Küflü Oyunların Çocukları -1-

Kim
Kiminle
Nerede
Ne zaman
Ne yaptı...



Bu oyunu kuşkusuz hepimiz anımsıyoruzdur. Kâğıt ve kalem ile yazılarak oynanan çok güzel bir oyundu(r). Biz kızlar bu oyun yüzünden kaç kere kahkaha krizine tutulduk sayısını bile hatırlamıyorum. Hatta lisedeyken boş derslerde beni arka sıraya götürüp zorla bu oyunu oynatan arkadaşlarıma o zamanlar kızarken şimdi âh keşke yine beraber olsak da yine oynasak demekten kendimi alamıyorum. Bugün bile aklımda kalan cümleler var. Hele bir, iki tanesi var ki aklıma geldikçe hâlâ gülümserim..




?'Müdür bey, hademe Ömer efendiyle ağacın dalında gece on ikide tavla oynadı.''




?'Annem kediler ile çölde bu sabah patates kızarttı.?'





...





Ve daha nice komik, ilginç cümleler...




Yazmaya kalksam en az hüznüm kadar uzun sürer...




Kurduğumuz o cümleleri ve o günleri o kadar çok özledim ki...




Hepsi korkudan yüreğimin küflü raflarına gizlendi...





Her şey gibi bu oyun da zamanla unutulup gitti. Şimdi sokaktan herhangi bir çocuğu çevirip sorsanız size acayip acayip bakarak;




?'Ne diyorsun sen abla kafayı mı yedin? Der, bir de alay edercesine güler geçer.''




Ama bilgisayar oyunlarından en duyulmamışını bile sorsanız anında hangi levelda neler olacağını tıpkı bir papağan misali hiç takılmadan anlatırlar size. Denemesi bedava... (Bizzat tecrübe ile sabittir.)




Oysa eskiden ne kadar güzel oyunlar oynayan çocuklar vardı daha doğrusu çocukça oynayan güleç yüzlü mutlu çocuklar vardı. Kızdıkları vakit küfretmeyi bilmeyen o masum küçük yürekler şimdi neredeler? Biz büyükler ne kadar da çabuk ve yanlış büyüttük sizleri...




Kavga ettikleri zaman;
?'Benim babam senin babanı döver.'' deyip de küs kalmaya en fazla beş dakika bile dayanamayan o eski zaman çocukları, nerdesiniz? Ne zaman, nereye kayboldunuz? Nerede kimlerle ne yapıyorsunuz? Kimler alıştırdı sizlere tineri ve nasıl uyuyorsunuz soğuk taş kaldırımlarda? üşümüyor musunuz?...




İçtiğim her kaşık sıcak çorbada iliklerime kadar donuyorum,gözyaşlarım titriyor , beni hissediyor musunuz ?...




Başınızı taş yastıklara koyup da uyuduğunuz harabeler kadar viraneyim şimdi. Sizlere gülmeyi unutturmanın bedelini farkında değiliz ama o kadar ağır ödüyoruz ki... Savaşlar üretiyoruz sırf sizlerin geleceğini güven altına alabilmek adına ama ne yazık ki bu teminatın belgelerini de yine sizlerin masum kanlarınız ile imzalıyoruz. Bu nasıl bir çelişki bir türlü anlayamıyorum. Savaşları kazandıkça yenildiğimizi neden bilemiyoruz. Bu hırs niye, neye... Kafalarımızı ellerimizin arasına şöyle alıp bir düşünebilsek var ya! Aslında her şeyi daha iyi anlayacağız. Henüz çok geç değildir belki de, zira zararın neresinden dönülürse kârdır ama hâlâ aynı hızla aynı yolda ve de aynı fikirler ile ilerlemeye devam ediyoruz... Nedense bu konularda yorulmayı asla beceremiyoruz... Yani kısaca, doludizgin kötülüklere doğru hiç durmadan koşuyoruz. Dün bize daha çocukken bırakılan bu lanetli mirası maalesef bizler size devrettik yarın sizler de başka çocuklara bırakacaksınız..




