda hemen otele yerleştik. Çünkü öğlen saatlerinde önemli iş adamlarıyla toplantımız vardı.
Otele yerleşip karnımızı doyurduktan sonra Kızılay'daki şubeye gitmek için yola düştük. Bir süre ilerledikten sonra bir kuyruk daha görmez miyiz? Hemen o kuyruğa kaynak yapmaya çalıştık.
İnce, zayıp bir adamın önüne geçtim önce. Adam bir şey söylemedi ama arkasındaki kırk kişi söylenmedik söz bırakmadı. Daha sonra yaşlı bir amcanın önüne girdim, bu sefer de amca beni bastonuyla dövmeye başlamaz mı?
Bir çıkar yol bulamadım. Mecburen kuyruğun sonuna girdim ama kaynak yapmaya çalışmasaydım sıra bana çoktan gelmişti. Sıraya girip beklerden şık giyimli bir adam önüme geçmeye çalışıyordu. Ben adama 'hop' deyip bir yumruk indirmiştim ki, o adam bizim öğlen toplantı yapacağımız iş adamı çıkmaz mı? Hemen özür diledim, sıramı ona verdim, o da affetti. Biz sırada beklerken toplantı saati de geçti.
Bekle, bekle, bekle sıra bize geldi. Bir de ne görelim: Bedava Tuvalet. Biz o kadar sırayı alt tarafı bir tuvalet için mi beklemişiz yani, demeye kalmadı kendimizi içeriye attık. Madem o kadar sıra bekledik o zaman girip bir elimizi yüzümüzü yıkayalım dedik.
Tuvalet kuyruğunu da atlattık ama kuyruklar biter mi? Bu defa o zengin iş adamları da yanımızdaydı. Bir kuyruk daha gördük, o kuyruğa da girdik.
Yaklaşık bir buçuk, iki saat bekledikten sonra o kuyruğun da sonuna geldik. Koskocaman harflerle 'bedava dayak atılır' yazmaz mı? Biz bedava kelimesini görür görmez hemen atıldık oraya. Kaslı adamlar bizi alıp bir güzel evirip çevirdiler. Bedava olduğu için aslında pek canım acımadı.
O, yerin altında bulunan odadan çıktıktan sonra acısını duydum o dayağın. Belki de şimdiye kadar girdiğim kuyrukların en güzeliydi o. Çünkü artık kuyruğa girmemeye orada karar vedim. Bıktım bu bedavacılıktan. Kazanacaksam alın terimle kazanayım dedim. Zaten o gün bu gündür ne zaman kuyruğa giren bir insanı görsem bir kahkaha tutuyor beni.

23 Kasım 2009 3-4 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar