Kurbanlık hayatlar

Yağmur olanca şiddetiyle devam ediyordu, üşümüştü, üzerine giyebileceği nesi varsa giymişti oysa. Titreyen ellerini cebine sokarak birkaç siyah poşeti çıkarıp önüne koydu, özene bezene bir tekini kafasına diğer bir tekini yırtık ayakkabılarına sarıp sarmaladı. Uzun çorap giymişti, biri başka öteki başka renkteydi. Etekliğinin altını şöyle bir toplayıp, açıkta kalan eşofman altının paçalarını çorabının içine soktu. Utana sıkıla etrafına bakınıyordu, kuyruk azalmak bir yana her geçen dakika çoğalıyordu sanki.
Mahcup bir edayla yanında duran gençten bir hanıma döndü; ?yavrum iki gündür gidip geliyorum bu gün de sıra gelmeyecek, iliğime geder ıslandım. Benim adam yatalak, yemeğini alıp yiyemez, üzeri açılsa örtemez ev buz gibi olmuştur, ne yapsam ki...? dedi. Diğer kadın ?benimde ufak bebem var beş yaşındaki kızıma bıraktım, bende iki gündür geliyorum, adamını bulan önden girip alıyor, Allah verede akşama kalmasak, birde banka kuyruğu bekleyeceğiz? diyordu.
Bu boncuk gözlü ay yüzlü ninenin, her Bayramda çektiği kuyruk çilesine bu gün yağmurda tuz biber olmuştu. Gözünden süzülen tek damla yaş, kırışık yanağına doğru akarken, yavaşça yerinden doğruldu, yanında duran ağaç bastonunu eline aldı otobüs durağının yolunu tuttu. ?sabaha erkenden gelmeli? diyordu, elini cebine attı iki abonmanı kalmıştı, bu günde ekmek parasını yol parası yapmıştı, üstelik eli boş dönüyordu.
Ayşe teyze eve vardığında, önce kocasının yatağının yanına vardı, hasta adamın açılan yorganını düzeltip içeriden getirdiği başka bir battaniyeyi de üzerine örttü. Titreyen eliyle kendi derdini ıslanmışlığını unutup alelacele sobayı yakmaya koyuldu. Çöplerden topladığı kâğıtlarla sobayı yakmaya uğraşırken bir yandan da söyleniyordu ?Allah devletimize zeval vermesin, bu kışta kıyamette bu kömürü de vermese halimiz nice olurdu? diyordu. Bir hafta önce yirmi torba kömürü her nasılsa alabilmişti. Birde bayram harçlığını alabilseydi herifine sıcak bir tas çorba kaynatacaktı.
Mutfağa girdi, mutfak tam takırdı, birkaç kuru soğan bir iki patatesten başka bir şey yoktu. Bir komşusunun getirdiği ununda dibi görünüyordu, bir avuç kadar unu ayrı bir kaba aldı. Sonra, kalan unu bir kaba boşaltıp iyice yoğurdu. Sobanın üzerinde duran güğümden aldığı sıcak suyla, bir bardak kadar unu küçük bir tencereye boşaltıp biraz karıştırdıktan sonra tencereyi de getirip sobanın üzerine yerleştirdi.
Bir müddet dinlenen hamuru alıp sobanın yanına oturdu, boş bir tencerenin altında açtığı hamurları sobada ?bazlama? yaptıktan sonra kalkıp un çorbasını bir daha karıştırdı. Odanın içine taze ekmek kokusu ve sıcaklık yayılınca Ali amca da yorganın altından tebessüm ederek gözünü şöyle bir araladı. Ayşe teyze kalkıp yanına gitti yastığının altını yükselttikten sonra ihtiyar adamı biraz doğrulttu.
