Kömün /Ahır/ Çatısı Çöktü

Köyümüz Gürcistan’ın hudut gözetleme kulesinin çıplak gözle hayal meyal gözüktüğü Doğu Karadeniz Bölgesinin hudutların içinde kuruludur. Yaklaşık bile olsa ne zaman kurulduğu bilen yok! Siz deyin 600 yıl ben diyeyim 500 yıl önce kurulmuş. Doğu Karadeniz bölgesi deyince sahili bilen bilir. Ya bilmeyenler:

Rize’den Hopa’ya doğruysa yolculuğunuz, sol tarafınızda mavinin en koyu tonu sularıyla Kara Deniz’i seyredersiniz. Ve sağ tarafta denize paralel başları dumanlı dağlar uzayıp gider. Bitki örtüsü mü dersiniz. Gürgenden kestaneye, kızılağaçtan ıhlamura, daha nice nice yayvan yapraklı ağaç çeşitleri görürsünüz. Koyu masmavi denize nispet, bitki örtüsü yeşilin en koyusunu barındırır.

İlçemize, Nazım’ın masa kurmak için küçücük bir düzlük bulamadığı Artvin’den Çoruh’un bin yıllarca oluşturduğu derin vadi boyunca yılan gibi kıvrılarak uzayan karayoluyla varılır. Şavşat’a bağlıdır köyüm. Şavşat’a yaklaşınca derin vadi, vadinin haşin yamaçları yerini nispeten düzlüklere bırakır.

Doğup çocukluğumu, ilk gençlik yıllarımı yaşadığım köy, evimiz 1500 metre rakımlı dağların yamaçlarının bittiği oldukça düz araziler üzerine kurulmuş. Yaylalarımız, Ardahan yaylalarına komşudur.

Sahilin yayvan yapraklı ormanlarına karşın köyümüzü ve ilçemizi alabildiğine çam, ladin, köknar ağaçlarının oluşturduğu tanımsız güzellikte yeşil ormanları çevreler... Köy içlerinin meyve bahçeleri, ilkbaharda gökkuşağının tüm renklerini barındıran çiçeklerle bezenir. Kentlerin curcunası, hava kirliliği, betonlaşmış darı tarlaları sıklığındaki apartmanlarda yaşayınca daha da çok fark ediliyor çocukken farkında olmadığımız memleketimin kartpostal güzelliğindeki doğasının eşsizliği.

Beş çocuklu bir aileydik. Üç kız iki erkek. Evimiz köyden hayli uzaktı. Arazimizin köye uzak düzlükler içindedir. Babamın dedesi zamanında edinilmiş bu araziler. Yarım top sahası büyüklüğündeki keşfedilen düzlük çevredeki ormanların aleyhinde genişletilerek daha çok bizim aileye ve daha başka ailelere tarla-çayır olmuş.

Çayırların kenarında küçücük bir dere akar yaz kış. O derenin kenarındadır doğduğum ev. Evimizin karşı yamacı yazları seyretme zevkine doyamadığım iğne yapraklı ağaçlarla kaplıdır. Köy tarafında ise yaz başlarında bin bir renk çiçeklerle bezenen çayırlarımız uzanır.

İlkokula başlamamıştım. Dün gibi anımsarım. Büyüklerin deyişiyle adam boyu kar yağmıştı. Babam evde yoktu. Kısa kış günleri bile sıkıcı gelirdi bana. Akşam yaklaşınca ufkun yavaş yavaş maviden, griye daha sonra koyulaşıp karanlığa büründüğünü arka balkondan seyrederdim. Cin Dağının bulutlara değen başı gözükmez olurdu. Babamın evde olmayışı hüznümü daha da artırır içimi tanımsız garip bir korku sarardı. Ellerim üşür, yanaklarım morarır. Odaya girerdim.

