Limon Yaprağı

Her sabah olduğu gibi Saat 08.00 de telefonunun alarm sesiyle uyandı. Bu güne uyanma alarmı değil alması gereken ilacın saatini hatırlatma ve de uyarma alarmıydı. Yatağından yavaşça doğruldu. Baş ucundaki komodinin üstündeki ilaç kutusuna uzandı ve sol baştaki ilaçların içinden birini aldı. Akşamdan hazırladığı 1 bardak suyla ilacını aldıktan sonra yine yatağına uzandı.


Eylül gelip çatmıştı. Dün biri bugün ikisi derken takvimler artık 6 Eylülü gösteriyordu. Biraz daha uyumayı düşündü ama vazgeçti. Gece yatarken giydiği pamuklu tişörtünü ve diğer giysilerini çıkarıp kendini duşa attı.

*

Duş sonrasında çay suyunu Kettle'a koydu ve kahvaltısını hazırlamaya koyuldu. Sonra ön balkona çıktı. Ön bahçede yetiştirdiği salatalıklarına göz gezdirdi. Her sabah en az 1 tane salatalık oluyordu ve o salatalık da kahvaltısına eşlik ediyordu. Salatalıkları bu sabah sürpriz yapmıştı. Tam 4 tane salatalık yenecek hale gelmişti. İçlerinden birini seçti ve itinayla koparıp aldı. Diğerlerini akşam salatasında kullanırım diye düşündü.

*

Her zaman olduğu gibi yeşilliklere ve denize bakan balkonunda keyifle kahvaltısını yaptı. Sonra günün haberlerine bakmak için Laptopunu açtı. Her gün Şehit haberleri okumaktan içi yanıyordu. Bu sabah haberlere hiç bakmadan Youtube a girdi ve günün ilk şarkısını dinlemeye başladı. Sylvie Vartan'ın sesinden 'Love Is Blue' adlı şarkıyı arka arkaya 3 defa dinledi.

'Aşk Mavidir...'

(Şarkı: Sylvie Vartan, Şiir: Işın Ergüney)

*

Kahvaltı bİtmişti ama şarkılar çalmaya devam ediyordu. Her gün en az 1 Nilüfer şarkısı dinlerdi. Şimdi Nilüfer'in o harika sesi ve şarkının sözlerine kendini kaptırmıştı.

'Ahhh yine bana haram geceler...'
(Kayahan)

Kahvaltı sonrası fazla ara vermeden sabah kahvesini içmeyi alışkanlık haline getirdiğinden masayı toplayıp tekrar mutfağa geçti. İzmir'den arkadaşı Nadide'nin gönderdiği Dibek Kahvesinin kavanozunu aldı ve az şekerli kahvesini yaptı. Kahve tepsisisin yanına iki parça bitter çikolatayı da koyup tekrar balkona çıktı.

Tik ağacından yapılı masa ve sandalyelerde oturmak ona ayrı bir haz veriyordu. Balkonunun önündeki Mandalina, Hünnap, Şeftali ve Limon ağaçlarına karşı oturdu ve ayaklarını da karşısına koyduğu diğer sandalyeye uzatıp kahvesinden ilk yudumu alıp içten bir 'Ohhh' çekti.
Ne güzeldir o şarkı diye düşündü;

'Bir fincan kahve olsam kırk yıl hatırım vardı
Ömrümü sana verdim, dönüp baksan ne vardı...'

(Söz Ülkü Aker, Beste Selahattin Sarıkaya)

*

Bir yandan kahvesini yudumluyor diğer yandan da taze yapraklar vermeye devam eden Limon ağacına bakıyordu. Gözlerinin ağırlaştığını hissetti.
Çocukluk yıllarına gitmişti.

Trabzon'daydılar. O gün akşam üstü komşularının kızı Birşen Abla geldi ve 'Hafız Teyze bu akşam müsaitseniz annemler size oturmaya gelmek istiyorlar' dedi. Hafız hanım 'Tabii kızım, buyursun gelsinler' diye yanıtladı.

