Koçları Ne Çok Sevmiştim

Sisli bir günün akşamının hayli ilerlemiş saatlerindeyiz. İki odalı yayla evimizi ölgün ışığıyla beş numara petrol lambası aydınlatıyor. Ocakta yanan ateş etkisini kaybetmiş. Yanan kalın odunlar kızıl közlere dönüşmüş. Babam beyaz yüzü, upuzun yünleriyle boz renkli, süslü koçumuzu ata biner gibi bacaklarının arasına almış. Güçlü çoban elleriyle koçun boynuzlarından yakalamış. Zapt etmeye çalışıyor hayvanı. Koçun evin içinde işi ne diye hayretle onları izliyorum. Gözlerim birden fal taşı gibi açılıyor. Ocaktaki korların kenarında bir tarafı akkorlarmış küçük bir buzağı kafası büyüklüğündeki kaya tuzunu annem ellerine alıyor. Koçun boğazının altında kocaman bir yara görüyorum. Babam koçu sıkı tutuyor. Annem kızgın tuzu yaraya bastırıyor. Hayvan çırpınıyor, iniltili sesler çıkarıyor. Bir türlü kurtulamıyor bu ıstıraplı uygulamadan. Annem son bir hamleyle tuzu yaraya bastırırken koçumuz atların şahlanmasına özgü güçlü bir çırpınış çırpındı. Bu güçlü çırpınış son çırpınışı oldu. Aniden yere serildi acılı hayvan. Hareketsiz kaldı. Gözlerimin önünde güzel ve zavallı koçumuz ölüverdi. Hepimiz şok olmuştuk. Koçumuzun aniden ölmesi yaylamızı cenaze evine çevirdi adeta. Kalbimi büyük bir hüzün kapladı. Boğazım düğümlendi. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
Önceki gece sürümüze saldıran kurtların marifetiydi koçumuzun boğazındaki büyük yara. Kurt yarası pek iyileşmez derlerdi. Yara, kaya tuzuyla dağlanırsa mikrop kapmaz diye makbul olmayan bir tedavi uygulamak istemişti babam. Lakin bu iptidai yöntem hayvanın ölümüne neden olmuştu. O yıllarda değil baytar bulmak baytarlık mesleğinin bile adı duyulmamıştı. İnsanlar için bile, hasta elden ayaktan iyice düşünce doktora müracaat edilirdi. O zamanda iş işten geçmiş olurdu. Geçen yıllarla beraber büyüdük okullu olduk. Okul dönemi okul yaz dönemi çobanlıkta geçerdi günlerimiz.
Babamın en büyük zevki sürü halinde koyun ve keçi beslemekti. Bağ-bahçe işlerine zorunlu olarak ilgi duyardı. Köylerimizde geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanır. Tarla sürme, çayır biçme, hasat işlerini gönülsüzce yapardı. Bu işlerde babamın yüzünün güldüğünü çok ender görmüşüzdür. Ailece bu durumun hep farkındaydık. Koyunların, ilkbaharlarda yemyeşil çayırlarda yayılması seyretmekle, kuzu melemelerini, çıngırak seslerini duymakla yüzü gülerdi. Böylesi zamanlarda dünyanın en mutlu adamı olurdu. Çobanlar içinde kavalını en iyi üfleyen yine babamdı. Kara Koyun havası diye ünlü havayı çaldığında koyunlar daha bir sakin otlar bizlerde huşu içinde dinlerdik babamın kavalını.
İlkokul dördüncü sınıf öğrencisiyim; kalabalık bir keçi sürümüz var. Eylül sonları bir pazar günü keçileri ablamla birlikte güdeceğiz. Hava serin. Güneş ölgün bir ışıkla bulutların arasından kendini gösteriyor. Yapraklar sararmış ağaçlarda. Ayaklarımızın altında yerlere serilen yaprakların sesi bile güzel. Sonbaharın garip hüznü kaplamış çevremizi. Doğa kışa hazırlanıyor yavaş yavaş. Yaylalar bozulmuş, köydeyiz. Sürümüz, köpeğimiz, ellimizde azık bohçamız evden hayli uzaklaşmışız Kırlardayız. Babam iki adamla yanımıza geldi. Hiç ummazdık babam bizi ziyaret etsin. Kendisinin yapması gereken bitmeyen sonbahar işlerini bırakıp yanımıza gelsin. Adamlar keçilerimize müşteriymiş. Oysa keçilerin satılacağı haberi evde konuşulmamıştı. Bir olay olur-biter, ev halkının ondan sonra haberi olurdu. Az konuşan, yapacağı işlerde tek otoriteydi babamız.
Kaşla göz arasında keçi sürümüz elimizden çıktı. Sürü bir tarafa sürülüp gitti. Ablamla eve döndük. Keçilerimizden ayrılmak kalbimizde bir burukluk yaratmıştı. Keçiler huysuz hayvanlardır. Otlaklarda bir rahat yüzü göstermezlerdi bana. Ha bire sağa-sola koşuşları! Başlarına bir sinek konsa yerinde duramazlar. Hele hızlı bir yağmur yağışında; yayla düzlüklerinde iseniz tutamazsınız keçileri bir arada. Bir kaya kovuğu buluncaya kadar koşar ha koşarlar. Keçi çobanlığından hiç mutlu değildim. Yaz tatillerinde çobanlık yapmayan arkadaşlarımla oyun oynamaya zamanım olur diye hayaller kuruyordum.