Tam bir kısırdöngü.




Ne kadar acı bir durum!




Ve ne kadar korkunç bir tablo.




Vah ki vah!





Bazen canım sıkıldığında kendimi İstanbul'un başıboş sokaklarına atıp öylece saatlerce yürüyorum. Kendi yüzümü göremiyorum ama baktığım tüm yüzler soluk, suskun ve somurtkan. Kimsenin dudakları gülmek için eğilmiyor artık yanaklara.






Deklanşöre takılan manzaraları inceledikçe giderek daha da azalıyor geleceğe dair umutlarım. Çektiğim fotoğraflara bakarken utanıyorum parmaklarımdan ve kendime hep aynı soruyu sormaktan artık yoruluyorum.




?NEREYE GİDİYORUZ??


Yürekler küskün,
Yaşadıkları hayatlara
Gözler mahzun
Acılar ev sahibi olmuş kirpiklerde
Düşler kiracı
Hayaller misafir
Mutluluk yine uzaklarda,
Dertlerse hâlâ kelepir
Huzur kayıplarda,
Kim bilir ne zaman katledildi zalim sunaklarda,
Bulana bin ütopya da benden bedava
Gülmeyi hatırlamak imkansız olsa da,
Şimdi revanda ağlamak revaçta
Öleyim de kurtulayım deyip,
Yanılıp da cesedine güzel bir manzara arama,
Aman sakın ha!
Bulamazsın dostum,
Boşuna arama,
Arayıp da,
Beyhude yere kendini yorma...
Nasılsa herkesin bir gün uykusu gelecek.
Ve işte o gün,
Hepimiz, aynı yorgana sarılacağız,
Yani!
Toprağa...











Bugün hatta şu anda aynı oyunu oynamak istesek herkesin kuracağı cümle
hemen hemen aynı olurdu eminim...

?'Yanlışlar, doğrular ile dünyada her saniye dalga geçiyor.''

Ya da;

?'Bazı insanlar, bazı insanların bu dünyada her saniye hayatlarını çalıyor.''

İşte çıkacak bu cümleler yüzünden artık bu oyunu ben de unutmak istiyorum.

Kimler kimlerle nerede ne zaman neler yaptılarsa; faturasını hep masum
insanların ve masum çocukların üzerine çıkarttılar ve hâlâ da çıkarıyorlar.
Hem de büyük bir inatla. Yazıklar olsun.





Yazıklar olsun...

Yazıklar olsun!

31 Ağustos 2013 4-5 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (5)
  • 10 yıl önce

    Bu konu üzerine söylenecek çok şey var elbette. Ama ne söylesek, ne yazsak içimizi soğutmuyor ki.! Oyunların geri de kaldığı kesin. Şimdiki çocuklar çocukluğun ne olduğunu bile bilmeden büyüyorlar. Bazısı hiç çocuk olamıyor zaten. Güzel bir yazıydı. Gerçekçi ve duyarlı. Tebriklerimle.😅

  • 10 yıl önce

    Beğenmenize çok sevindim. Çok teşekkürler.

    Selam,saygı ve dua ile... 🙂

  • 10 yıl önce

    çok özledim ben o zamanları...

    tebrikler sayın yazar 👍

  • 10 yıl önce

    Oncelikle sunu soylemeden gecemeyecegim; bu bir oyku degil ama cok guzel bir deneme. Ne yazik ki butun bunlar cok dogru. Sanirim biz cocukken daha masumduk cunku yalanlarla dolu bir dunyamiz vardi oysa simdi ki cocuklar her seyi biliyorlar. Ama minik yurekleriyle yapacak hic bir seyleri yok bilgisayarda oyun oynamaktan baska. Kaleminize saglik guzel bir yaziydi.

  • 10 yıl önce

    Öncelikle değerli seçki üyelerine bana bu onuru bahşettikleri için en içten teşekkürlerimi sunarım. Yazıma yorum yazan siz kıymetli şair ve yazar arkadaşlarıma da en içten teşekkürlerimi bir borç bilirim. Selam,saygı ve dualarımla...

    🙂