İşte bu misafirliklerde kullanılmak üzere Camlı Dolapta her zaman PE RE JA Limon Çiçeği Kolonyası bulundurulurdu. Farklı bir cam şişesi vardı Pe Re Ja'nın. Hafız hanım kahveler içildikten sonra en küçük oğluna gözüyle işaret ettiğinde Barış hemen cam dolabı açıp misafirlere Pe Re Ja Limon Kolonyası ikram ederdi. Annesi her zaman sıkı sıkıya tembih ederdi. 'Aman oğlum sakın bir iki damla olmasın, bol bol dök kolonyadan...'

'Oy Trabzon Trabzon
İçi kalayli kazan...'
(Anonim)

*

Trabzon'da geçen çocukluk günlerinden sıyrılıp Limon Ağacına bakmaya devam etti. O an aklına birden Elma ağacının altında oturan Newton geldi. Kim bilir kaç kez o elma ağacının gölgesinde oturmuştu ama o gün dalından düşen elma tam kafasına vurduğundan mı olacak nedir! Birden ayağa fırladı. Newton; Yer Çekimi denilen bir şeyin varlığını bulmuştu.

O an kendini Newton gibi hissetti ve Limon Ağacına bakmaya devam etti.

'Anasının yanında Limon limon limonli yarim
Kızı kucahlanur mi limonda yandı canım...'

(Ardahan / Göle / Hoştülbent Köyü. Süleyman Kızılateş – Cemile Kızılateş –Aysel Akdoğan-Orhan Bahçıvan)

*
Sahi!

Arşimet 'Suyun Kaldırma Kuvvetini' Yine anlık bir 'jeton düşüşüyle' bulmamış mıydı! Yıkanmak için gittiği hamamda kurnadaki tasın batmadığını görünce 'Buldum Buldum...' diye hamamdan çırılçıplak fırlamıştı.

Peki Arşimet ilk defa mı Hamama gitmiş ve ilk defa mı kurnadan aldığı tasla yıkanmıştı! Değildi tabii ki. Kim bilir kaç kez bunu yapmıştı ama o gün ne olduysa olmuş büyük bir buluşa imza atmıştı.

*
Acaba dedi kendi kendine! Her sabah üzerinde gözlerimi gezdirdiğim Limon Ağacı bana da bir gün bir şeyi icat etmem için sebep olur muydu? Düşündüklerine kendisi de güldü. 'Haydi ordan be' dedi kendi kendisine...

Peki düşünmekten vazgeçti mi?

Tabii ki hayır!

'Yüce dağ başında kubbeli hamam
Hamamın içinde savrulur duman
Yarin ince belini sardığım zaman
Alt'aylar da bir üç aylarda bir bana...'

(Burdur / Tefenni. A.Ali Selçuk – Sümer Ezgü)

*

Uzun yıllar öncesinde abisinin işlettiği lokale uzandı hatıraları.

O zaman 'Kung Fu...' dizisi çok sevilerek izlenirdi. Baş rolünü David Carradine'nin üstlendiği dizide konular genellikle Kung Fu hocası ve yetiştirdiği talebeler üstünde gelişirdi.

Talebeler bir şey öğrenmek istediklerinde hemen hocalarının yanına gider sorularını yöneltirdi.
Lokalin müdavimlerinden birisi de Ömer Hocaydı. Lokale takılan gençler Ömer Hocaya takılmayı çok severlerdi. Kung Fu dizisinde olduğu gibi Hocaya bir sürü sorular yöneltirlerdi ama tek farkı bu soruların tamamının ince esprilerle süslü olmasıydı.

'Ben bir zaman kaybıyım
Beni boşver Hocam...'