Keçiler satılalı daha on gün geçmemişti. Bir okul dönüşü evimizin hemen yanı başındaki geniş çayırlarda bir koyun sürüsü yayılmıştı. Yanlarına yaklaştım. Babam da oradaydı. Neşeli bir yüzle bana bakıyordu. Ablam da koyunların yanındaydı. Ablam haberi uçuruverdi hemen:
'Bu koyunlar bizim. Babam satın almış.'
Koyun sürümüz olmuştu demek. Merak ve heyecanla koyunların aralarına daldım. Kara koyunlar, beyaz koyunlar, munisçe çayıra yayılmış otluyorlardı. İçlerinde süt beyazı uzamış yünlü, birkaç sarmal oluşturmuş boynuzlarıyla kocaman bir koç vardı. Çok heybetli yapısıyla koyunlardan daha iri cüsseliydi güzel koçumuz. O anda, yayla evimizde, babamla annemin ellerinde can veren koçu anımsadım. Gözlerim bulutlandı. Koyunları yaylaya çıkarmaya gerek görülmedi. Zaten yakında yayladaki koyun sürüleri de köylere indirilecekti.
Büyüklerimiz anlatırdı: Hazreti Ali ölmeden önce, kılıcı Zülfikar'ı kullanırken, kudretten sahip olduğu vuruş gücünü koçlara armağan etmiş. Ovaları çınlatan gür sesini turnalara, gayrimüslimlere karşı sert bakışını da erkek mandalara armağan etmiş derlerdi. Koç döğüşü çok amansız bir döğüştür. Geri geri açılıp koşarak gelip kafa kafaya öyle bir sert toslamaları var ki seyretmesi bile insanı korkutur. Gelecek günlerimde ne çok koç döğüşü izledim. Koç dönüştürmenim müptelası olduk çoban arkadaşlarımızla. Göç yolculuğuna çıkan turnaların sıra sıra gökyüzünde uçarken ötüşleri çok uzaklardan duyulur. Erkek mandaların kızgın halde iken bakışları çobanları bile korkutur.
Çocukluk yıllarımızda bile yaşayan bir gelenek vardı koçlarla ilgili. Köylerimizde gelinler at sırtında götürülürdü damat evine. Allı pullu elbiseleri ile gelin ata bindirilir. Erkek tarafından bir kadın, atlı olarak gelinin önünde gider. Kız tarafından bir kadında atlı olarak gelinin arkasından giderdi. Diğer davetliler atlı yaya düğün alayını oluştururdu. Düğün alayı bir koyun sürüsünün yanından geçerken çoban, sürüsündeki en iri koçla düğün alayının önüne çıkar. Gelinden atın sırtından eğilip koçu kucaklayıp atının terkisine alması istenir. Bir kişi diğer taraftan gelinin ayağını geçirdiği üzengiyi tutar. Denge sağlanınca gelin eğilip yerdeki koçun ayaklarını yerden kesip atının terkisine aldığında koça sahip olmuş olur. Eğer koçu yenip kaldırmayı başaramazsa düğün sahibi çobana bir koç parası öder. Bu uygulama yıllarca devam etmiş. Bazen gelin koçu alıp gitmiş çobanın mahzun bakışları arasında. Bazense düğün sahibi paraları saymış çobanın eline istemeden.
Ekim sonlarına doğru amcamların koyunları da geldi yayladan. Kar yağıncaya kadar henüz askerlik yapma yaşı gelmemiş amcamın oğlu otlatacaktı bizim sürümüzü de. İki sürüyü bir birine katınca koçlar bir büyük kavgaya tutuştular. Anlatılamaz. Garip garip sesler çıkarıp birbirlerinin yakından yokladılar önce. Sonra hızlı hızlı geri giderek mesafelerini hayli açıyorlar. Bu kez daha bir hızlan koşarak gelip küt diye kafa kafaya vuruyorlar. Beş altı kez toslaşmalar devam etti hayretli bakışlarımız altında. Babamlar, 'Bırakın birisi galip gelsin, yoksa gece biri birine ders bir vuruş yapar iyi bir sonuç çıkmaz.' diyorlardı. Usul öyleymiş. Koçların birisi döğüşü kazanmalıymış. Bir kez daha fazla açıldılar birbirlerinden. Bu kez amcamların koç koşmadı. Bizimki koşup rakibine bir tosladı. Zaten yorgun düşmüştü iki koçta. Arka arkaya sürünün ortalarına yürüdüler.
Koç dövüşü acımasız bir döğüştü. Hayvanların birbirleriyle ölümüne saldırmaları olmamalıydı. Güçlü olma güdüsü demek ki koçlarda bile böylesine üst düzeydeydi. Bizim koç galip gelmişti. Koçumun kazanmasına fazla sevinemedim. Hani ordular savaşıyor, binlerce insanlar savaş meydanlarında can verirken en azından koç dövüşlerinde bir koçun öldüğünü duymadım. Bu bile koçlar adına hoş bir durumdu.
Koçlarla ilgili öyküm henüz bitmedi...

