Lila

Biz seninle üç kez buluştuk, unutma! Son sefer sen uçuş uçuş bir elbiseyle geldin, pembe çiçek desenli. Aslında itiraf etmem gerekirse, senden önce kokun geldi. O bahar kokun, o kimse de olmayan ve bir yerde duyumsadığım an senin gelişini bedenime bildiren kokun. O kokunun içime dolduğu an, kalbimin çarpışı hızlandı ama ne hızlanış yarabbim. Dedim ki oldu işte, gidiyorum. Yolculuğum bir güzelin gelişiyle son bulacakmış. Oh ne güzel bir ölüm bu. Senin her gelişine kabulüm ben, sen bilmezsin. Neyse konu senken az konuşamıyorum ben, uzatmayayım. Sonra sen geldin, ortalığın aydınlanışından belli oldu gelişin. Tüm yüzlerde bir şaşkınlık oluştu ki sorma, epeyce gülünçtü. Tek şaşırmayan bendim. Neden şaşıracakmışım, ben bilmez miyim o kötü hava neden birden açtı. Kuşlar ne diye üstümüzde uçmaya başladı. Öyle her bakan göz anlamaz bunu güzelim, ben bir farklı bakarım. Yerde en ufak iz belli etmeyen ayakların uçuşa uçuşa ilerledi de kondu bir sandalyeye. Kötü de algılanmak istemem, sen oturduğun süre boyunca bir kez bile senden tarafa bakmadım. Bakmam da, neden bakacakmışım? Öyle her güzele bakılmaz, sen öyle her güzelden biri de değilsin ya bakma utandığımdan diyemem anca böyle söylerim. Sonra garson geldi yanına, yüzünde bir tebessüm. Hiç kıskanmadım inan, nasıl kıskanırım. Seni gören yüz nasıl gülmez, seni gören göz nasıl parlamaz. Akıl işi değil! Kuşların bile dikkat kesildiği anda bir demli çay söyledin. Ah güzelim insan bir çay yaprağı olmak ister mi, istedim. Her şeyden çok istedim. Çay yaprağı da zorunlu değil, sana gelen o tabak, o kaşık, aldığın hava... Neler olmak istemem ki ben, sana ulaşabilmek için. Neyse neyse garson çayını getirdi. Yüzünde utangaç bir tebessümle teşekkür ettin. Ağzından çıkan söz olmak istedim, olamadım. Onun yerine bir anda yerimden bir hışım kalkıp hızlıca ilerleyen saatin boğazına yapıştım. Yavaşlasın istedim, dursun istedim. Sen bir ömür orada otur, bense seni ezbere bildiğim hareketlerinle yaşatayım. Ben cebelleştikçe o hızlandı, ben engelledikçe o koştu ve senin çayın bitti. Gözlerin o uzun uzun baktığın denizden ayrıldı, garsonun getirirken heyecandan azıcık çay döktürdüğü o eski desenli tabağa kaydı. Ne hikmetse ona uzun uzun baktın. O bakışlar gelip kalbime oturtu, kalbim artık zifirikaranlık bir yer. O öyle bir karanlıktı kalbim korktu, içim ürperdi. Ruhum çığlık çığlığa bağırırken zor kapattım elimi ağzına. Ya ses sana gelseydi, ya beni fark etseydin? Gözlerin gözlerime değse ne olurdu ha, şair boşuna mı demiş felaketim olurdu diye. Zaten şairler hep doğru konuşmamışlar mı güzelim? Ne düşündüysen içinden çıkamadın, çantana elini uzattın. Çıkan birkaç bozukluğu tabağa bırakıp ayağa kalktın. Ayağa kalkman bile havayı tersine çevirdi, o ne rüzgardı öyle yarabbim. Sırf sen gideme diye, sırf sen biraz daha kalabil diye gökyüzü benle bir oldu görüyor musun? Gitme isterdim güzelim, ayağının altına serileyim gitme. İşte beni öldüren o hamleyi orada yaptın. Sana hiç bakmadım diyorum ya, yalan güzelim. Nasıl bakmam, seni gören göz nasıl başka bir şeyi görebilir? Bu mümkün müdür? Ezberlediğim her hareketini yine yine izlemek istiyor gözlerim, kızma sakın o garibanlara da ne yapsınlar? Ömrü hayatında bir göz, kaç kere böyle bir güzelliğe rastlar? Rastlarsa nasıl bakmaz? Rastlamadıysa eğer nasıl sonsuza dek yumar kendini? Neyse neyse işte o an, kısacık bir an sen bana baktın. Neden bilmem, sorgulamam da. Belki tesadüftü, belki yüreğin beni hissetti de gözlerin gözlerime denk düştü. Benim cahil aklım buna akıl sır erdiremez. Erdirmek de istemez ya, neyse. O yüzünün en güzel yeri, o rabbimin yaratırken benim ölüm sebebim olacağını kader defterime yazdırdığı gözlerin beni gördü. Bir saniye, iki saniye, üç saniye derken bende takılı kaldı. Şerefsiz saati hiç sorma, onun işi ne akar durur. Ama o aksa da senin gözün bana bakmaya devam etti. Ben sanırım orada öldüm. Bilmiyorum. Hatırlamıyorum ki. Kalbim çarpıyordu, nefes alıyordum. Sonrası yok, kapkaranlık bir zemin. İnan o karanlıkta kalmak isterdim, eğer gözlerimi açtığımda seni göremeyeceğimi bilseydim. Ne hikmetse o zifiri karanlıktan gözlerimi açtığımda bembeyaz zeminler gördüm, bembeyaz insanlar, öten aletler. Neyse neyse işte o günden beridir ben o çay bahçesine her gün gelir oldum güzelim. Seni tekrar görme ihtimalidir beni hala yaşatan, şu zayıf kalbimi çarptıran. Sense gelmiyorsun, güzelliğinin verdiği mağrurluktasın. Gelmeyeceksin de bilirim, ancak umut kolay bir duygu değildir. Bugün tam yedi sene oldu. Tam yedi sene önce bana baktı gözlerin. Ah ne yedi seneydi ama kalbim yeni yeni kendine geliyor. Gelmese de olur ne fark eder, sen yine gel de. Ha unuttuysan hatırlatayım, şu şehrin merkezinde bir hastane var ya hani, bir sürü insanı buraya bırakıp gidiyorlar. Hah işte ben oradaki kantinde oturuyorum. Bizim çay bahçemizde... Hala seni bekliyorum, hep de bekleyeceğim biliyorum. Sevmek kolay bir iş değildir. Ben emeğimi veririm, gerisi yüce rabbimin takdiri ve senin ayak seslerinin işitilmesi. Umudumu bir an bile kaybetmedim inan ki. Umut bu ya, üç kere tahtaya vurmakla da gelir; senin kokunla da. Gelirsen merak etme güzelim, ben seni kokundan tanırım. 

13 Haziran 2020 5-6 dakika 6 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (4)
  • 3 yıl önce

    keyifle okudum, tebrik ediyorum

  • Duygu dolu ancak teknik geliştirilmeli. Noktalamalara dikkat ederseniz daha akıcı ve okunaklı olur. Kaleminize sağlık.