(Feridun Düzağaç)

*

İşte böyle düşünceler içerisindeyken birden taptaze çıkan Limon Yapraklarına takıldı gözleri. 'Ne kadar canlı ve güzeller' dedi kendi kendine. Sonra birden Newton'laştı! Gül Yaprağından reçel oluyor da Limon Yaprağından neden olmasındı! Hemen Google'a baktı. Hiçbir yerde 'Limon Yaprağı Reçelinden' bahsedilmiyordu. 'İşte bu..' dedi heyecanla. Arşimet gibi 'Buldum Buldum' diye çırılçıplak kendini sokaklara atmasa da hemen mutfaktan bir kap alıp yaprakların en tazelerini toplamaya başladı. İyice yıkadıktan sonra bir tencereye koydu ve üzerlerini şekerle örttü.

'Şeker pembesi mi desem turunç reçeli mi
Bir değişik tat farklı bir kokun var dilberim'

(Emre Yücelen)

*

İçini saran büyük bir heyecanla ocağın başına geçtiğinde aklına yine Ömer Hoca düştü.

O gece lokale gelen gençlerden biri yine Ömer Hocayı kızdırmak için yanına sokuldu;

'Hocam bir soru soracağım size.'
'Sor evladım sor.'
'Hocam karpuz kabuğundan salata olur mu?'
'Olur evladım olur da ancak senin gibi eşekler yer...'

'Atasözlerimiz bir garip
Nedeni bilinmiyor
Karpuz kabuğu düşmeden
Denize girilmiyor'

(Grup Vitamin)

*

'Ahh Ömer Hoca ahhh...' Diye derinden bir 'Ahh' çekti.

Hamiş;
Limon Yaprağı Reçelinin patentinin hayalleri ve tadı sadece ona kalmıştı!

'Ümitlerim kırıldı bitti
Hayallerim yıkıldı gitti... '
(Coşkun Sabah)

06 Eylül 2016 6-7 dakika 45 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (3)
  • 7 yıl önce

    İnsanın içine bazen hazandan doğan bir mevsim düşer. Kalem salladığında birazdan kendisini kalem sallar. Küçük bir alış-veriş başlar iki kişi arasında. Birisinin duyguları içtendir, diğeri içten duyguları sallar cümlelere. Görevi sadece istenileni yazmak değil elbette. Bazende istenileni yazmamak için direnir. Bu direniş isyan niteliğinde değildir. Amacı duygu ile yazma arasındaki iletişimi sürekli canlı tutmaktır.

    Ama kalem bu sıfatı aracı olarak yüklenir ve yazarının yolunda ilerler. Hep böyle başlar kalem ile yazar arasındaki ilişki. Kalem bekler yazar bekler. Birbirlerine kavuşma esnasında ikisi de aynı yolda koşturur.

    Kaleminiz sizinle.... Anlık duygular kalemin altında pişene kadar bizimdir. Pişme işlemi bitince artık okuyucusunundur.

    Tebrikler...

    saygılar

  • 👧 Kayboldum gittim başından sonuna. Bu duygular ne güzel kaleme düşmüş hayranlıkla okudum bitmesin istedim.

    HAYAT NE GÜZEL YAŞAMAK VE DOYASIYA TADINI ÇIKARMAK
    MUTLULUĞUN ANAHTARI YÜREĞİNDE KİLERİ PAYLAŞMAK...

  • 7 yıl önce

    Benim kendime ayırdığım ve en çok sevdiğim zamanlar çocukluğum dur.. İşte o zamanlarda öyle çok şey hatırlarım ki hepsi minik detaylardır. Her bayram ziyaretine gittiğimiz Zeynep teyzenin amerikan cikletleri... El öpme faslı bitip mantolarımızı giydiğimiz anda elim cebime gider ve heyecanla o küçük paketi yerinde mi diye arardım ya o sevinç..

    O zamanlar Yalova da şimdi eğitim merkezi olan yer amerikalıların kullanımındaydı 'meydan' denirdi oraya nedense? İşte yine bir detay neyse...

    Hocam gülümseyerek okutan hoş bir öyküydü elinize sağlık..