Taze pişirdiği mis gibi ekmekle un çorbasını katık ederek önce adamına içirdi sonra kendisi. Adam şükran dolu gözlerle hanımına baktı, konuşabilse söyleyecek ne çok şeyi vardı oysa. Ayşe teyze bu bakışları tanıyordu, kocasının ne söylemek istediğini biliyordu. Ona sen üzülme der gibi baktı ve kalkıp etrafı toplamaya koyuldu. Kocasının yatağını tekrar düzeltirken konuşuyordu gülen gözleriyle.
Etrafı düzelttikten sonra, kanepenin yanında duran seccadesini alıp namaza dururken bir yandan da kocasına dönüyor ?yarın komşular et getirirler, bir güzel kavurur suyuna da pilav yaparım sen seversin? diyordu.
...
Adam iri cüssesine rağmen koltuğun içinde kaybolmuş gibi duruyordu. Gözünü kırpmadan öylece oturuyor sabit bir noktaya bakıyordu. Sakalı uzamış, saçı karma karışıktı, yanına çay getiren hanımını fark etmemişti bile. Hanımı ?hadi çayını soğutma, banyoyu da yaktım, şimdi çocuklarda gelir toparlan biraz? dedi.
Adam sehpayı önüne doğru iyice çekti, çayına bir şeker attıktan sonra sert hareketlerle kırarcasına çayını karıştırıp bir yudum içtikten sonra tekrar bıraktı. Bu sefer kumandayı aldı, bir kanalı açıyor sonra diğer bir kanalı. Bir dakika içerisinde ne kadar kanal varsa bir onu açıyor bir öbürünü derken hanımı dayanamadı ?ne yapıyorsun! Bırak bir yer kalsın, şaşı olduk ya da kapat bakmıyorsan? dedi. Adam elindeki kumandayı fırlatıp attı, sonra da sehpaya bir tekme, küfürler savurarak askılıktan ceketini aldığı gibi kapıyı sertçe vurup çıktı.
Hanımı şaşkınlıktan kala kalmıştı, neden sonra ağlamaya başladı. Hiç böyle şeyler yapmazdı, komşular onlara imrenirlerdi ?çok beyefendi kocan var Gönül? derlerdi. Şimdiye kadar aralarında her ailede olabilecek tartışmaları saymasak büyütülebilecek bir kavgaları dahi olmamıştı. O da üzülüyordu kocasının bu haline, kolay değildi işsiz kalmak, hem, belki tekrar çağırırlardı, kolay mı bunca yıllık işçiyi çıkarmak diyordu.
Mustafa bir birahaneden içeri girip, boş bir masaya oturdu. Alışık değildi böyle mekânlara etrafına bakınıyor ?benim ne işim var burada? diyordu kendi kedine. Gelen garsona bir birayla karışık bir çerez getirmesini söyledi. Karmakarışık duygular içerisinde hem birasını içiyor hem vicdan muhasebesini yapıyordu. Gönül'ü kırmıştı, ?salak kafam ne vardı sanki bir ben mi idim işten çıkarılan? diyordu.
Kızına sözü vardı, buzdolabının taksiti bitince bilgisayar alacaktı, bayramda sinemaya gideceklerdi hep birlikte, Son Osmanlıyı seyredeceklerdi. Hanım haklı diyordu, kendimi koyuvermemeliyim, bir çaresine bakmalıyım belki yeni bir iş bulabilirim Gül gibi mesleğim var diyordu. Daha ikinci birayı içiyordu ki kararını verdi. ?Hemen eve gidip önce hanımın gönlünü alayım, yarın nasılsa bayram çocuklarla sinemaya da giderim?
Sorumlu bir babanın yapması gerekeni yaptı birahaneden çıkıp, önce bir baklavacıya sonra hızlı adımlarla durağa gitti. Otobüs durağı bom boştu bir saate yakın beklemesine rağmen otobüste gelmemişti. Evi uzakta olmasına rağmen yürüyerek gitmeye karar verdi. Bir müddet caddelerden sokaklardan yürüdü. Mahallenin yakınındaki mezarlıktan daha çabuk gidebileceğini düşünerek o tarafa yöneldi.
