Koca

Bir de Gega'mız vardı. Kılıbıktı aslında. Her işe karışır, çamaşır bulaşık yıkar, yemek yapar, bar bar bağırır, mahalleyi rahatsız ederdi. Bir de kadın dövme âdeti vardı. Her gece bir sebep bulur, hır çıkarırdı. Karısını döver, boğulurcasına ağlatırdı. O kadar huzursuz bir adamdı ki sesi gelmezse, hasta falan sanırdık.

Genç görünümlü, çelimsiz, orta boylu, biryantinli siyah, arkaya yatırılmış saçlı, altın şövalye yüzüklü, topuklu ve sivri burunlu ayakkabılarının arkasına basan, aktör özentili olduğu için her gün damat gibi siyah takım elbise, beyaz gömlek giyen, huysuz, geçimsiz biri...

Bir gece kavga şiddetlendi. Karısının çığlıkları: 'İmdat!.. Can kurtaran yok mu?' diye feryadına dayanamayan annem, aceleden babamın ayakkabılarını giyip, fırladı! Babam:

_ 'Dur! Gitme! Karı koca kavgası... Sana ne? Karı kocanın arasına şeytan bile girmez...' demeye kalmadı, can havliyle feryat eden kadını kurtarmaya, o delinin elinden almaya gitti.

Babam, kavga adamı değildi. Dava adamıydı. Annem daha cesaretliydi, yılan öldürmede, kavga ayırmada... Hani her mahallede sözü geçkin bir Osmanlı kadın olur ya... Annem öyleydi. İki dakikada kadını alıp geldi.

Kapıyı çalmış. Açtıklarında, ayağını kapıyla eşiğin arasına koymuş. Kalın altlıklı deri erkek ayakkabısı, kapıyı tekrar kapatamamış, adam. Annem de içeriye dalmış, kadını çektiği gibi kurtarmış. O da kaçacak delik arıyor zaten. Fırlamış, canını dışarıya atmış!

Soluk basma elbisesin yakası beline kadar yırtılmıştı. Yalınayaktı. Saçları karman çormandı. Sol kulağından aşağıya, boynuna doğru kan sızıyordu. Annem, saçlarına bir el attı, eline sarı saplı bir kontrol kalemi geldi, kan içinde. Elleri de kan olmuştu. Kafasının sol tarafındaki saçlar, bir çay bardağına yakın kan yutmuştu. Hemen banyoya soktu, bir baş havlusu verdi:

_ 'Başını soğuk suyun altına tut! Çok eğme. Hemen sar gel!' dedi.

Kadın denileni yaptı. Hâlâ her tarafı tir tir titriyor, içini çekiyordu. Ağlamıyor gibiydi ama gözlerinden yaşlar akıyordu. Havlunun ucuyla silip duruyordu. Annem, bir parça buz getirip, yaralı yerin çevresinde gezdirmeye başladı. Kanın durduğundan emin olunca, ona bornoz ve bir başka bir baş havlusu verdi:

_ 'Ocağa su koydum. Isınmıştır. Haydi şimdi gir banyoya, güzelce yıkan. Ben buradayım. Kanama olursa, bana haber ver. Başına ılık su dök. Güzelce sabunla. Bir şey olmaz.' dedi.

Okullar yeni açılmıştı. Demek ki Sonbahardı. Ekim başları... Kadıncağızın aklı, okula yeni başlayan kızındaydı:

_ 'Kuzili! Pemparo! Mavro yağole! Manam!'

_ 'Anlamaya başladım, dilinizi. 'Deli, kara şeytan' dedin. Pemparo, manyak demek mi?'

_ 'Öyle bi şe... Ben de bilmiyom. Ömriye evde kaldı. Ona da bi şe yaparsa?'

_ 'Ben şimdi gider, getiririm kızını. Bu gece burada yatarsınız. Sakin ol! 'Manam' da 'Aman Yarabbi!' demek gibi değil mi?' diye laf karıştırmaya, ona başka şeyler düşündürterek, onu sıkıntılarından uzaklaştırmaya çalıştı.