Kış mevsimini yarılamıştık. Annem babamın keçilerimizi kışlamak için karın az düştüğü rakımı fazla olmayan bir köyde olduğunu anlatırdı. İleriki yaşlarda, o yıl yüze yakın keçimiz olduğunu duymuştum. Birkaç gün önce benim boyumu aşan karların erimesi ancak mart sonlarında olanaklıydı. Hava düzelmiş, az da olsa güneş yüzünü gösteriyordu. Keskin bıçak gibi kuru bir ayaz vardı. Karanlık olmadan sobanın yanı başında yerimizi almıştık kardeşimle.

Çattt! Diye bir gürültüyle dışarıya koştuk. Ses yakından gelmişti. Sağa sola şaşkınlık içindeydik. Annem, üç ablam karşı yamaçtaki ormana, hemen evimizin yakınındaki meyve ağaçlarına bakıyorduk. Annem fark etti olayı. Keçilerin, yüz yıllık kömünün (küçükbaş hayvan barınağı) çatısı çökmüştü! Köm, yüzün üzerinde keçi-koyunun barınabileceği genişlikte evimizin üst tarafında; kalın ağaçlardan yapılmıştı.

Çatı sırıkları oldukça kalındı. Fakat boyumu aşan karın ağırlığını dayanamamıştı sırıklar ve çatıyı taşıyan kirişler. Kış ortasında çaresizliğin dayanılmaz acısını tadıyorduk ailece. Komün tavanı, çatı sırıklarına göre daha kalın ağaçlar kullanılarak yapıldığı için; tam ortadan kırılan sırıklar sonucu çöken çatı kömün tavanına zarar vermemişti.

Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler. Ne görelim! Babam yanımızda beliriverdi aniden. Hüznümüz sevince dönüştü. Uzun süre hasrettik babamın yüzüne. “Eve yaklaştığım anda çatının çöktüğünü gördüm.” İlk sözleri bunlar oldu. Üzüntülü bir hali yoktu. Evine, çocuklarına kavuşmanın sevinci okunuyordu yeşil gözlerinden. Babamın ümitsiz olduğunu daha ileriki yaşlarda da görmedim.

Yapılacak bir şey yoktu o an için. Köme bitişik ahır da hasardan etkilenmemişti. Altı aya yakın kış yaşayan köyümüzde beş çocuk büyütmek… O kış koşullarında ahırdaki büyük baş hayvanla ilgilenmek derken kömün çatısının karlarını kürekle atmaya zaman bulamamıştı annem. Issızlık elle tutulur biçimde hissediliyordu. Buruk bir sevinçle içeri girdik. Sobamız tutuşmuştu. Sofranın etrafında yerimizi aldık çabucak.

Köyde örnek biçimde dayanışma vardı. Birkaç gün içinde çatının onarımına başlandı. Amca, dayı, kirve, yeğenlerden oluşan akraba ve komşular toplandı. Köyümüz orman bölgesi. Sırık, kiriş tedarik etme sorunu sıkıntı yaratmadığını büyüdükçe öğrendim. Ve köyün ormancılarının da ziyaret edildiği bir vakaymış(!)

Kar, soğuk demeden hummalı çalışma devam ediyordu. Ellerim, Trabzon kara lastiği içinde ayaklarım üşümesine aydırmadan çalışanları seyretmek daha cazip geliyordu. Babamla askerlik çağındaki akraba Seyyar ağabey oldukça kalın ve haylide uzun bir ağacı ikinci kat bölmeye çıkarma telaşı içinde çabalıyorlardı. Kömün üst katı da kullanılırdı sonbahar ve ilkbaharın ilk aylarında. Bir metre genişliğinde, yine sırıkların yan yana eklenmesiyle yapılan bir merdivenle çıkılırdı bu kata.