O sırada Gönülde eve çeki düzen veriyor etrafı temizliyordu. O da, keşke üzerine fazla gitmeseydim, ne vardı sanki oflayıp puflayacak belli ki canı sıkkındı daha sakin olabilirdim diyordu. Az sonra da kızları okuldan gelmişlerdi, daha çantalarını kor koymaz da ?anne bayramlıklarımızı aldın mı? diye sormuşlardı. Gönül, çocuklara dönüp ?babanızın yanında bayramlıktan bahsetmeyin, canı çok sıkkın, biliyorsunuz işten ayrıldı, hem kıyafetlerinizin nesi var, şimdi güzelce ütülerim bir daha ki sefere daha iyisini alırız? dedi. Çocuklar ?off yaa!? diyerek odalarına çekildiler.
Mustafa mezarlığın içinden ilerleyip sokağın başına henüz gelmişti ki sokak lambalarının yanmadığını fark etti. İçine belli belirsiz bir korku düştü. Adımlarını daha bir hızlandırmış giderken önünde bir gurup ?tinerci? çocuklar belirdi. Birisi ?hoop babalık! Sökül paraları? diyordu bir diğeri elindeki falçatayı göstererek ?cep telefonun var mı? diye soruyordu. Mustafa çocuklarla kapışmak istemiyordu, elini cebine attı ?bakın çocuklar işten çıkarıldım bundan başka param da yok, alın bunu da size vereyim? dedi.
Çocuklardan birisi hemen atılıp parayı kaptı, bir diğeri ?yemezler, çocuk mu kandırıyorsun sen, sökül lan cebindekileri! Boşalt, boşalt? diyerek yanına yaklaştı. Cep telefonunu vermemekte kararlıydı Mustafa, niye versin di daha alalı bir ay bile olmamıştı. Çocukların arasından sıyrılmaya çalışıyordu ki birisinin kolundan tuttu, tutmasıyla da bir tokat patlattı. Elini kaldırıyordu ki birden ayağının kendisini taşımadığını fark etti.
Mustafa çocuklarla girdiği arbede sırasında aldığı beş bıçak darbesiyle oracığa yığılıp kaldı. Hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp gidiyordu. Oysa daha düne kadar ne kadar da mutlu giden bir evliliği vardı. Hayata dair düşünceleri geldi gözünün önüne, eyvah! Ölüyorum dedi. Gönül ve kızları ne kadar da üzüleceklerdi, gözünden süzülen yaşlar kendi bedeninden canın ayrılması değildi. Ailesinin kalan hayatta tutunacak bir dallarının kalmaması onun acılarına bir acı daha katıyordu.
Ambulans sirenlerini çalarak hastanenin yolunu tutarken, Mustafa'nın hanımı ve çocukları her şeyden habersiz birazdan çıkıp gelecek dedikleri evin direği gözbebeği babalarını beklemekteydiler üstelik yarın bayramdı...
...
Hatice işyerinden izin alıp, aldığı haftalığını asker olan kardeşine yollamak üzere postaneye gidiyordu. Kardeşi askerdeyken para gönderecek başkaca kimseleri yoktu, babalarını geçen yıl kanserden yitirmişleri. Elde avuçta olan birkaç kuruş hastana hastane dolaşmaktan bitmişti. Babalarından kalan dul maaşı ancak evin kirasını karşılıyordu üstelik annesi de astım hastasıydı.
Kardeşini çok seviyordu Hatice, biraz idare ederse bu para kardeşinin gelmesine kadar yetebilirdi. Şunun şurasında üç ay gibi kısa bir zaman kalmıştı ?sağ salim inşallah bitirip döner? diyordu. Hızlı adımlarla cadde boyu ilerliyordu, yavaşlayıp bozulan atkısını düzeltmeye koyuldu. O sırada kaldırımın kenarına yaklaşan bir abradan çantasına uzanan eli fark etti. Arabanın içerisinden askerdeki kardeşi yaşlarında bir genç çantaya yapışmış çekiştiriyordu.
