Kütüphanedeki Rüya

Güneş, yeni yeni ışığını salıyordu yeryüzüne. Geceden yağmış parlak ve pudra şekerini andıran kar, pencereden baktığımda yüzüme tatlı bir tebessüm veriyordu lakin güneşin ışığından bu fedakarlığı yüzümün üşümesine ve soğuktan dolayı nefesimin sakallarıma kırağı düşürmesine engel olamıyordu. Tabii ki bu durum evin içinde olmuyordu. Neredeyse bir buçuk iki yıldır sıradanlaşmış ve asla sırasını şaşmayan bir yaşam düzenim vardı.
Her sabah, güneşin daha mahmur olduğu zamanlarda sıkıla sıkıla uyanırdım. Kurduğum alarmlara ilkinde uyandığım olmamıştır hiç. Saatin alarmını durdurmak için o tuşa bir keresinde öyle bastırmışım ki tuşla birlikte parmağımın da tuş yuvasına girdiğini hatırlıyorum. Neyse bence mühim olaya, giriş yapayım. Her zamanki gibi sabahları kahvaltı yapmak huyum değildir. Zar zor uyanıp bir bardak süt doldurdum. Masanın üstüne bıraktım ve hazırlanmaya başladım. Çantam bir önceki günden hazırdı. Dış kapıyı açtım, haki renkli montumu sırtıma geçirdim ve botlarımın ipini bağlamadan hızlıca aşağıya indim. Acele ediyordum, bir yere geciktiğim falanda yoktu. Dışarıya çıktığımda doldurup da içmeyi unuttuğum o bir bardak süt geldi aklıma. Üşendim, kim çıkacaktı beş katı, onlarca merdiveni ? Birkaç adım attım ve birden gözlerimin önüne bembeyaz bir perde çekildi sanki. Etrafım yeni yağmış karlarla kaplıydı. Önceki günlere göre çok da soğuk değildi hava ama gözlerimi kamaştıran bu renksiz resim, bu keyifsiz manzara hiç de alışık olduğum bir durum değildi. Açamıyordum gözlerimi açsam da puslanmış gözlüklerim yolumu görmeme mani oluyordu. Bir gayret açtım gözlerimi ve istemeyerek birkaç kez hapşırdım. Devam ettim yoluma ve bugün otobüsle gitmeye hiç de niyetim yoktu. Nereye gittiğimi söylemedim galiba. Dershaneye ve dershanenin olmadığı günlerde kütüphaneye ders çalışmaya ve sıkıldığımda ise huzur bulmak için şiirler okumak, şiirler yazmak için sakin bir yer bulmaya çıkarım her sabah erkenden evden. Onlarla uğraştığım zamanlar her şeyle bağlarımı koparır ve dünyayla ilişkimi birkaç saatliğine keserim. Ne acıkır ne de susarım lakin bazen uykumun geldiği olur. Ona da alıştım artık neredeyse yıllardır uyuklayarak ders çalışıyorum.
O gün otobüse binmiyorum. Yerler oldukça kaygan. Yavaş adımlarla ve parmak uçlarıma basarak yürüyorum. Havanın çok da soğuk olmamasına rağmen ellerimi ceplerimden çıkarmak canımı çok acıtıyor. Ellerimi ceplerimden çıkarmadığımdan dengemi sağlamam zorlaşıyor. Düşe kalka ilerliyorum. Yolu yarılamış olduğumun farkına varıyor ve biraz da olsa rahatlıyorum. Ve biraz sonra önümde sıra sıra dizilmiş yaklaşık yirmi arabanın yeşil ışığı bekleme merasiminden sonra geçiyor ve çatıdan eriyen karların yere yaptığı yankının ağlayan bir çocuğu andırması hoşuma gidiyor. Karşı caddede birkaç belediye işçisi kaldırımların karlarını daha doğrusu buzlarını kırıp yolun ortasına atıyor. İki ya da üç yaşlı adam ellerinde birkaç kara poşet ağır ağır benim tersi istikametime yürüyor. Ve sonunda ulaşıyorum beş yıllık lise hayatının beşte birinin geçtiği yer, kütüphaneye. İçeri giriyorum ve ılık bir hava yüzüme çarpıyor. Selam veriyorum kütüphane görevlilerine ve çalışacak bir yer arıyorum ve her zamanki gibi ilk seferinde üç katta da boş bir yer bulamıyorum. Geçip boş bir koltuk arıyorum, olmadı dinlenirim diye düşünüyorum. Dizlerimin üstünde bir şeyler karalıyor ve sonra da boşaldığını gördüğüm bir yere geçiyorum. Birkaç saat çalışıyor sonra sağ tarafımdaki rafta bulunan şiir kitaplarına dadanıyorum. Onları okudukça derse geri dönmek çok zor geliyor. Onları bir daha göremeyecekmişim gibi okudukça okuyor beğendiklerimi defterimin bir köşesine not ediyorum. Onları okudukça bende bir yazma hevesi oluşuyor ve ben de her akşam bir şeyler karalamıyor değilim.