Ağacı omuzlamaya çalışıyorlar bir türlü başarılı olamıyorlardı. Babam yeğeni Rahim ağabeyi yardıma çağırdı. Rahim ağabey, anımsadığım kadarıyla 30-35 yaşlarında köyde Deli Rahim! diye ünlenen, gözünü budaktan sakınmayan hızlı bir akrabamızdı. Söylene söylene yaklaştı ağacın yanına:

“İki kocaman adam şu ağacı mı taşıyamıyorsunuz?” Demesiyle iki kişinin omuzlayamadığı ağaca; köyümüzde davul-zurna eşliğinde yapılan karakucak güreşlerinde rakibine çift dalarcasına sarıldı ve omuzladı. Ve merdivenden dikkatlice ikinci kata çıkardı. Babamla Seyyar ağabeyin şaşkınlıkla biraz da mahcup bakışları bir fotoğraf karesi gibi gözlerimin önünde canlandı. Ve sevdiğim bütün büyüklerimi, anne-babamı, ebediyete göç eden iki ablamı onlarla yaşadığım güzel günleri anımsayıp hüzünlendim.

İlginçtir. Çatı onarılırken eskiyen, çürümeye yüz tutmuş sırıklar ayrılıp bir tarafa istif ediliyordu. Bir sırığa saplanan hayli paslanmış işaret parmağım boyunda bir kurşun bulundu. Çalışanlardan ilgiyle kurşunu elden ele dolaştırarak incelemeye başladılar.

93 Harbi diye adlandırılan 1877-78 Türk-Rus savaşı sonunda Batum, Kars Ardahan ve Artvin bilindiği gibi Ruslara bırakılmış. 1921 yılına kadar halkımız ne büyük çileler çekmiş. Babaannem işgal yıllarını anlatırdı. Ardahan’ı işgal eden düşmanlar dağları aşıp bizim köy hudutlarına yaklaşırmış. Eli silah tutan köyümden ve komşu köylerden toplanan milisler düşmana kurşun sıkarmış. Karşılıklı müsaderelerde kim bilebilir hangi tarafın tüfeğinden çıkan kurşundu kömün çatısı için yıllar önce kesilip çatısında kullanılan sırığa saplanan kurşun…

Yapılması dört yıl bile olmayan İstanbul Hava Alanının kargo binasının çatısının çöktüğü haberini Mısır’daki sağır sultanla birlikte hepimiz duyduk. Çatısı çöken köm büyük dedemlerin zamanında yapılmış. Doksan, yüz yıllık(!) Sırıkları çürümüş, yağan karı çekmemiş ve çökmüş. Demek ki, eski insanlar inşaat işlerinde günümüz mühendis ve yüklenicilerine göre daha bilinçliymiş dersem umarım zülfüyâra dokunmamış olurum! Bu anı öyküm, kargo binasının çatısının çökmesi haberini duyunca hafızamın derinliklerinden kayıtlı köm çatımızın çökmesini olayının hatırlanması sonucu ortaya çıktı.

30 Ocak 2022 8-9 dakika 205 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 2 yıl önce

    :))) İlahi İbrahim abi. Nereye bağlamışsınız konuyu... Şahsen anı yazısı diye keyifle okuyordum yazınızı... Son paragrafa gelince durum değişti.)) Aslında konuyu bu şekilde ele almak oldukça zekice bir yaklaşım. Ve iyi niyetinizin kanıtı niteliğinde bence... O zamanın şartlarında el ve beden gücü ile yapılan sıradan bir yapı bile yüzlerce yıl ayakta kalırken, çağın bütün imkanlarıyla (hatta şova dönüşmüş kısımlarıyla) yapılmış son model bir yapının çatttt diye çökmesi akla mantığa uymuyor... Bu ortaya çıkan bir konu. ÇED rapolarına, TMMOB uyarılarına rağmen dikkate alınmadan yapılan o kadar çok yapı var ki son zamanlarda ülkede... İleride daha nelere şahit olacağız belli değil. Umarım kötü haberler almayız. Hani önceki yazılarınızdan birinde eğitimde liyakat konusunu ele almıştınız ya liyakat her yerde lazım aslında. Yazınızdaki anınıza gelecek olursam, çok sıcak duygularla anlatmışsınız. Bölgenin zorlu doğa ve hava şartları nedeniyle yıllar öncesi ile şimdi arasında pek fark yoktur sanırım. Dikkatimi çekti (gözümden kaçmış da olabilir) yazıda koyünüzün adını göremedim. Keşke yazsaydınız dedim içimden. Sonsuz sevgi ve saygılarımla...