Kurbanlık Koç
Acele İsmail yeni kurulacak olan evinin temeline besmele ile ilk kazmayı vurmasından çok daha önce adağını yapmıştı. Çatıyı çeker çekmez, semiz bir koç kesip, kurban verecekti.
Nihayet o gün gelmişti. İlk horozların ötmesiyle yatağından kalktı, elini yüzünü yıkayıp, abdestini aldı, bildiği bir kaç önemli duayı içinden tekrarlayarak yola koyuldu.
Köyü dört yanından dağ ile çevreli, adeta derin bir çanağın dibine düşmüş ateş böcekleri gibi ışıl ışıldı. Sokak lâmbaları halâ sönmemiş, yeni uyanan evlerde arka arkaya yanan ampuller bu manzarayı daha da süslüyordu. O bu ışık deryası içinde bir gölge gibi akıp gidiyordu. Adı üstüne ''Acele'' idi. Henüz on-on beş dakika geçmemiş, artık ''Kanlı Yol''u tozutuyor, Yüksek Mahalle köyüne doğru şimşek gibi ilerliyordu. Buranın davarı çok eskilerden, havasından mı, suyundan mı, nedir, hep seçkin olurdu. Kurbanlık koç'u oradan alacaktı.
Tepeyi tırmanarak, düze çıktı. İşte önünde Yüksek Mahalle köyü. Malı da kimden alacağını peşin kararlaştırmıştı. Ev sahibinin kapısına dayanarak, halini arzetti. Üç aşağı, beş yukarı, pazarlığı yaparak, sayadan gözlerine kestirdiği muhteşem bir koç'un boynuzlarına yapıştı. Beline sarılı olan urganı çözerek, hayvanın boynuna doladı ve sağlam bir kör düğüm attı. Attı ama, bu köpek değil ki, arkasından yürüyüversin ! Koç ayaklarını diredi, öylesine, dört kazık üzerinde cansız bir varlık gibi hareketsiz kaldı. Acele İsmail mercimek büyüklüğünde terler dökmeye başladı. Parasını saymıştı, bu ''inat''ı zorla da olsa, evine götürecekti. Hem nasılsa gidecek yol yokuç aşağı idi. Son kuvvetini toplayarak, var gücüyle asıldı. Koç birkaç adım yürüdü, gene ön ayakları ile frenledi. Acele İsmail'in tepesi hepten attı. Hiddetle:
- Dirensen de, direnmesen de seni götüreceğim be domuz!, dedi. Ben senin için bir cep para saydım!
Koç asıldı, Acele İsmail asıldı, böyle, böyle, iki adım ileri, bir adım geri, öğle üzeri yeni evinin önüne vardılar. Önce dut ağacının altındaki çeşmede yüzünün terini yıkadı, soğuk bir kaç yudum su içti ve yakındaki taşın üzerine çöktü. Yorgunluğu biraz hafifleyince beynini bir fikir kurcalamaya başladı. Öfkeyle birlikte, farkında olmadan, hayvana ''domuz'' demişti. Oysa onu kurbanlık niyetine almıştı. Acaba bu talihsiz hata yüzünden yüce Allah huzurunda adağı kabule geçer miydi ? Bunun caiz olup olmayacağına dair içine bir şüphe düştü. Bir de köyün en saygınlarından bilinen Hatçe Molla'ya danışmayı düşündü. Böyle işlerden en iyi o anlıyordu. Yerinden fırlayarak hemen oraya yürüdü.
Hatçe Molla Acele İsmail'i dikkatle dinledi. Sonra başını bir bilge gibi ağır ağır bir o yana, bir bu yana salladı, diliyle birkaç kez çıklattı ve nihayet:
- Bana bak oğlum, dedi, sen bu hayvanı kurbanlık almışsın. İllevelâkin, öfkeyle de olsa, ona ''domuz'' demişsin. Biz müslümanız, caiz değildir oğlum ! İyisi mi, sen yeni bir kurbanlık al !
Acele İsmail evine bile dönmeden, yine Yüksek Mahalle köyü yolunu tuttu. Hem koşuyor, hem habire, tövbelerle birlikte, dilinin kemiği olmadığına esef ediyordu. Bu hatayı ne pahasına olursa olsun, artık tekrarlamayacaktı.
Bu düşüncelerle aynı mal sahibini bularak, başka bir koç seçti. Parasını ödeyerek, urganı yine önceki gibi hayvanın boynuna dolayıp, düğümü attı. Talihe bak sen ! Bu koç daha da inatçı çıktı. Acele İsmail asıldıkça, ön ayakları adeta toprağa gömülüyordu. Üstelik ikindi sıcağı da gelmiş çatmıştı. Alnında dökülen terler yüzünden aşağı seller gibi akıyor, başını öfkeyle salladıkça, kıyıdaki kayalarda parçalanan hırçın deniz dalgaları gibi etrafa saçılıyordu. Sinirlerine ne kadar hakim olmaya çalışsa, bu mübarek az daha ona yeni bir günahı işletecekti. Aklından Hatçe Mollanın uyarısı geçti. Sonra yürüdüğü yolu, kaybettiği zamanı, harcadığı parayı düşündü. Bakışlarını gök yüzüne çevirdi. Dudakları pıtır pıtır birşeyler okudu. Sonra fincan akıyla kan karşımına dönüşmüş gözleriyle mülâyim mülâyim koç'a baktı ve:
- Baaa, baa, çok benziyorsun ama, demeyeceğim, dedi.
Urganın bir ucunu omuzuna atarak, hayvanı hıtır hıtır yokuş aşağı sürüklemeye başladı.
Güne düsen öyküyü ve yazarini kutlarim. Selamlarimla.