Zor bela birkaç saat çalışıyorum. Kendime hedef koymadığım günler verimli çalışıyorum da denemez zaten. Saat dokuz gibi başlıyorsam öğleye doğru son buluyor çalışmam. Başıma ağrılar giriyor zaten çoğu zaman. Üç dört saat için de oraya gitmiş olmam da beni bunaltıyor. Eve geri dönme isteğim bundan dolayı olmuyor. Öğle arası bazen acıkıyorum lakin bir şeyler yeme isteği nadiren oluyor. Zaten genelde normal yaşamımda da yemeyle çok fazla ilgili değilimdir. Çelimsiz ve yaşıma göre oldukça sıska bir bedenim var. O gün oldukça bunalıyorum ve ağrılarıma ağrı kesiciler artık bir fayda etmiyor. Masanın üstüne başımı koyuyor ve ağrının dinmesini temenni ediyorum. Ve ilginç şeyler bu noktadan sonra olmaya başlıyor. Uyumuş oluyorum istemeden. Kütüphanenin o kağıt kokulu atmosferi beni benden geçiriyor.
Uykudayım ve farkında olmadan gözlerimi bu şehirden de soğuk bir yerde gözlerimi açıyorum. Toprak parçası dediğim yer ise yine bu şehir gibi yeryüzünün bembeyaza bürülü olduğu aşırı soğuk bir yer. Hissediyorum, içim ürperiyor. Titriyorum üzerimde o soğuğa göre hiçbir şey yok. Ellerim, beyaz tenli ellerim mosmor olmuş, hissetmiyorum onları. Şu birkaç yıl sıcak bir mevsimin, denizin ve doğanın tadını çıkaramadığımdan toprağın rengini ve kokusunu unutmuşum. Yürüyorum, ne bir insan ne de herhangi bir bina, yapı gözüme çarpmıyor Yürüyorum, ne bir insan ne de herhangi bir bina, yapı gözüme çarpmıyor. Varlığını farkında olduğum tek şey rüzgarın sesi ve uçuşturduğu kar tanelerinin yüzüme çarpıp çileden çıkarıcı bir acı hissettirmesi. Sanki o bölgeye ilk kez ben ayak basmışım gibi hareket ediyorum. Bana yabancı gelecek hiçbir şey de göremiyorum. Beyaz çarşaftan bir çadıra hapsolmuş gibi hissediyorum. Ne kadar uzaklaşsam da bulunduğum yerden herhangi bir değişiklik olmuyor. Çaresizliğim, sabretmem ve bu durumla baş edebilmem için devam etmem gerektiğini fısıldıyor kulağıma. O sese kulak veriyorum ve ileride gözüme bir baraka çarpıyor. Mutluluktan elim ayağıma dolaşıyor bulunduğum yere öylesine kapaklanıyorum. Üstü kara kıllı postlarla örtülü, eğri bir borusu ve zayıf bir dumanının yükseldiği, koyu kestane renkli kapısının iyice kapatılmış olduğu küçücük bir barınak. Kapıya yöneliyor ve birkaç kez tıklatıyorum. Yaşlı bir bayan açıyor kapıyı. Bir şeyler söylüyor lakin anlamıyorum. İşaret diliyle içeri davet ediyor beni, geçiyorum içeriye ve ellerim istemsizce ateşe siper ediyor kendini. Birazda olsa rahatlıyorum. İhtiyar kadın bana ben ona bakıyorum. Birkaç dakika sonra odundan oyulmuş bir tas içinde çorbadan biraz katı, içimde beyaz etlerinin olduğu ilginç bir yemek uzatıyor. Hiç düşünmeden kafaya dikiyorum. Teşekkür ediyorum kadın bir şey anlamıyor sadece gülümsüyor bana ben de ona o şekilde cevap veriyorum. Birden heyecanla elimden tutup beni dışarıya çıkarıyor. Gökyüzünü işaret ediyor. Kafamı bir çeviriyorum ki ne göreyim koyu mavi olan gökyüzünde yemyeşil ışıklar büyülercesine dans ediyor. Hayran olmamak elde değil kutup ışıklarına. Bir kaç dakika izliyoruz yaşlı kadınla ve istemeyerek ,soğuktan dolayı içeriye geçiyoruz. Uyumak için ateşin yakınına bir minder bulup geçiyorum, uzanıyorum tam uykuya geçecekken omzumun sarsılmasıyla uyanıyorum. Birini dürttüğünün farkında oluyorum. Evet, yaşlı kadın değil kütüphane görevlisiymiş meğer. Kütüphanenin kapanacağını belirtiyor, bir ben kalmışım koskoca kütüphanede. Kalkıyorum, rüyadan kalma soğuk yüzümü atkımla sarıyorum, ağzımda o çorba benzeri yemekten kalma balık tadıyla ve ince bir tebessümle ayrılıyorum oradan.

22 Haziran 2016 7-8 dakika 3 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    ''Rüyalar ziyan olmamış.'' yazıya dökülüp öyküleştirilmiş, ne güzel kutlarım Emin içtenlikle...👍