O banyoya girmekte olsun, hemen ocağa bir çay koydu. Gittik Ömriye'yi almaya. Gega'ya da epey bir söylendi:

_ 'Ömriye'yi ver, çabuk. Önlüğünü, çantasını da... Utanmıyor musun sen o kadını öyle dövmeye? Polis çağırmadığıma dua et. Kafasında tornavida... Onu bezle tuttum, kenara koydum. Bir daha o kadına el kaldırırsan, cinayete teşebbüsten mahkemeye verdirteceğim seni, haberin olsun. Üstünde parmak izlerin var. Aslında seni karakola çektirtip de adamakıllı bir dövdürtmek lazım ama... Allah'ından bul! Akıllanmayacaksın sen! Benim de asabımı bozdun! Bu iki yetim sana sığınmış. Bir lokma ekmek veriyorsun, burunlarından getiriyorsun! Ne istiyorsun bu gariplerden? Kimseleri yok. Muhtaçlar. Ne yapıyor bu kadın? Şerefinle mi oynuyor? Yazıklar olsun sana!' dedi.

Adamda ?Tık' yok. Kuzu kuzu kızı getirdi. Alıp eve geldik. Çantasını açtı. Ödevini yapmaya başladı. Babam, onunla ilgilendi. Bizim kaplıklarımızla onun kitaplarını, defterlerini kapladı. Bir ara mutfakta karşılaştık. Ona dargın, kırgın baktığımı gördü. Beni yanına çekerek, kulağıma:

_ 'Semiray! Sen benim bir tanemsin! Onun babası yok. Annesini ne hale getirdi o üvey babası, gördün. Olayı unutması için onun baba sıcaklığını birazcık hissederek mutlu olması için kapladım onun defterlerini, kitaplarını. Onu senden çok sevdiğimden falan değil. Ona acıdığımdan. Anladın mı?' diyerek saçlarımı okşadı.

_ 'Benim resim defterimin kabı o kadar muntazam olmadı. Eğri büğrü oldu. Hiç yardım etmedin. Kendim kapladım.' dedim, yavaşça.

_ 'Olsun. Nasıl kaplayacağını öğrendin. El becerisi kazandın. O hâlâ öğrenemedi. Sen okula başladığında muntazam kaplayacaksın. Şimdiden öğrendin. İlk yapılan işler acemice olur. Sonra daha güzelini, en sonunda da en güzelini yapar olacaksın. İstersen çıkar resim defterinin kabını, tekrar kapla, bak ne kadar daha muntazam olacak!'

Kemale Hanım banyodan çıktı. İçeriye girmeden annem ona kendi giyeceklerinden bir daha giymek istemediklerini verdi:

_ 'Al, bunları giy! Senin olsun. Saçlarını kurula gel. Çay hazır. Haydi çaylarımızı koy da içelim.' diye onun eline iş tutuşturdu. Maksadı belliydi. Kendisi de kavanozdan poğaçalar çıkardı:

_ 'Yemek yediniz mi?' diye sordu.

_ 'Yemek hazırlarken delirdi.' dedi kadın.

Annem iki tabak koydu masaya. Hemen bir sofra hazırladı onlara:

_ 'Önce bir karnınızı doyurun. Çay demlenedursun. Sonra beraber içeriz.' dedi.

Onlar mutfakta yemeklerini yerken babamla olayın kritiğini yaptılar. Annem, Gega'ya dediklerini ona aktardı. Adamın nasıl suçlandığını, gıkını çıkaramadığını... Babam:

_ 'Mani olmak istedim ama iyi yaptın. Osmanlı kadınsın vesselam!' diye onu taltif etti.

O gece o ikisi bizde yattı. Bizim odamızda... Annem, birkaç gün onları misafir etmek niyetindeydi. Gega'nın burnu sürtülsün diye ama kadın ertesi gün ikindi vakti başladı kıpırdanmaya... Annem her ne kadar:

_ 'Gitme! Otur şurada! Anlasın değerini! Biraz özlesin! Yaptığının ne kadar kötü bir hareket olduğunu idrak etsin. Gitme!' dediyse de kadını zapt edemedi. En sonunda:

_ 'Ne halin varsa gör! Ye dayağı, otur aşağıya!' dedi.