Hatice sıkı sıkıya çantanın kulpuna yapıştı, çantayı vermek istemiyordu bir yandan da imdat! Diye bağırmaya başladı. Gözü dönmüş bu şehir eşkıyaları kimseye aldırmadan arabanın hızını daha da artırarak çantayı alma peşindeydi. Çantayla birlikte metrelerce sürüklendikten sonra takati kesilen Hatice gerisini hatırlamıyordu bile.
Bir süre hastanenin yoğun bakımında kaldıktan sonra, bir ay hastanede yatıp taburcu olmuştu. Yaraları her geçen gün biraz daha iyileşiyordu iyileşmeyen tek yarası gönül yarasıydı.
Sonra nemi oldu, anlatmayayım isterseniz bilinen dramatik sahneler. Hepimizin her yerde her gün gördüğü tanıdık bildik manzaralar. Hatice iyi oldu belki, ya iyi olmayan, bir hiç yoluna canından olan diğer Haticeler. Kardeşi mi, o da sağ salim döndü aslanlar gibi.
...

Her yerde gözyaşı, her yerde çeşitli dramlar, her gün, hemen yanı başımızda yaşanıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bazıları sırça köşklerinde her şeyden bihaber yaşamaya devam ederken sınırlarımız alev alev. Mehmetçik, kar kış, yağmur çamur demeden canı pahasına Vatan toprağını koruyor. Her gün bir fidanımızı toprağa veriyoruz.
Eğer bir gün bir mezarlığa gitmek zorunda kalırsanız, yüreğiniz yetiyorsa şehit mezarlarına gidin. Bakın orda yaşanan dramlar kelimelerle buluşabiliyor mu, bakın orda ne çeşit hikâyeler ve ne çeşit trajediler var.
Ya her gün hemen her gün yaşanan trafik terörü, bayramı kana bulayan trafik canavarı dediğimiz aslında kahramanları biz olan sanal canavar. Her gün bir ocak sönüyor, özlemle hasretle gurbetteki sevdikleriyle kavuşmak beklerken cenazesinde buluşanlar. Ecel her yerde insanı bulur bulacakta, ancak bile bile ölüme gider gibi dikkatsizce tedbirsizce çoluk çocuğunun veya başkalarının hayatlarını tehlikeye atan biz sürücüler? Bunda bizimde kabahatimiz yok mu?
Akşam televizyonun başına geçmiş haberleri izliyoruz veya dinliyoruz. Kaçan boğaları yakalama timleri iş başında! Her bayramda gördüğümüz sahneler tekrarlanıyor. Falanca artist bilmem nerden çıkarken görüntülenmiş Şok! Şok! Veya günün Flaş! Haberi az sonra. Başka bir kanalda dansözler arzı endam (!) ediyor. Bir diğerinde günün haberi falcılık büyücülük bilmem ne. Başka bir kanalda, bilmem hangi ?sanatçı? kameraları takmış arkasına güya düşkünler yurdunu veya çocuk yuvalarını geziyor ve arkasından ?inciler? dizerek topluma mesaj veriyor..
Kabak tadı veriyor sıkılıyorsunuz, neyse ki her meslekte olduğu gibi işini hakkıyla yapan sorumlu televizyon kanalları var. İşte yukarıdaki öykülerin benzerlerini o kanallarda izlerken, kesilen kurban mı yoksa kurban olmuş hayatlar mı diyorsunuz. Her şeye rağmen bu gün bayramdı ve biz bir bayramı daha babasız geçirmenin hüznü içerisinde kutladık. Sizinde BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN efenim.

16 Aralık 2008 11-12 dakika 5 öyküsü var.
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    ÇOK HARİKA AMA gerçekten birinci bölüm çok duyguluydu😭😭😭😭😭😭

  • 13 yıl önce

    çok sıradan bir konu gerçek hayatta zaten olan şeyler...