Köyden Kente

Amel Defter’nden
Bölü 16
Köyden kente İlkadım..
Yanlış hatırlamıyorsam, 1977 yılı Eylül ayı başlarında taşındık o şirin, bahçeli eve. Almanya’daki bibimin alıp da bize bıraktığı, Malatya merkeze yakın, tek katlı bir yerdi. Artık ortaokulu şehirde okuyacaktım.
Emmim de Almanya'dan sağlık sorunları nedeniyle dönmüştü.Yanlış hatırlamıyorsam o yaz da evlenmişti. Böylece evde anam, yeni yengem ve ben kaldık. Artık kalabalık bir aile olmuştuk.Bir de tabii, emmimin evliliğinin hemen ardından, bir yıl sonra aramıza katılacak olan küçük kız... Kız kardeşim olacaktı, ben de onun abisi! Gerçi o bana hiç "abi" demedi, hep "amca" dedi durdu. Emmim, bir buçuk yıl sonra, İstanbul'a, bibimin Şehremini'deki bakkal dükkanının başına geçmeye gittiğinde, ortaokulu bitirip biz de onun yanına taşınacaktık. Ama o günler daha çok uzaktı.
O Eylül'de, her şey yeni başlıyordu. Ve yeni taşındığımız yerin merkeze yakın olması, o sancılı günlerde hiç de hayırlı olmayacaktı. Ortaokul günlerim, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birine denk gelmişti. Hani eskilerin deyimiyle “kardeşin kardeşi vurduğu” sağ-sol kavgalarının yaşandığı yıllar… Yaşım itibarıyla neler olduğuna dair tam bir fikir sahibi olamasam da, hepimiz gibi ben de fazlasıyla etkilenmiştim. Aklımda kalanlar daha çok korku, belirsizlik ve kaostu.
Unutamayacağım birçok “garip” şeye tanık oldum. Haftanın birçok gününü, evimizin dış duvarına yazılan yazıların üzerini kireçle boyamakla geçiriyorduk.
Aklımda kalan en ilginç olaylardan biri de, okula giderken yolun trafik çizgilerinin her iki mahallenin “görünmeyen sınırı” olmasıydı. Çizgilerin bir yönü “sağcılara”, diğer yönü “solculara” aitti. Sınır ihlali kavga nedeniydi. Çoğu zaman, çocukluk aklımızla bir bu yana, bir o yana zikzak çizerek veya seksek oynayarak “sınır ihlalleri” yaparak okula giderdik.Şimdi düşünüyorum da ne günlermiş o günler!..
Bir keresinde, anamla bibimlerin oturduğu mahalleye gidiyorduk. Birkaç abi yolumuzu kesip bizi durdurmuştu. Altmış yaşını geçkin bir kadıncağız ve on, on iki yaşlarında bir çocuk olarak karşılarındaydık. “Nine, nereye gidersiniz?” Anam, “İki kızım var, diğer mahallede onlara gidiyoruz oğlum!” demişti. İçlerinden biri bana dönüp: “Söyle yakışıklı, siz sağcı mısınız yoksa solcu mu?” Anam hemen hiddetle atıldı: “Ne sağı ne solu oğlum! Ne anlar o sağcıdan solcudan? Ayıp sizin yaptığınız!” Bir diğeri: “Eee ana, o zaman sen söyle!” deyince, anam daha da hiddetlendi. Elindeki bastonu tehditkâr bir şekilde sallayarak: “Cehennem olun gidin! Ayıp sizin yaptığınız! Utanmıyor musunuz bu yaştaki çocuğu korkutmaya? Hem neysem ne! Ayıp! Ayıp!” İçlerinden en büyük olanı insafa gelmiş olmalı ki, “Hadi gidelim! Yeter!” dedi. İlk soruyu soran, “Nine kusura bakma, burada güvendesiniz…” deyince, anam daha da kızdı: “Ne güveni oğlum, güven neymiş? Hadi gidin işinize!” Ortalığı daha da germişti. İlk başta korkmamıştım ama şimdi gerçekten korktuğumu hissediyordum. “Ana hadi gidelim… Abiler de gitsinler… Abi kusura bakma!” gibi şeyler mırıldandığımı hatırlıyorum. Sonrasında abiler birbirlerine baktı, en büyük olanın bir kafa işaretiyle hiçbir şey söylemeden gittiler. Anam onların ardından birkaç küfür edip kendi kendine söyleniyordu. “Ana tamam, duyacaklar, yeter!” dedimse de, bibimlerin mahallesine varana kadar söylenip durdu.
Bir de Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu’nun evine gönderilen bombalı paketle öldürülmesi sonrası yaşananlar var… Hamid Fendoğlu'na Malatyalılar “Hamido” derlerdi. Bunu da hâlâ o dönemleri düşününce tedirginlikle hatırlıyorum. Sokak çatışmaları, herkesin birbirinden ayrıştığı, şüphe edip korktuğu felaket zamanları… Günlerce sürmüştü. Yağmalar, talanlar… Unutulacak gibi değildi. Kimin kimi vuracağı belli olmayan kaotik, belirsiz ve gerçekten en zor zamanlardı.
Birkaç gün sonra sokakta her köşe başında silahlı askerler, panzerler vardı. İnsanlarda ise bir tedirginlik… Ortalık yavaş yavaş sükunete kavuşmuştu.
Devam edecek..
Teşekkür ediyorum..Selam ve saygılarımla..