Sanki kaçacaktı kocası. Ne acelesi vardıysa... Özledi mutlaka. Koşa koşa gitti. Aradan iki gece geçti. Aynı terane... Bu defa annem, radyonun sesini açtı, duymamak için ve yerinden kıpırdamadı:

_ 'Baban dedi. 'Karı koca arasına girilmez. Şeytan bile girmez. Sana ne? Karışma!' dedi. Ben dinlemedim. Al işte! Yine başladı dövmeye ama bu kadının hoşuna gidiyor dayak. Alışmış, kudurtmuştan beter. İki gün oturmadı, kaidesinin üstüne şurada. Ne hali varsa görsün. Duymayacağım. Acımayacağım. Öldürsün isterse. Bana ne!' diyordu ama kulaklarını tıkıyordu.

Biz alışık değildik karı koca kavgalarına. Evimiz huzurlu, hepimiz mutluyduk. Babam asabi mizaçlı birisiydi ama nelere sinirlendiği belliydi ve annem o konulara azami itina ederdi. Mesela, ıslak zemin de olsa yerde su damlacıkları olmasını istemezdi babam. Mutfakta yere biraz su sıçrasa, annem hemen bezle siler, kurulardı. Bir de benim çikletlerime kızardı. Onu engellemesinin çaresi yoktu. Şekerli sakızlar vardı. Üzerinde kulakları küpeli Arap resmi olan... Arap Sakızı derdik onlara. Ne kadar çok şişerdi! Nane kokulu, yumuşacık... Sonraları Yeşil Çivril'in şekersiz damla sakızları çıktı. Çok tutuldu. Ben hiç sevmedim. Onları çiğnememe kızmıyor, kendisi alıyordu bana. Çiğnedikten sonra yere düştüğüne kızıyordu:

_ 'Çiğnedin, bitti mi? Bitti. At! Ne koyuyorsun oraya buraya? Bak yere düşmüş, çorabımın altına yapıştı yine!' diye söyleniyordu.

Haklıydı. Bende ses yok ama bu, tekrar olmayacak demek değildi. Onlar vazgeçilmezlerimdi. Yere nasıl düşüyorlar, bilmiyorum. Belki birilerinin bir yerlerine takılıyorlar, sonra da... Bazen hiç olmayacak yerlere de düşebiliyorlar, ille de babama tesadüf ediyor, onu kızdırıyorlardı. En çok da yemek masasının etrafındaki sandalyelere düşüyorlardı. Babam oturunca fark etmiyor, yemekten sonra pantolonuna yapışan minder de arkasından geliyordu. İşte o zaman olan oluyordu. Annem:

_ 'Tamam, hallederim. Çıkar, ver pantolonunu bana.' diyor.

Ona başka bir pantolon veriyor. Cepleri boşaltılıyor. O pantolonun ceketinin cepleri de boşaltılıp, diğerininkine aktarılıyor. Bu arada babam bana ifrit oluyor, sinir kesiliyordu! Bir taraftan babamın giyeceklerini ayarlıyor, uygun kravat seçiyor, bir taraftan da buz çıkarıyor, yapışan sakızın arkasına koyuyor, katılaşmasını sağladıktan sonra bıçakla kazıyor, çıkanı tekrar tekrar oraya yapıştırıp çekerek, iyice temizlemeye çalışıyordu. Kumaşın gözeneklerinin arasında hiçbir sakız molekülü kalmadığından emin olunca onu, ıslak tarafı güneşe gelecek şekilde bir sandalye arkasına koyuyordu. Babam daha çok sinirlenmesin diye bu işi şarkı türkü söyleyerek yapıyordu ama o gidince bana bıkmadan usanmadan gereken uyarıları yineliyordu.

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 86

30 Temmuz 2010 8-9 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (1)
  • 13 yıl önce

    Kadınlara öcü gibi bakanlara Kandırıp sokaklara atanlara Sokaklarda ona buna satanlara Evirip çevirip napmalı. napmalı ?

    Sırtından sopayı diyenlere Karnından sıpayı diyenlere İki de bir kapıyı diyenlere Gerip gerip napmalı napmalı ?

    Sacı uzun aklı kısa diyenleri Köpek gibi kadın eti yiyenleri Kandırıp kadın malı yiyenleri Sen söyle napmalı napmalı ?

    Necip bu ? lara başka ne desin

    sevgili dost , ne yazık ki kaleme aldığın bu konu ülkemizde kanayan bir yara, etkilendiğin gibi etkilendik, yaşanmamsı dileğiyle eline sağlık 👍👍

    Saygılar.