30 Mart 2016 7-8 dakika 205 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 8 yıl önce

    Koçları ne Çok Sevmiştim öykümle yıllar önce Doğu Kara Deniz bölgesinin köy ve yayla yaşantısından kesitler sunmak istedim. Hayvan özellikle koyun-koç sevgisinin biz köy çocuklarında ne ölçüde üst düzeyde olduğunu betimlemeye çalıştım. Ayrıca köy yaşantısının ne ölçüde uygarlık nimetlerinden daha çok uzaklarda olduğunu da öykümde vurgulamaktı amacım. saygımla.

  • (Bu bölümde çok üzüldüm)

    Koçumuzun aniden ölmesi yaylamızı cenaze evine çevirdi adeta. Kalbimi büyük bir hüzün kapladı. Boğazım düğümlendi. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Önceki gece sürümüze saldıran kurtların marifetiydi koçumuzun boğazındaki büyük yara. Kurt yarası pek iyileşmez derlerdi. Yara, kaya tuzuyla dağlanırsa mikrop kapmaz diye makbul olmayan bir tedavi uygulamak istemişti babam. Lakin bu iptidai yöntem hayvanın ölümüne neden olmuştu.


    (Bu bölümdeyse çok sevindim )

    İçlerinde süt beyazı uzamış yünlü, birkaç sarmal oluşturmuş boynuzlarıyla kocaman bir koç vardı. Çok heybetli yapısıyla koyunlardan daha iri cüsseliydi güzel koçumuz. O anda, yayla evimizde, babamla annemin ellerinde can veren koçu anımsadım. Gözlerim bulutlandı.


    Bizim koç galip gelmişti. Koçumun kazanmasına fazla sevinemedim. Hani ordular savaşıyor, binlerce insanlar savaş meydanlarında can verirken en azından koç dövüşlerinde bir koçun öldüğünü duymadım. Bu bile koçlar adına hoş bir durumdu.

    ____ Gönül gücünüz daim olsun anlatım olabildiğince içtendi.Emek değer bir öyküydü. Tebriklerimle...